İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

TARİHİN YARGISIZ İNFAZI

Ulus devletlerle birlikte tarihin büyük bölümü, ulus devletin millet inşasında kullanılan araçlardan biri olduğundan, farklı kültürlere sahip unsurları ötekileştirmeye, iç düşman yaratmaya yarayan büyüklere masallar haline gelmiştir. Daha kötüsü bu yüzden resmi tarih, ulus devletlerin yargısız infazının vasıtası olmuştur.

TARİHİN YARGISIZ İNFAZI
2000 Yılında Türkiye’de İlk ve Orta öğrenim düzeyinde tarih öğretiminin yeniden yapılandırılması başlıklı sempozyuma sunulan bir bildiride tarihin kimlik duygusu oluşturmasıyla ile ilgili bölümde şu bilgiler veriliyor. “Özellikle 20. Yüzyılın ilk yarısında yaşananlar böyle bir tarih anlayışının oluşturduğu, bilgiden çok bilgisizliğe dayanan stereotiplerin1  (kalıp yargı) ve bunlar üzerinde yaratılan ‘öteki’lerin, uluslar arası gerilimlere kaynaklık ettiği, barışçı bir dünyanın oluşmasını engellediği anlaşılmıştır. Böyle bir tarih anlayışı, beraberinde yabancı düşmanlığını ve içe kapanışı getirmiştir.
 
‘Öteki’ler yaratarak ulusal kimlik oluşturulmayı ön plana çıkaran tarih anlayışının sakıncalarının anlaşılması üzerine II. Dünya Savaşı’ndan sonra UNESCO öncülüğünde çabalar gündeme gelmiştir. Önce ikili ilişkilerle, daha sonra çok taraflı ilişkiler içinde bilgi akışı sağlanarak, çatışmalara kaynaklık eden uluslara ilişkin stereotiplerin çözümlenmesinin ve daha barışçı, başkalarını anlamaya çalışan, eleştirel olabilen bir tarih eğitiminin olanakları araştırılmaya başlanmıştır.”2   
 Ancak ne yazık ki ülkemizde bu güne kadar tarih kitaplarında özellikle azınlıklara karşı kin ve nefret uyandıran bölümlerde bir değişiklik olmamıştır.
Tarihi muzafferler ya da kazananlar yazar derler. Ulus devletlerle birlikte tarihin büyük bölümü, ulus devletin millet inşasında kullanılan araçlardan biri olduğundan, farklı kültürlere sahip unsurları ötekileştirmeye, iç düşman yaratmaya yarayan büyüklere masallar haline gelmiştir. Daha kötüsü bu yüzden resmi tarih, ulus devletlerin yargısız infazının vasıtası olmuştur. Nitekim Türkiye’de Rumlar, Ermeniler ve Süryaniler yargılanmadan infaz edilerek, hain ilan edilmişlerdir. O kadar ki Ankara Ticaret Odası bile “İçimizdeki Hançer Fener Rum Patrikhanesi” başlıklı el kitabı yayımlanmıştır.3
Tarih kitaplarında Süryanilerin hain ilan edildiği haberini4  ve Süryanilerin bu kitaplara tepki gösterdiğini okuyunca5, doğrusu önce şaşırdım. Şaşırdım, çünkü bizim okuduğumuz dönemlerde -yanlış hatırlamıyorsam- tarih kitaplarında Süryani sözü pek geçmezdi. Tarih kitaplarında hain denilince akla Ermeniler ve Rumlar gelirdi. Hala da öyledir, Ermeni hem kötünün adıdır, hem de kötülüğün kendisi.
Bir konuda bir bakana da anlattığım örnek bir anekdotu buraya yazmak istiyorum. Doksanlı yıllar. Yugoslavya parçalanıyor ve Bosna Hersek’de ciddi katliamlar var. Bu ortamda Türkiye ayağa kalkıyor, her şehirde mitingler yapılıyor. Bir tanıdığım anlatmıştı, yanlış hatırlamıyorsam Çanakkale’de Bosna Hersek mitingi yapılıyor. Konuşmacı heyecanla Sırpların nasıl zalim, nasıl kötü, nasıl canavarlar olduğunu anlatıyor. Ancak toplumdan istediği, beklediği tepkileri alamamış olacak ki başka bir yol arıyor ve buluyor. Değerli arkadaşlar bu Sırplar Ermeni, Ermeni diyor. Tabi alkış, küfür, kıyamet.   
Sonuç olarak biz Ermeni ve Rumlar kadim hainler (!) olarak, okullarımızda öğretmenlerimize dedelerimizin, babalarımızın nasıl ihanet ettiğini, ne kadar zalim ve kötü olduklarını anlatarak büyüdük. Türk arkadaşlarımızın yanında çocukça suçluluk duyduk. Süryaniler ise ancak Cumhuriyetin yetmişinci ya da sekseninci yılından sonra hain oldular. Bu kadar gecikmenin nedenini merak ettim. Öyle ya bizim meşhur Halaçoğlu ekolü tarihçiler yeni araştırmalar mı yaptı, yeni belgeler mi buldu? Sonra anladım nedenini. Son 15-20 yılda Süryaniler de 1915 yılında soykırıma uğradıklarını söylemeye başladılar. Yurt dışında ciddi girişimler başlattılar. Eğer soykırım iddiası varsa, elbette ihanet de söz konusu olacaktır. Öyle ya siz de Kızılderilileri öldürdünüz diyebilmek lazım, ne olur ne olmaz.
Lise Tarih kitaplarına gelirsek:
–          10. Sınıf Tarih Kitabı. Yazarları: Vicdan Cazgır, İlhan Genç, Mehmet Çelik, Celal Genç, Şenol Türedi. Sayfa 65-66.
 “ I. Dünya Savaşı sürecinde özellikle Rusların ve Avrupa devletlerin kışkırtmasıyla Süryaniler ayaklandılar. Fakat bu ayaklanmalarda başarılı olamayınca Süryanilerin büyük kısmı Osmanlı topraklarından ayrıldılar.
 
