İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türkiye Ermenileri, Yeni Anayasa ve Lozan I

Bu yazının birkaç amacı var. Yazının ilk amacı yeni anayasa yapılırken Türkiye Ermenilerinin bu konudaki temel görüşlerinin belirlenmesidir. İkinci olarak konu gündeme gelmişken toplumdaki eksik ve yanlış bilinen bazı kavramların açıklığa kavuşturulması amaçlanmıştır. Son olarak konuyla ilgili önerilere yer verilmiştir. 

Değerli Okurlar,
21. Yüzyılın ilk çeyreğinde Dünya iletişim çağına girmenin, globalleşmenin sancılarını çekiyor. 20. Yüzyılın ikinci yarısından bu yana insan haklarının devletler üstü uluslar arası ölçüde korunmasını hedefleyen çalışmalar, genişleyerek sürüyor. Ülkeler hızla değişiyor. Türkiye de ve onun bir parçası olan Türkiye Ermenileri de değişiyor. Değişimin hep düz bir çizgi izlediği ve iyiye, doğruya doğru gittiği söylenemez. Ancak değişim kesin.  Bu ortamda Türkiye çağdaş ve sivil bir anayasa yapma yolunda çalışma başlattı. Yeni Anayasa konusunda Türkiye’nin tanıdığı azınlıkların da fikrinin alınacağı açıklandı.
İşte bu konuda bu yazının birkaç amacı var. Yazının ilk amacı yeni anayasa yapılırken Türkiye Ermenilerinin bu konudaki temel görüşlerinin belirlenmesidir. İkinci olarak konu gündeme gelmişken toplumdaki eksik ve yanlış bilinen bazı kavramların açıklığa kavuşturulması amaçlanmıştır. Son olarak konuyla ilgili önerilere yer verilmiştir. Anayasa konusunda taleplerimizin önemli bölümünü arkadaşlarımızla hazırladığımız “Müslüman Olmayan Azınlıklar Raporu 2011 başlıklı raporda http://hyetert.blogspot.com/2011/02/musluman-olmayan-azinliklar-raporu-2011.html  belirtmiştik. Yazıyı hazırlarken Temsil konusunda eskiden yazdığım yazıları aynen aldım, çünkü önemli değişiklikler yok.
TÜRKİYE ERMENİLERİ VE ANAYASA
Son yüzyılda pek çok travma yaşayan, büyük kayıplar veren, bir büyüğümüzün deyişiyle yüz yıldan beri doğduğu yerde ölemeyen Türkiye Ermenileri, sanılanın aksine homojen bir toplum değil. Özellikle son yıllarda ortaya çıkan patriklik ve dini toplum karşıtı önemli bir grup var.
Türkiye, kuruluşundan 88 yıl sonra ilk defa sivil bir anayasa yapmaya çalışıyor. Yeni anayasa Türkiye’nin çağdaş bir hukuk devleti, çağdaş bir demokrasi olarak AB’ne üye olmak istediği bir dönemde hazırlanacak. Bu nedenlerle yeni anayasa biz Ermeniler için de çok önemli. Yeni Anayasa yapma sürecinde biz Türkiye Ermenileri de görüş ve isteklerimizi belirteceğiz. Ancak burada çok ciddi bir durum var. İlk kez Ermeni toplumunda Türkiye Ermenilerinin yönetimi konusunda çok farklı iki görüş var.  Aslında üçüncü bir grubun varlığını da belirtmek gerekiyor. Nötrleşmiş gruplar diyebileceğimiz bu büyük grup ya baştan beri hiç cemaat işlerine karışmamış uzak durmuş ya da cemaat işlerine karışmış ve şu veya bu nedenle hayal kırklığına uğramış, küsmüş sonunda unutmuş cemaat mensuplarından oluşuyor. Gerekmedikçe ya da zorunlu olmadıkça kilise gitmiyor,  cemaatin etkinliklerine katılmıyor, en önemlisi sorunlarla ilgilenmiyorlar. Bu büyük grup Anayasa konusunda da nötr kalacağı için burada dikkate almıyoruz.
