Azınlıkça dergisi yazarlarından Strazburg Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Samim Akgönül Gündem gazetesinden Cemil Kabza’nın sorularını yanıtladı… Bu gelişmeleri olumlu, ancak yetersiz buluyorum. Bir taraftan açılımlar yapılırken, özellikle vakıf konusunda, diğer taraftan da Türkiye’deki azınlık karşıtı milliyetçi söylem hala devam ediyor.Açıkçası Türkiyelilik kavramının hala inşa döneminde olduğunu düşünüyorum. Türkiyelilik kavramının henüz oturmadığını düşünüyorum. Mutlaka oturması gerektiğine inanıyorum… Lozan Antlaşması’nın vaktinden önce imzalanmış bir insan hakları anlaşması olduğuna inanıyorum. Onun için Lozan’a çok değer veriyorum. Lozan’da azınlıkların korunması dense de, 37-44 maddeleri insan hakları maddeleridir ve bütün vatandaşlara verilen ayrımcılık karşıtı haklardır. Onun için Lozan önemlidir. Ama, Lozan’ın gerçekten uygulanması, harfiyen uygulanması çok büyük bir gelişme olur. Eğer öyle bir şey mümkün olursa. (Gel de bizimkilere anlat. HYETERT?
Azınlıkça dergisi yazarlarından Strazburg Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Samim Akgönül Gündem gazetesinden Cemil Kabza’nın sorularını yanıtladı.
Cemil Kabza’nın Priştine’de Samim Akgönül ile yaptığı ve 11 Kasım tarihli Gündem gazetesinde yayımlanan mülakat şu şekildedir:
Cemil Kabza: Siz Türkiye ve Yunanistan’ı iyi tanıyan bir bilim adamısınız. Türkiye’deki gayri Müslim azınlıklar ve Batı Trakya Türk azınlığıyla da yakından ilgileniyorsunuz. Bilimsel çalışmalarınız var. Kitaplar yazdınız. Son dönemde Türkiye hükümetinin gayri Müslim azınlıklara yönelik bazı açılımları oldu, onları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Samim Akgönül: Bu gelişmeleri olumlu, ancak yetersiz buluyorum. Bir taraftan açılımlar yapılırken, özellikle vakıf konusunda, diğer taraftan da Türkiye’deki azınlık karşıtı milliyetçi söylem hala devam ediyor.
Açıkçası Türkiyelilik kavramının hala inşa döneminde olduğunu düşünüyorum. Türkiyelilik kavramının henüz oturmadığını düşünüyorum. Mutlaka oturması gerektiğine inanıyorum.
Cemil Kabza: Bu Baskın hocanın (Baskın Oran) bir söylemi değil mi?
Samim Akgönül: Tabii, biz zaten Baskın hoca ile birlikte çalışıyoruz. Türk Dış Politikası’nın üçüncü cildini hazırlıyor. Bunun insan hakları bölümünü ben yazıyorum. Evet, Türkiye’ye ait olma kavramının gerçekten hala inşa döneminde olduğunu düşünüyorum ve biraz daha hızlı adımlarla ilerlemesi gerektiğine inanıyorum. Fakat bunun yanısıra bir çok gelişme yaşandı. Bu gelişmelerden en önemlisi, sizin de dediğiniz gibi 1936 beyannamesi dolayısıyla çok zor durumda bırakılmış, 1974’ten sonra mallarına el konmuş vakıfların mallarının bir kısmının, o da devlete ait vakıf mallarının iadesidir. Geri kalan kısmının alınması biraz zor. Kaldı ki geri kalan kısmının büyük bölümünde devlet içerisinde de ihtilaf var. Hazine ile milli emlak arasında bir çekişme var. Bunlar davalı. Bu malların kimde olduğu belli olmadığı için, onların iadesi de biraz zor gibi görünüyor.
Cemil Kabza: İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türkleri’nin konuşulduğu forumlarda mütekabiliyet meselesi de gündeme geliyor. Siz mütekabiliyet meselesine nasıl bakıyorsunuz?