İngiltere petrol kaynaklarına giden yollarda üstünlük sağlamak amacıyla 1924 yılında Süryanileri ayaklandırdı. Olaylar kısa sürede büyüdü Hakkâri valisini esir alan isyancıların ağustos ayında çıkardığı ayaklanma Ekim başında bastırılabildi. Bu ayaklanmadan sonra Nasturi denen azınlığın tamamı Türkiye’den ayrıldı. Lozan Antlaşması’na göre Süryaniler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı sayıldılar. Bu nedenle kanun önünde eşitlik ilkesinden yararlanma hakkını elde ettiler.” 
İki paragrafta bu kadar gaf, bu kadar yanlış yapmak gerçekten anlaşılır gibi değil.
İnsanlar, asırlarca mutlu yaşarken özellikle toprağa bağlı insanlar durup dururken isyan etmezler. Müslüman, Hıristiyan bu kadar çok isyan sadece Fransız ihtilalının getirdiği milliyetçilik akımına ya da dış teşviklere de bağlanamaz. İçeride sorun yoksa hiçbir dış tahrik ayaklanmayı sağlayamaz. Temelde sorun devletin adaletini kaybetmesi ve halkına zülüm etmesidir.  Kaldı ki, isyan varsa isyan edenler cezalandırılır, bütün bir halk hain ilan edilmez.
Süryanilerin ne zaman nerede ayaklandıkları belli değil. Daha önemlisi başarlı olamayınca gönüllü olarak Osmanlı topraklarını terk etmişler. Anlaşılan tehcir bile söz konusu değil(!) Nasturi ayaklanmasında vali esir alınıp sonra bırakılmış ve bir binbaşı ile üç er öldürülmüştür. Ayaklanma denmesinin nedeni de bu olayların İngiliz kuvvetlerince desteklenmesidir.
Tarihçiler, ayrı bölgelerde yaşayan ve farklı mezheplerden olan Nasturilerle Süryanileri aynı halk gibi göstermekte, böylece Süryani ayaklanmasından dolayı Nasturilerin ya da Nasturi ayaklanmasından dolayı Süryanilerin cezalandırılması meşrulaştırılmaktadır. Sayın tarihçiler şöyle diyor: “1924 yılında Süryaniler ayaklandı. Olaylar kısa sürede büyüdü Hakkâri valisini esir alan isyancıların ağustos ayında çıkardığı ayaklanma Ekim başında bastırılabildi. Bu ayaklanmadan sonra Nasturi denen azınlığın tamamı Türkiye’den ayrıldı.”  Süryaniler ayaklanıyor, Nasturi denen azınlık Türkiye’yi –nedense- terk ediyor. Dinleyen söyleyenden arif gerek, ayaklananlar ya da daha doğrusu ayaklandığı söylenenler Süryaniler değil Nasturiler.
Diğer taraftan İstiklal savaşı süresince Türk isyanlarının sayısı 28’dir6 . Eğer her ayaklanan halk hain sayılırsa bu mantığa göre Türk, Çerkez bütün toplumların hain ilan edilmesi gerekir. Aynı mantıkla, resmi tarihe göre 38 kez isyan eden Kürtlerin de7  yine hain ilan edilmesi gerekecektir. Arapları ise hiç saymıyoruz. Korkarım bu tarih mantığıyla Türkiye’de Türkler de dahil hain olmayan halk kalmayacak.
Lozan’a göre Süryaniler vatandaş sayıldı, ne demek? Ne sayılacaktı? Lozan Antlaşmasında ne Süryani sözü geçer, ne de Ermeni, Rum, Yahudi.  