Bir yazar “Kategorilere ayırmak her zaman gerçek karmaşıklığın boyutlarını küçültür”1 diyor. Gerçekten de her iki ana grup da homojen olmadığı gibi bu grupların altında pek çok tali grup var ve bu gruplar net çizgilerle birbirinden ayrılmıyor. Hatta ne istediğini bilmeyen, modaya uyup Patrik bizi temsil edemez diyenler olduğu gibi, Patrik avukat mı ki bizi hukuken temsil etsin diyen kişileri bile gördük. Patriğe, din adamlarına hakaret etmeyi hatta küfretmeyi marifet sayanlar yanında, ateistim diyen ama saygıda kusur etmeyenler de var. Burada amaç kategorize etmek değil, hep söylendiği gibi kolun kırılıp yen içinde kalmaması için tarafların kendi doğrularını açıklıkla dile getirmeleri ve sonra da ortak çözüm yolları aramalarıdır. Bir yandan biz dini toplum olmak istemiyoruz, patrik bizi temsil edemez, biz laikiz deyip sonra patrik seçiminde taraf olmak samimiyetle de etikle de bağdaşmaz. Artık her şey açıkça konuşulmalı, etekteki taşlar dökülmelidir.
İki ana grubu ayıran temel görüşü basite indirgeyerek, Türkiye Ermenilerini dini azınlık olarak görenler ve etnik azınlık olarak görenler olarak tanımlayabiliriz. Bu ayırım TBMM Başkanının Anayasa ile ilgili toplantısında da görülüyor: Ermeni ve Yahudi gazetecilerin Lozan yerine eşit vatandaşlık istedikleri, Rum temsilcisinin ise Lozan güvencelerinden yana olduğu görülüyor 2. Doğal ve haklı olarak kendi toplumunu dini azınlık olarak görmek istemeyenler Lozan’a karşı çıkacaktır. Çünkü bilindiği gibi Lozan, azınlıkları ve tabi Ermenileri dini azınlık olarak tanımlar. Hem Lozan’dan yana olup, hem de dini azınlık olmayı, patriğin hukuki temsilciliğini kabul etmemek aldatma ve yanıltma değilse, ciddi bir çelişkidir.
Bu grupları tanımlamadan önce bir noktayı tekrar açıkça belirtmekte yarar olduğunu düşünüyorum. Bu gruplar ne kadar karşıt olurlarsa olsunlar, ne kadar zıt kutuplarda da olsalar asimile olmadıkları ve ben Ermeni’yim dedikleri sürece er geç yine birlikte yaşamanın yolunu bulacaklardır.
Bu grupları elden geldiğince tanımlayalım:
1)        Kendisini eskiden olageldiği, Devletin de kabul ettiği ve Lozan Antlaşmasında yer aldığı gibi dini azınlık olarak tanımlayan, patriklik merkezli cemaatin tüzel kişiliğinin tanınmasını ve örgütlenmeye izin verilmesini isteyen, patrikliği dini topluluğun merkezi ve patriği dini topluluğun hukuki temsilcisi olarak görenler;
Bu ilk geleneksel grup nispeten daha homojen sayılabilir. Büyük bölümü dindar, bir bölümü inançlı ama dinin gereklerini tam olarak yerine getirmeyen, getiremeyen, diğer bir bölümü de ateist, deist ya da dinsiz olduğunu söylemekle birlikte dinin Ermeni toplumunun en önemli varlık nedeni olduğunu kabul eden Patriğe ve kiliseye saygılı ve bağlı Ermenilerden oluşur.  Bu grup öncelikle Lozan’ın tam olarak uygulanmasını ardında da çağdaş azınlık haklarının verilmesini istemektedir. Yazarı çizeri, düşünürü ikinci gruba göre azdır. Bu nedenle de toplumda ikinci grup kadar etkin ve yönlendirici değildir. Bu grup, Ermeni Apostolik kilisesinin halkıyla bütünleşmiş, özdeşleşmiş bir kilise olduğu bilincinde olup, Patriğin yeminine uygun olarak toplumun liderliğini yapmasını ister. Sonuç olarak bu grubun talebi, patriklik merkezli cemaatin tüzel kişiliğinin tanınması, geleneklere ve çağdaş gereklere göre örgütlenmesine izin verilmesidir. Burada amaç dini topluluğun sahip olduğu kurum ve varlıklarının korunması ve yaşatılması için merkezi bir denetim, koordinasyon ve merkezi bir planlamanın sağlanmasıdır. Böylece dini topluluğun kendi din adamlarını ve öğretmenlerini yetiştirmek, Ermenice kitap hazırlatmak gibi önemli sorunları da çözülebilecektir. Elbette eskiden olduğu gibi dini konularda karar organı olan Ruhani (Dini) Meclisin yanında sivil konularda vakıflarla ve kurumlarla ilgili konularda karar organı olacak bir sivil meclis bulunacaktır. Ancak yönetimin başında yine patrik olacak ve kararlar sonunda patriğin onayına gidecektir. Patriğin halk tarafından seçilmesinin asıl nedeni de budur.
2)        Dini topluluğu ilkel bir yapı olarak görüp, Ermenilerin etnik topluluk, etnik bir azınlık olarak tanınmasını isteyip, patrikliğin merkez, patriğin hukuki temsilciliğine karşı olanlar.
