Azınlık Olmak ya da olmamak, Temsil ve Şeffaflık.
“Grup, özel niteliklerini ve geleneklerini korumaya istekli olmalıdır. Yoksa söz konusu grubun asimile olmak istediği anlaşılır ve ona azınlık denmez. Nasıl sınıf bilinci olmadan sosyal sınıf olmazsa, azınlık bilinci olmadan da azınlık olmaz”
“Grup, özel niteliklerini ve geleneklerini korumaya istekli olmalıdır. Yoksa söz konusu grubun asimile olmak istediği anlaşılır ve ona azınlık denmez. Nasıl sınıf bilinci olmadan sosyal sınıf olmazsa, azınlık bilinci olmadan da azınlık olmaz”
Görüleceği gibi bir toplum farklı olduğunu kabul etmiyor ve onu korumak kaygısı taşımıyorsa zaten asimile olmuş demektir.
AZINLIK OLMAK YA DA OLMAMAK
AZINLIK OLMAK YA DA OLMAMAK
Bilindiği gibi bu güne kadar bütün devletlerin kabul ettiği hukuki bir azınlık tanımı yoktur. Çeşitli tanımlardan yola çıkarak azınlık olmanın ana öğeleri şöyle sıralanıyor9. Büyük toplumdan dil, din ve kültür olarak farklı olmak, yeterli sayıda olmak, başat (dominant) olmamak, vatandaş olmak ve son öğesi ise öz bilince (azınlık bilincine) sahip olmak, kendi özelliğini koruma isteğidir. Bu istek bir azınlık grubu için ana kriterdir. Görüleceği gibi bir toplum farklı olduğunu kabul etmiyor ve onu korumak kaygısı taşımıyorsa zaten asimile olmuş demektir.
Devlet Bakanı ve Baş müzakereci Sayın Egemen Bağış gayrimüslim ve azınlık sözleri yerine farklı inanç grupları deneceğini açıkladı10. Kanımca özellikle azınlık sözü gibi uluslar arası hukukta yerini almış bir kavram yerine tanımlaması zor “farklı inanç grupları” sözünü kullanmak sadece ciddi bir karışıklık yaratacaktır. Son yıllarda gayrimüslim takıntısı ise bence tamamen yersiz bir hassasiyettir. Osmanlı’dan bu yana gayrimüslim sözü Müslüman olmayan anlamında kullanılmıştır. Osmanlı’da da, bu gün de gayrimüslimlere zaman zaman hakaret anlamında kâfir, gâvur dendiği bilinir ama kâfirlere, dinsizlere hiçbir zaman gayrimüslim denmemiştir.
Son zamanlarda azınlık basınında ve ulusal medyada da yer alan bazı yazılarda azınlık olmak, ayıp ve rahatsız edici11 hatta insan haklarına aykırı bir yapı olarak görülmektedir. Gerçekte en yetkili ağızlardan sürekli olarak örneğin Kürtler azınlık değil birinci sınıf ya da asli vatandaştır sözü duyulunca bu sözün karşıt anlamından (eski deyimle mefhumu muhalifinden) azınlık olmak, ikinci sınıf ya da tali vatandaşlık anlamına geliyor. Unutmamak gerekir ki Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu 2006 yılında hazırladığı raporda cemaat vakıflarını yabancı tüzel kişiler arasında gösterdi.