Lozan’da söz edilen azınlıklar Müslüman olmayan azınlıklardır ve kesin olarak Süryanileri de kapsar. Devlet nedense çoğunluğu İstanbul çevresinde yaşayan Ermeni, Rum ve Yahudilere (Bulgarlar da eklenebilir) azınlık haklarını tanırken, ağırlıkla güneydoğu illerinde yaşayan gözden ırak Süryanileri görmezden gelmiştir. Sanırım tarihçiler, Süryaniler azınlık sayılmadılar demek istiyor. Bu tarihçilere göre azınlık olanlar vatandaş olamıyor demek ki. O da yetmiyor vatandaş olunca eşitlik ilkesinden yararlanma hakkını elde etmişler. Vatandaş olmayanlar kimler? Sanırım yine azınlıklardan söz ediliyor, bu tarihçilere göre azınlıklar eşitlik ilkesinden yaralanmayı hak etmiyorlarmış. Sanırım bizim tarihçiler farkında değil ama azınlık olmanın temel koşullarından biri de vatandaş olmaktır. Kaldı ki kanun karşısında eşitlik ilkesi sadece vatandaşları değil, yabancıları ve hatta vatansızları (Haymatlos) da kapsar. Nitekim anayasanın eşitlik ile ilgili 10.maddesi ‘Herkes’ sözüyle başlar. Ancak kanun önünde eşitlik devletin yabancılar ya da vatansızlar için ayrı kanunlar çıkarmasına engel değildir. Hangi yanlışı düzeltmeli?
Diğer yandan bazı kaynaklarda Süryanilerin Lozan azınlık haklarından feragat ettiğinden söz ediliyor: “Şubat 1923’te Mustafa Kemal’e yakınlığı ile tanınan Celal Nuri (İleri) Bey’in sahibi olduğu İleri Gazetesi’ne bir röportaj veren İlyas Şakir Efendi “Azınlık hukuku meselesi, bu dakikaya kadar mümessili bulunduğumuz cemaatin ne akıl ne de hayaline gelmiştir, ne de gelmesi ihtimali vardır. Biz, bunu olanca kuvvetimizle protesto ederiz. Ben cemaatim namına ne böyle haklar talebinde bulundum, ne de bulunacağım. Süryaniler, Misak-ı Milli hudutları için yaşayan milletin bir azınlığıdır. Biricik arzuları ise, iyi günlerde de fena günlerde de birlikte bulunmaktır” diyerek Mustafa Kemal’e mesaj göndermişti. Ancak, Ankara’da iki ay daha kalan İlyas Şakir Efendi, (her ne kadar Süryani kaynaklarında aksi iddia edilse de) Mustafa Kemal’le görüşemeden, 19 Mayıs 1923 tarihinde Diyarbakır üzerinden Mardin’e dönmek zorunda kaldı.”8 
Görülüyor ki, tarihçiler olup bitenden pek haberdar değil. Ancak Süryanilerin azınlık sayılmamasının, onların istememesiyle ve feragatiyle ilgisi yoktur. Dünyada hiçbir azınlık hakkı, azınlıklara sorularak verilmez.  Öyle olsa devletin baskısıyla bütün azınlıklar haklarından vazgeçerlerdi. Uluslararası bir sözleşmenin değişmesi -çok büyük ihtimalle azınlıkların korkusundan kaynaklanacak- arzusuna bırakılamaz. En önemlisi “azınlık hakları gruba verilmiş bireysel haklar olduğundan grubun liderinin feragatinin geçerliliği yoktur.”9
Asırlardan beri temel hukuk prensiplerinden biri olan suçun ve cezanın şahsiliği prensibi her nasılsa bizim tarihçilerin elinde duruma göre değişen bir prensip haline geliyor. Ayaklanan, Ermeni, Rum ya da Süryani ise bütün Ermeni, Rum ve Süryaniler ihanet etmiş oluyor. Ve tabi bunun doğal sonucu olarak çoluk, çocuk, kadın, yaşlı demeden hepsinin cezalandırılması yasallaşıyor. Ancak ayaklanan Türk ya da Çerkez  ise, bu durumda halk değil sadece ayaklananlar suçlanıyor.
Tarih Kitaplarında Ermeniler
–          10. Sınıf Tarih Kitabı. Yazarları: Vicdan Cazgır, İlhan Genç, Mehmet Çelik, Celal Genç, Şenol Türedi. Sayfa 179
“1877’de Ermeni ayaklanmalarını örgütlemek için İsviçre’de Hınçak Cemiyeti ve 1889’da Rusya’da Taşnak Ermeni Cemiyeti kuruldu. Osmanlı Devletine karşı teşkilatlanan Ermeniler ilk kez 1877-1878 Osmanlı- Rus Savaşı’nda isyan ettiler ve Rus ordusuyla birlikte hareket ettiler.”