MÜTEKABİLİYET YOKTUR
Samim Akgönül: Mütekabiliyet yoktur. Açıkça hemen söyleyeyim. Batı Trakya Türk Müslüman Azınlığı ile İstanbul Rum Ortodoks Azınlığı arasında mütekabiliyet yoktur.
Mütekabil olan azınlıklar değil, devletlerdir. Mütekabileyet hak vermedir. Hak alma değildir. Neden? Mütekabiliyet dediğimiz kavram, uluslararası hukukta çok olan bir kavramdır. Siz Fransa Cumhurbaşkanısınız, ben Türkiye Cumhurbaşkanıyım. Siz diyorsunuz ki, sizden aldığımız domateslere yüzde 20 vergi koyacaksınız. Ben de diyorum ki sizden aldığımız patateslere yüzde 20 vergi koyacağız. Bu mütekabiliyettir. İnsan hakları konusunda mütekabiliyet olamaz. Yani bir devlet kendi vatandaşının haklarını ihlal ediyor diye, diğer devlet onun vatandaşının haklarını ihlal edemez.
İkinci konu, ülkeler kendi vatandaşları olduğu zaman mütekabiliyet uygulayamaz. Yabancı vatandaş olursa uygulayabilir. Yani Yunanistan kendi vatandaşlarına ders kitabı dağıtmıyorsa, Türkiye kendi vatandaşlarına ders kitabı dağıtmayacak diye bir şey yok. Mütekabiliyet bu açıdan kesinlikle yoktur.
Cemil Kabza: Peki mütekabiliyetin hak ihlali değil de olumlu gelişmeler, iyi niyet, güzel örnekler babında uygulanması mümkün değil mi? Örneğin Türkiye’nin vakıflar konusunda atmış olduğu olumlu adım Yunanistan tarafından da atılamaz mı? Veya Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan Yunanistan’a ‘bakın biz vakıflar konusunda şu adımı attık, sizden de adım atmanızı bekliyoruz’ dediği anda haksız mı olur?
Samim Akgönül: Çok haklı olur. Çünkü hakların verilme konusunda mütekabiliyet olur ve devlet konusunda olur. Kendi vatandaşıma bu hakkı veriyorum, sen de ver diyebilir. Bu siyasi bir söylem olur. Fakat hukuki zeminde yeri yoktur. Türkiye hukuki zeminde kendi vatandaşlarına ne kadar hak veriyorsa o kadar büyük, Yunanistan da kendi vatandaşlarına ne kadar hak veriyorsa o kadar büyüktür.
Cemil Kabza: 1990’lı yıllara kadar Batı Trakya’da tarifi zor baskılar vardı. 90’dan sonra ilan edilen yasalar önünde eşitlik politikası sayesinde kısmen de olsa vatandaşlık haklarında bir ilerleme görüldü. Ancak temel azınlık hakları konusunda bugün dahi hiç bir gelişme yok. Azınlığın bakış açısı özetlenecek olursa, bizim için bir Lozan Antlaşması var, Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanmış sözleşmeler ve protokoller var, biz onlara bakarız. Bunun yanısıra AB normları ve uluslararası insan hakları hukuku müktesebatına bakarız. Son zamanlarda bazı aydınlar tarafından Lozan’dan vazgeçin, AB’ye yönelin şeklinde söylemler ortaya atılıyor. Siz bu söylemlerin neresinde yer alıyorsunuz?
LOZAN, VAKTİNDEN ÖNCE İMZALANMIŞ BİR İNSAN HAKLARI ANLAŞMASIDIR.
Samim Akgönül: Ben bu söylemlerin hiç bir yerinde yer almıyorum. Kaldı ki, ben Lozan Antlaşması’nın vaktinden önce imzalanmış bir insan hakları anlaşması olduğuna inanıyorum. Onun için Lozan’a çok değer veriyorum. Lozan’da azınlıkların korunması dense de, 37-44 maddeleri insan hakları maddeleridir ve bütün vatandaşlara verilen ayrımcılık karşıtı haklardır. Onun için Lozan önemlidir. Ama, Lozan’ın gerçekten uygulanması, harfiyen uygulanması çok büyük bir gelişme olur. Eğer öyle bir şey mümkün olursa.