Bir yazar şöyle diyor. “Ayrıca AB istese de Türkiye’de azınlık yaratamayacaktır. Çünkü Osmanlı’dan gelen azınlıklar sürekli gayrimüslim olarak algılanmaktadır. Azınlıklar özellikle XIX. Yüzyılın sonlarından itibaren bölücülük ve hainlikle özdeşleştiğinden böyle bir ikinci sınıf vatandaşlığı kimse kabullenmeyecektir.”12
Öncelikle dünyada hiçbir ülke vatandaşlarını birinci sınıf, ikinci sınıf ya da asli, tali olarak ayırmaz, ayıramaz. Ayırırsa o devlete hukuk devleti, yönetime demokrasi denemez ve o ülkede insan ve azınlık haklarından söz edilemez. Elbette, toplumda azınlık demeden bütün gruplara çağdaş azınlık haklarının verilmesi idealdir. Ancak gerçekleri görmezden gelemeyiz. Diğer taraftan millet inşası döneminde, doğal olarak tarihin kullanılması nedeniyle, azınlıklar öteki ve dolayısıyla bölücü ve hain olarak tanıtılmışlardır. Azınlıkların bölücü ve hain olarak görülmesi sosyolojik ve hukuki olarak azınlık olmalarından değil, resmi görüşün azınlıkları böyle tanıtmasındandır. Azınlık hakları tanınmamış olsaydı bile azınlıklar bölücü ve hain olarak tanıtılacaktı. Nitekim Süryanilere haksiz olarak azınlık hakları tanınmadığı halde tarih kitaplarında onlar da hain olarak gösteriliyor. (Bakınız: Tarihin Yargısız İnfazı http://hyetert.blogspot.com/2011/11/tarihin-yargisiz-infazi.html) Eşitlik ilkesi gereğince azınlıklara hukuki olarak tanınan pozitif haklar neden yanlış olsun. İdealist bir bakışla 21. yüzyılda dünyada hala azınlık haklarının korunması için uluslar arası sözleşmelere ve yasalara ihtiyaç duyulması bir ayıp ve bir eksiklik olarak görülebilir. Ancak bu gün en gelişmiş demokrasilere sahip olan Avrupa Birliğine üye ülkeler bile azınlıkların ve azınlık dillerinin korunması amacıyla uluslar arası sözleşmeler hazırlamak gereğini duyuyorsa en azından günümüzde azınlık haklarına gerek duyulmayan bir yapı düşünmek gerçek bir ütopyadır.
Nereden bakarsak bakalım, bu gün azınlık hem sosyolojik hem hukuki bir gerçektir. En önemlisi çağdaş azınlık hakları aynı zamanda insan haklarının da bir parçası olduğundan azınlık sorunu ülkelerin iç işleri sorunu sayılmaz. Bu gün azınlığı olmayan bir toplum, -Aborjinler gibi asırlarca dünya ile ilişki kurmamış, kuramamış toplumları saymazsak- neredeyse yoktur denebilir. Sosyolojik ve hukuki olarak azınlıkta olan ve egemen olmayan büyük toplumdan farklı kişilere azınlık demek neden utanacak ya da insan haklarına aykırı bir söz olsun.
“SİYASİ VE HUKUKİ TEMSİL13
Çağdaş demokrasilerde siyasi temsil ancak parlamentoda ya da yönetimde olur. Yani milletvekilleri, halkı temsil ederek, hem yasa yapar hem de halk adına diğer güçleri denetler. Bazı ülkelerde, azınlıklara milletvekili kontenjanları ayrılarak, azınlıkların parlamentoda siyasi temsili sağlanmaktadır.
“Bizim üzerinde durmak istediğimiz siyasî temsil demokrasilerin bir çeşidi olan “temsili demokrasi” ile ortaya çıkmıştır… “14 “Politik temsilde şüphesiz ki vekâlet vardır deniliyor. Bir vekâletin (mandat) mevcut olduğu inkâr edilemez; ancak bu vekâlet seçim çevresinden milletvekillerine verilmiş değildir. Her vekâlette bir müvekkil ve bir vekil vardır. Temsilci sistemde müvekkil, irade sahibi bir tüzel kişi olan milletin bütünüdür; vekil, tüzel kişi sayılan parlâmentonun kendisidir; vekâlet halk tarafından parlâmentoya verilmiştir.”15
Görüleceği gibi, Patriğin Türkiye Ermeni toplumunu siyasi olarak temsil ettiği sadece bir yakıştırmadır. İstese de böyle bir görevi üstlenemez. Patriğin cemaati temsili, Patriğin cemaatin tüzel kişiliği adına – ki o da henüz tanınmamıştır- onun hukuki vekili sıfatıyla yeminine uygun olarak cemaatin hak ve menfaatlerini korumakla sınırlıdır. Kaldı ki bu konu da halen tartışmalıdır.