Türkçe bütün kaynaklarda Taşnak cemiyetinin kuruluş tarihi 1890’dır. 1877 yılında kurulan Hınçak ve savaştan iki yıl sonra kurulan Taşnaklar teşkilatlanıp ilk Ermeni isyanını çıkarmışlar. Ancak tarihte böyle bir isyandan söz edilmiyor. Ruslarla birlikte hareket eden Ermeniler olduğuna göre bu da isyan sayılır diyebilir, tarihçiler. Ancak aynı sayfanın devamında aynen şu cümle var: “Ermeni komiteleri ilk defa 1890’da Erzurum ve Adana’da isyan çıkardılar.” Acaba hangisi ilk?
–          11. Sınıf T.C. İnkılap Tarihi (Sayfa 23)- Komisyon
“I. Dünya Savaşı’nın bütün hızıyla sürdüğü Çanakkale cephesinde ölüm- kalım mücadelesinin verildiği bu dönemde, Osmanlı Devleti Ermeni-Rus iş birliğini önlemek için bir takım kararlar almak zorunda kaldı. 24 Nisan 1915’te ‘Ermeni komite merkezinin kapatılması, belgelerine el konulması ve komite başkanlarının tutuklanmasını’ bir genelge ile tüm komutanlara bildirdi. Bu genelge üzerine İstanbul’da Hınçak ve Taşnak büroları kapatılarak üyeleri tutuklandı. Ermenilerin 1915 olaylarının yıldönümü olarak andıkları 24 Nisan genelgenin yayımlandığı gündür.
Alınan önlemler sonuç vermeyince 27 Mayıs 1915’te Tehcir Kanunu çıkarıldı. Bu yasa ile Ruslarla iş birliği yaparak katliama girişen Ermeniler bulundukları yerlerde tehlike oluşturdukları için yaşadıkları illerden güvenli bir Osmanlı toprağı olan Suriye’ye göç ettirildiler. Osmanlı Devleti, savaş içinde olmasına rağmen göç ettirilen Ermenilerle ilgili tedbir ve önlemler almıştır. Göç ettirilen Ermenilerin vergileri ertelenmiş, diledikleri eşyalarını almalarına izin verilmiş, yol boyunca saldırılara karşı korumak ve ihtiyaçlarının giderilmesi için memurlar görevlendirilmiş, can ve mal güvenliği için karakollar kurulmuştur.” 
Bu bölüm de tam bir resmi tarih klasiğidir. Tarihçilere göre devlet öyle tedbirler ve önlemler almış ki, Halaçoğlu’nun bile kabul ettiği – çoğu nezle, grip, kabakulak gibi hastalıklardan olsa da- 250.000 civarında insan ölmemiştir. Devlet hem ihtiyaçlarını karşılamak hem de korumak amacıyla gerekli önlemleri almış. Servetlerini boyunlarında ve koyunlarında bir ölüm fermanı gibi taşıyanları bırakın savaş içindeki sefaleti, yoksulluğu, darmadağınıklığı savunmasız, silahsız bu insanları koruyucularından kim koruyacaktı. Bu gün bile parklarda tecavüze kalkışanlar varken korumasız genç kızları koruyuculardan kim koruyacaktı acaba. Dahası da var, bu tarihçiler bir adım daha ileri gitmiş ve Der Zor çöllerini güvenli bir toprak ilan ediyor. Haklılar doğrusu çöller hep güvenlidir(!)        
–          11. sınıfta okutulan T.C. İnkılap Tarihi Sayfa 29 – Komisyon
“Ermeni Hınçak Komitesi Ermeni Patriği Zaven Efendi tarafından 1877’de kuruldu. Amacı, Çukurova ve Doğu Anadolu’da bir Ermeni devleti kurmaktı. Mavri Mira Cemiyeti ile iş birliği yapıyordu.” 
Burada da inanılmaz cevherler var. Patrik Zaven (Deryeğiyayan) Efendi 1868 doğumludur10. Bu değerli tarihçilere göre 9 yaşında Hınçak Komitesini kurmuştur. Patrik Zaven Efendi 1913 yılında patrik olmuştur. Ne diyelim lise tarih kitabı böyle yazıyor. Hınçak Komitesi 1877 yılında İsviçre’de Avedis Nazarbekian, eşi Maro ve Kafkasyalı beş öğrenci tarafından kurulmuştur. Bu arada Mavri Mira ile bağlantı ise olsa olsa bir kuruntudur.