Sivilleşmeci ya da beyaz Ermeniler de diyebileceğimiz ikinci grubun önderliğini yapan yazarçizerler genellikle kendilerini sosyalist, devrimci ve laik olarak tanımlıyorlar. Bu grubun büyük bölümü açıkça söylemese de sosyalizmi,  din ve din adamı karşıtlığı olarak görüyor. Bu yüzden de dini toplum olmayı reddediyorlar. Bir bölümü laikliği kendilerine göre yorumlayarak Patrik yönetimini laikliğe aykırı görüyorlar. Sanki patrik toplumun Hıristiyan yasalarına göre yaşamasını istiyor ya da sanki istese de böyle bir girişimde bulunurmuş gibi.
Bu görüşte olanların bir bölümüne göre, dini toplum olmak bireysel ve eşit vatandaş olmaya engeldir. Hatta nasıl oluyorsa dini toplum olmak siyasal, toplumsal ve kültürel alandaki taleplerinin haklılığının görülmemesine neden oluyormuş: “Zaten Türkiye Ermenilerini ‘dinsel cemaat(ler)’ olarak görmek, hem etnik kimlik ve kültürlerini hem de bireysel vatandaş olma hallerini yadsımak demektir. Ermenileri sadece günümüzdeki yaşantılarıyla Türkiye’deki farklı din gruplarından birisi olarak görmek, onları tarihsizleştirmek, bu ülkedeki tarihsel varlıklarını ve 1915 soykırımının yıkıcı etkilerini, Cumhuriyet döneminde uygulanan siyasi ve ideolojik ayrımcılığı, bunlara karşı Ermeni vatandaşların siyasal, toplumsal ve kültürel alanlardaki taleplerinin haklılığını görmezden gelmek sonucunu vermektedir.”3 Bu grupta pozitif ayırımcılığa pozitif haklara karşı olanların bile olduğu belirtiliyor. Tabi pozitif haktan ne anladıklarını bilmiyoruz. Bu görüş sahipleri pozitif ayrımcılığa karşı olmanın başta ana dilde eğitim olmak üzere pek çok hakka karşı çıkmak olduğunun farkında mı, bilinmez. 
Bu grup, birinci grubun aksine, dini önemsemiyor: “kimisi için Hıristiyanlık ‘sadece bir dindir’ ve Ermeniliğin olmazsa olmazı değildir. Yani, ikinci gruptakiler için bir Ermeni pekâlâ Müslüman da olabilir.”4. İtiraf edelim ki bu görüş din karşıtlığında yeni bir aşama. Yanılmıyorsam ilk defa ciddi bir araştırmada dile getiriliyor. Bu gerçekten bu ikinci grubun önderlerinin başarısıdır. İşin bir başka garip yanı da bu dini azınlık karşıtlarının bir bölümünün Aleviler gibi bir dini grubun haklarından yana olmalarıdır.
 Türkiye bu güne kadar hiçbir toplumu etnik azınlık olarak kabul etmedi. Lozan Antlaşmasının tutanakları ve özellikle Lozan’da Türkiye’yi temsil edenlerden İnönü ve Rıza Nur’un anıları incelenirse, Türkiye’nin neden etnik ve dil azınlığı tanımadığı anlaşılır. Ancak bundan sonra da böyle bir değişiklik olmayacağı anlamına gelmez. Elbette bu gruplar diğer kendileri gibi etnik gruplarla işbirliği yaparak Yeni Anayasada istedikleri değişikliklerin yapılması için çalışabilirler.
Cumhuriyetin ilk yıllarında büyük toplumun yaşadıklarını bu grubun önderleri doksanlı yılların sonunda keşfettiler. Etyen Mahçupyan, bu dönemi şöyle tanımlıyor. “Laiklik ve onun Kemalist versiyonunun ima ettiği pozitivizm, dindarları entelektüel hayatın dışında, bir tür ‘gelişememiş’ beyinler olarak tanımlıyordu ve İslami kesimin de bu algıyı değiştirecek itici ve taşıyıcı düşünürleri hiçbir zaman olmadı. Düşünür olarak çıkanlar ancak kendi sosyolojik ve kimliksel çevrelerinin içinde etkili oldular, dilleri evrenselleşemedi, dünyayla bağ kuramadılar ve sıradan insana hitap eden hikmetler serdetmekle kaldılar. Bu durum laik kesimdeki aydın kadroların özgüvenini daha da pekiştirdi. Dünya filozoflarını ‘bilenler’, çağın gereklerini kavrayanlar, yaşanan anı aşan analizler ve öngörüler yapanlar kendileriydi…”5
İkinci grup burada Cumhuriyetçilerle özdeşleşmektedir. Onların büyük bölümünün gözünde de dindarlar gelişmemiş beyinler, müritler olarak görülmektedir. Bu ikinci grubun önderleri Türk tipi laiklik gereği, pozitivist ve jakobendirler. Bunların bir bölümü de bu nedenle amaca ulaşmak için her yolu mubah gören Makyavelistlerdir. Rasyonalistlik iddiası taşımalarına rağmen manipülasyon ve popülizmden de kaçınmazlar. Yine Türk tipi laiklik gereği dinle, kilise ile ilgileri olmasa da patrikliği ve kiliseyi denetimleri altında tutmak istediklerinden patrik seçiminde ve kilise yönetimlerinin seçiminde daima taraftırlar. Ulusal solcu ve liberal basın ve yazarların da -çoğu zaman Ermenilerin sorunlarını körlerin fili tanıması gibi ele alsalar da-  büyük ölçüde bu grubun yanında olduğunu da belirtmek gerekiyor.