Patrik aşağıdaki yemine göre hareket eder. Cumhuriyet döneminde yapılan son iki patrik seçimi, Bakanlar Kurulunun 18.09.1961 gün ve 5/1654 sayılı kararnamesi ile yürürlüğe konan Patrik Seçim Talimatnamesine göre yapılmıştır. Bu talimatnamenin 30. Maddesi aynen şöyledir:16
Madde 30.- Yeni patriğe patriklik asasının tevdi ve yemin merasimi patrikhanece tespit edilecek bir gün ve saatte Kumkapı’daki Meryem Ana Kilisesi’nde icra olunur. Yeni Patrik, tespit edilecek gün ve saatte yapılacak ayin esnasında, kilise mihrabının önünde şu şekilde yemin eder. “ Vazifemi Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına, nizamlarına ve örf ve adetlerimize uygun olarak ifa edeceğime, cemaatimize ait dini, hayri ve içtimai müesseselerin hak ve menfaatlerini koruyacağıma, dindaşlarıma hak, hakikat ve fazilet yolunda rehber olacağıma ve bu yolda sadakatle hizmet edeceğime huzuru ilahide söz veririm” Bundan sonra Patrik vekili tarafından yeni Patriğe patriklik asası tevdi ve kendisi tebrik olunur.
Bazı mahkemelerin Hahambaşılığı cemaatin temsilcisi olarak görmeleri, siyasi değil hukuki temsildir17 Patriğin ya da Hahambaşının cemaati hukuken temsili için bile AB 2007 İlerleme Raporunda da yer aldığı gibi cemaatlerin tüzel kişiliğinin tanınması gerekmektedir.
“ Bir kuruluşa, bir makama hükmi şahsiyet, yani tüzel kişilik tanınıyorsa, bu tüzel kişilik, Türk Medeni Kanuna göre insana has olanlardan maada bütün yetkileri kullanabilir ve tasarrufta bulunabilir… Eğer azınlık cemaatlere tüzel kişilik tanınacak olursa, bu vakıflar mensup oldukları dini cemaat tüzel kişiliğine bağlanacak, yani merkezi bir idare teessüs edecektir”18
Görüldüğü gibi söz konusu olan hukuki temsildir. Bu gün Patriklik tüzel kişiliği bile henüz tanınmadığından bu konu da tartışmalıdır. Kısacası hukuki temsili, yani Patriğin cemaati mahkemelerde ve idari makamlarda temsili bile sorunluyken, Patrikliğin cemaati parlamentoda ya da hükümet nezdinde siyasi olarak temsil ettiği iddiası hiç tutarlı değil.”
ŞEFFAFLIK
Son yıllarda bazı yazarların sürekli gündemde tutukları kavramlardan biri de şeffaflıktır. Bazı sözüm ona kanaat önderleri de sürekli olarak, toplumda şeffaflık gerekir, kapalı kapılar ardında karar alınamaz gibi sözlerle yönetimleri eleştirirler. Bunlara göre şeffaflık, kurumların gazetecilere hesap vermesi, belki ilan vermesi ve en önemlisi gazetecilerin her yerde, her toplantıda, her komisyonda bulunmaları demek. Elbette, bu yaklaşımın yönetimlerin şeffaflığı ile yakından uzaktan ilgisi yoktur. Bu doğru olsaydı kurumların basın sözcüleri, basın müşavirleri olmaz, basın bülteninden, basın toplantısından ve basın açıklamasından söz edilemezdi. Dünyada her toplantısı basına açık küçük, büyük hiçbir yönetim yoktur.
Bu durum az gelişmiş ülke basınında görülen tipik göstergelerden biri. Az gelişmiş toplumların basınında, basın mensuplarının bir bölümü, objektif haber vermek, tarafsız olmak yerine genellikle toplumu yönetip, yönlendirmek istediklerinden haberleri toplumu istedikleri şekilde yönlendirmek için manipüle eder, karşıt görüşlere yer vermez, her yerde bulunmak isterler.
Uluslararası Şeffaflık Örgütü (Transparency Internatıonal-TI) şeffaflığı şöyle tanımlıyor: “Şeffaflık; kararların, kurallar ve düzenlemeler doğrultusunda alınması ve uygulanması, alınan kararlardan etkileneceklerin bilgiye erişiminin sağlanması ve bu bilginin de ulaşılabilir, anlaşılır ve somut olması prensibidir.”