–          12. Sınıf Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi. Yasemin Okur, Akın Sever, Ertan Aydın, Hakan Kızıltan, Mehmet Aksoy, Mehmet Öztürk.  Sayfa 159.
“Ermeni sorunu 10.sınıf Tarih 2 dersinde belirtildiği gibi XIX. yüzyıl sonlarında büyük devletlerin politik çıkarları doğrultusunda ortaya çıkmıştır. Lozan Antlaşması’nda Türk Vatandaşı olan gayrimüslimlerin siyasi ve medeni hakları belirtilmiş olmasına rağmen Ermeniler azınlık statüsünü istemeyerek diğer Türk vatandaşları ile aynı kanunlara tabi olmayı kabul etmişlerdir. Bu olumlu gelişmeler rağmen Ermeni diasporası ve bazı devletler politik amaçlarla Ermeni meselesini yeniden canlandırmışlardır. Bu bağlamda diaspora iddialarını dünyaya tanıtmak ve Türkiye’ye kabul ettirmek, Türkiye’den tazminat ve toprak almak son aşamada da Büyük Ermenistan hayalini gerçekleştirmekti. Bu amaçla propaganda çalışmalarına başlayan Ermeniler ‘Ermenistan Kurtuluşu için Ermeni gizli Ordusu’ adı verilen ASALA adlı terör örgütünü kurdular.”
Biliyorum okuyucularımızın çoğu gözlerine inanmayacaktır ama bu bir gerçek. Demek ki, biz her ne kadar farkında değilsek de azınlık olmaktan çıkmışız. Lozan tartışması bitmiş. İnsaf sahibi kim böyle bir ders kitabının varlığını kabul eder. Devlet her gün Türkiye’de sadece Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler azınlıktır derken. Bizim tarihçiler bizim azınlık haklarını yok etmiş de biz farkında değiliz. Milli Eğitim Bakanlığı sadece bu paragraf için bile bu kitapları değiştirmelidir. Yukarıda da belirtmiştik uluslararası antlaşmalarla, sözleşmelerle verilen haklar azınlıkların isteğine bağlı değildir. Kaldı ki Ermenilerin böyle bir girişimi olmamıştır.
1925 Yılında devletin baskısıyla her üç azınlık Lozan Antlaşması’nın 42. Maddesinin ilk iki fıkrasından vazgeçmiştir. Hem yukarıda sözünü ettiğimiz gibi uluslar arası antlaşmalar, sözleşmeler azınlıkların isteği ile değiştirilemez. Hem de azınlık hakları gruba verilmiş bireysel haklar olduğundan grubun liderinin feragatinin geçerliliği yoktur.11 Dahası da var, bizim azınlık haklarından vazgeçmemiz olumlu gelişmeymiş. Yani yine nankörlük etmişiz(!).
Görüldüğü gibi burada da bir resmi tarihçi klasiğinden söz edilebilir. Biz dahil bütün Ermeniler kurmuşuz Asala’yı. Bazı Ermeniler falan değil doğrudan doğruya bütün Ermeniler kuruyor terör örgütünü ve doğal olarak terörist oluyor. Hele şu toprak talebi ve Büyük Ermenistan sözü var ki, dünyada benzeri yoktur. Hangi devlet kansız, savaşsız toprak verir, böyle bir şey nerede görülmüştür. Hem de dünyanın altıncı büyük ordusuna sahip bir ülkeden toprak alınacak. Kaldı ki Ermenistan Devlet Başkanı toprak talebi olmadığını defalarca açıkladı.12    