Tabi az da olsa azınlık olmayı kabul etmeyip benim dinle, kilise ile ilgim yok, devrimci sosyalistim diyen, patrik seçimine de, cemaat vakıfları yönetimine de karışmayan Ermenilerin varlığını da unutmamak gerekir. Bunlara yakın bir grubun benzer bir görüşü de şöyle:“Pozitif ayrımcılık istiyorsan sen kendine, zaten orada sen kendini farklı görüyorsun. Oysa ben kendimi farklı görmek istemiyorum. Tamam, ben Ermeni’yim, sen Türk’sün, öbürü Kürt, öbürü Alevi. Ben burada kendimi farklı olarak görmek istemiyorum. Ben toplumun bir parçası olduğumu hissetmek istiyorum”6. Bu kişileri Baskın Oran’ın azınlık tanımına göz atarak tanımlayabiliriz: “Grup, özel niteliklerini ve geleneklerini korumaya istekli olmalıdır. Yoksa söz konusu grubun asimile olmak istediği anlaşılır ve ona azınlık denmez. Nasıl sınıf bilinci olmadan sosyal sınıf olmazsa, azınlık bilinci olmadan da azınlık olmaz”7 Bu gruba ne diyebiliriz, gönüllü asimilasyon isteğine kimse karşı çıkamaz. Bu grubu nötrleşmiş gruplarla karıştırılmaması gerekir, nötrleşen grup farklılığının bilincinde olan ve onu korumaya çalışan bir gruptur.
Son olarak toplumun önde gelenlerinden olup, daima güçlüden yana olan kişilerin de bu ikinci gruptan yana olduğunu unutmamak gerekir.
Sonuç olarak, Ermeni toplumunda, Ermeni toplumunun eskiden olageldiği gibi dini topluluk olarak tanınmasını ve çağdaş dini ihtiyaç ve geleneklere göre örgütlenmesini isteyenlerle, Ermenilerin diğer Müslüman azınlık gruplarıyla özdeşleşerek etnik topluluk olarak tanınmasını isteyenlerin ayrı gruplar olarak çalışmaları doğru olur.  Ermeniler arasında bu karşıt fikirde olan gruplardan yeni anayasa konusunda ortak çözümler ve ortak akıl beklenemez. Diğer taraftan anayasa yapılması ciddi bir fırsattır ve bu fırsat bir daha ne zaman gelir bilinemez. Patriği temsilci olarak görmek istemeyenler, bunu ya bu gün yapacaklar ya da bir daha çok uzun bir zaman böyle bir fırsat bulmayacaklardır. Bir yandan patriklikteki boşluk ve kararsızlık diğer yandan güçlü ulusal sol ve liberal medya desteği bu gruba çok ciddi avantajlar sağlayabilir.
Solcu ve liberal medya ne kadar ilgilenir bilinmez ama Lozan Anlaşmasından vazgeçersek, başta ana dilde eğitim olmak üzere kazanılmış pek çok hak tartışmaya açılacaktır. Bilindiği gibi Başbakan Erdoğan, anadilde eğitim hakkı için, “Kimse bizden anadilde eğitim beklemesin, resmi dil Türkçedir” diyor8. Etnik azınlık olarak tanınma halinde olacakları daha geniş olarak incelemek gerekecektir.
1)  Siyah Kuğu- N. Nicholas Taleb- Varlık yayınları Sayfa 40
5) http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1177037
7) Baskın Oran- Küreselleşme Ve Azınlıklar Sayfa 69. İmaj yayınevi Ocak 2000
DEVAM EDECEK
Murat Bebiroğlu / murat.bebir@gmail.com
Aralık 2011

Yorumlar kapatıldı.