“Amerika Birleşik Devletleri’nde “Government in the Sunshine” adlı yasa, İngilizcede “sunshine act” da gün ışığında yönetim ya da şeffaf yönetim anlamına gelir. İdarenin işlem ve eylemlerinin denetlenmesi bütün çağdaş demokrasilerde önem verilen bir konudur. Şeffaf yönetim, “İdarenin karar alma mekanizmasının önceden belli bir usule bağlanması, idarenin hukuk çizgisi içinde kalmasını sağlamak ve bunu denetlemek bakımından zorunludur. Günışığında Yönetimin Amacı: Devleti daima insanın önünde gören anlayışı değiştirerek devleti bireye hizmet etmekle mükellef bir organizasyon haline getirmesidir.”19
Görüldüğü gibi, şeffaflık bu gazeteci ve sözüm ona kanaat önderlerinin söz ettiği gibi gazetelere ilan vermek ya da her toplantıya gazeteci çağırmak değildir.
Bu grubun sıkça sözünün ettiği, kapalı kapı arkasında karar alınması sözü de anlamsızdır. Patriklik seçim tüzüğü kapalı kapılar arkasında hazırlanamaz, azınlıkların yeni anayasa hazırlamakla görevli komisyonu kapalı kapılar arkasında teklif hazırlayamaz gibi garip önerilerin de bir değeri yoktur. Hiçbir yönetmelik ya da tasarı panellerle hazırlanmaz. Konuya hakim bir grup seçilir ve o grup gerek gördükçe basın bültenleriyle halkı aydınlatır. İsteyen herkes de isterse bu komisyona yazar, isterse gazetelere yazar. Yönetmelik, teklif ya da önemli kararların panellerle, sinema salonlarında hazırlanamayacağı açıktır. Bu kişilerin derdi klasik hastalık, her komisyonda basın mensuplarının bulunmasıdır. Kanımızca bu çok ciddi bir yanlıştır. Örneğin VADİP toplantılarının basına açık olması yanlıştır. Nedenine gelince, basının bulunduğu yerde normalde olmayan iki durum ortaya çıkar. Öncelikle insanlar kendiliğinden türbinlere oynamaya başlar ve daha önemlisi kendiliğinden bir oto sansür ortaya çıkar. Halbuki yararlı bir toplantıda her ikisinin de olmaması özellikle beyin fırtınası isteniyorsa insanların serbest uçuşuna izin verilmesi gerekir. Nitekim bazı konuşmaların basında yayımlanması eminin bazı kişileri güç durumda bırakmış ve diğerlerinin de susmasına neden olmuştur. Kanımızca basın ancak halka açık toplantılara davet edilir. Elbette basın bültenleri düzenli çıkarılmalı, alınan kararlar duyurulmalı, daha önemlisi basında çıkan, kendilerine gelen her öneri, görüş ve eleştiri elbette ilgili komisyon ya da yetkililerce dikkate alınmalıdır. Bu ayrı bir konudur.
9)[1] Avrpa Birliği Ve Türkiye’de Azınlıklar –Murat Saraçlı-Lotus Yayıevi 2007- Sayfa 24-25
14)[1] ) http://www.hayrettinkaraman.net/yazi/laikduzen/1/0272.htm Prof. Hayrettin Karaman
15)[1] Kamu Hukuku Dersleri-Leon Duguit- http://auhf.ankara.edu.tr/auhf-yayinlari-arsivi/leon-duguit/kamu-hukuku-dersleri/kitabin-tamami.pdf
16)[1] Av. Yuda Reyna- Av. Ester Moreno Zonana, Son Yasal Düzenlemelere Göre Cemaat Vakıfları – Gözlem yayıncılık sayfa 256
17)[1] A.g.e sayfa 233
18)[1] A.g.e sayfa 230–231
Murat Bebiroğlu / murat.bebir@gmail.com
Aralık 2011
DEVAM EDECEK
Yorumlar kapatıldı.