Daha dikkatli bir inceleme ile pek çok başka gariplikler de bulunabilir. Azınlıkların hiçbir ayırım yapılmadan hain olarak gösterilmesi nefret suçudur. Bu durum hem insan haklarına hem azınlık haklarına aykırıdır. Türkiye’de maalesef hala nefret suçlarıyla ilgili bir yasa yoktur. Bu güne kadar azınlık lehinde hiçbir zaman uygulanmamışsa da aşağılama, kin ve düşmanlığa teşvik Türk Ceza Kanunu’na göre de suçtur.13. Bu tarihçiler azınlıkları hain ilan ederek nefret suçu işlemekte, onları hedef haline getirmektedir.
Son dokuz yılda hükümetin azınlıklarla ilgili iyileştirmelerini küçümsememekle birlikte verilen sözlere rağmen tarih kitaplarında değişiklikler olmamıştır. Her zamankinden daha fazla insan ve azınlık haklarına saygılı bir hukuk devleti olmak iddiasını taşıyan Türkiye Cumhuriyeti’nin Müslüman Olmayan Azınlıklarla ilgili paradigma değişikliğine, bir zihniyet devrimine ihtiyacı vardır. Azınlıklarla ilgili azınlıklar kötüdür gibi kalıp yargıların, azınlıklar haindir gibi önyargıların değişmesi, ayrımcılığın ve ötekileştirmenin önlenmesi gerekir. Bunun için öncelikle Milli Eğitim Bakanlığı, bu kitapları inceletmeli ve tarihi bir infaz aracı olmaktan çıkarmalıdır. İkinci olarak Bakanlıklar dahil resmi web sitelerinde ve Türk Tarih Kurumu gibi yarı resmi sitelerdeki kin ve nefret uyandırıcı bölümler de ayıklanmalıdır.
Murat Bebiroğlu
Kasım 2011 / murat.bebir@gmail.com 
Notlar:
1)  http://sbe.balikesir.edu.tr/dergi/edergi/c11s20/makale/c11s20m7.pdf
Stereotip: Stereotip (kalıp yargı) kavramı, etimolojik olarak ‘Streos (sağlam, dayanıklı, katı)’ ve ‘Typos (karakter, nitelik, tip)’ sözcüklerinden oluşmaktadır.  İlk kez Lippmann (1922) tarafından ortaya atılan bu terim, “Kafamızdaki imajlar”a işaret etmektedir. Kalıp yargı, “Diğer insanları içine yerleştirdiğimiz kategoriler”i ifade etmekte ve “Diğer bir bireyi veya bireyler grubunu tanımlamak için kullandığımız basitleştirilmiş betimsel kategoriler”i nitelemektedir. Kalıp yargılara sıklıkla hedef olan gruplar; yaş, cinsiyet, meslek grupları, azınlık grupları ve milliyetlerdir.
 Sterotip (kalıp yargı), önyargı (peşin hüküm) ve ayrımcılıkla karıştırılmamalıdır.
2)   Yaratıcı ve Çağdaş bir tarih eğitimi için- İlhan Tekeli-2-3 Aralık 2000 tarihli sempozyum  bildirisi-S.4

3)   ATO Vatanseverin El Kitabı serisi 3

4)   http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?


aType=RadikalHaberDetayV3&ArticleID=1064418&Date=15.11.2011&CategoryID=77

5)   http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1065103&Date=15.11.2011&CategoryID=77

6)   http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0%C3%A7_Cephe-Ayaklanmalar#Ayaklanmalar.C4.B1n_listesi
7)   http://www.nuveforum.net/943-siyaset-fikir-ayriliklari/32740-kurt-isyanlari-hangi-tarihte-oldu/
8)   http://www.suryaniler.com/konuk-yazarlar.asp?id=404
9)   Baskın Oran- Türk Dış Politikası Cilt I- İletişim Yayınları- Sayfa 231 /
10)   http://www.hyetert.com/yazi3.asp?Id=442&DilId=1
11)   Baskın Oran- Türk Dış Politikası Cilt I- İletişim Yayınları- Sayfa 231 / http://www.hyetert.com/yazi3.asp?Id=442&DilId=1
12)   http://www.habervitrini.com/haber.asp?id=362719
13)  MADDE 216. – (1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması hâlinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
 
 

Yorumlar kapatıldı.