Doğru söylüyorsunuz. 1990’lı yıllara kadar gerçekten de saçma diyebileceğimiz insan hakları ihlalleri yaşanıyordu. Asıl insan hakları ihlalleri 1967-74 yılları arasında yaşandı. Açıkçası 1990’lı yıllarda ilan edilen değişik politikayla insan hakları ihlallerinin bir kısmı düzeldi. O zamana kadar komik ihlaller vardı. Ehliyet alamama, inşaat izni alamama, işyeri açamama, kredi alamama gibi günlük hayata direkt etki eden ihlaller vardı. Bunların bir kısmı düzeldi. Fakat, ana insan hakkı, o da kendi kimliğini belirleme hakkı elbette hala inkar edilmektedir.
TÜRKÜM DEMEK YASAK OLAMAZ
Cemil Kabza: Hazır kimlik konusunu açmışken, AİHM’nin İskeçe Türk Birliği ve diğer dernekler lehinde verdiği kararlar var. Özellikle İTB lehine verdiği karar üzerinde duralım. Yunanistan AİHM kararını uygulamadı ve şimdi İTB davası tekrar AİHM’ne gidecek. Bu nasıl bir adalet sistemi?
Samim Akgönül: Yunanistan AİHM’nin imzacısıdır ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin uluslar üstü özelliğini kabul etmiş bir ülkedir. AİHM’nin verdiği kararların iki tane sonucu olur.
Bir tanesi, bir birey bir devlet aleyhine bir dava açtığı zaman bir ceza öngörülüyor. Örneğin 10 bin dolar ödemeye mahkum edilir.
İkincisi de o cezayı gerektiren düzenlemeyi, düzeltmektir. O yüzden de özellikle kimlik konusunda, elbetteki Yunanistan’ın bu karara muhakkak uyması gerekiyor. Eğer İskeçe Türk Birliği veya herhangi bir Türk birliği böyle bir dernek açmak istiyorlarsa ve kendilerine Türk demek istiyorlarsa, ne hukuki, ne siyasi ne de insani bir engel bulunamaz. Böyle bir şey sözkonusu değil. Yani, “hayır kardeşim biz Türk değiliz” diyenlerin de önünde bir engel bulunamaz. Gerçekten de Yunanistan’ın AİHM kararlarını kabul ettiği şekliyle uygulamasının şart olduğunu söylüyorum.
Cemil Kabza: Azınlığın, kısıtlı imkanlarla, dar çerçevede bile olsa uluslararası alanda verdiği bir insan hakları mücadelesi var. Sizce bundan sonraki aşamada hakların iadesi için, nasıl bir yol izlenmeli?
Samim Akgönül: İşin açıkçası artık azınlık hakları kavramı, bütün uluslararası belgelerde geçmektedir. Lozan Antlaşması’nın da imzalandığı ilk dönemde, yani Milletler Cemiyeti döneminde , azınlıkların uluslar için bir tehlike unsuru oluşturduklarını düşünerek, kollektif olarak verilen haklar ve azınlıkları koruyan haklar ülkelerden ihlal edildi. Örneğin, Almanya’nın Polonya’ya girmesi gibi. Bu olduktan sonra ikinci döneme geçiyoruz. İkinci dönemde azınlık kavramı ortadan kayboldu. BM’de azınlık kavramı veya tanımı yoktur. Her şey bireyler üzerine oturtuldu. Fakat ne oldu, Avrupa 90’lı yıllarda bir azınlıklar savaşına girdi. Örneğin eski Yugoslavya’daki savaşlar. 89-90’lı yıllarda “azınlık” kavramı tekrar tekrar gündeme geldi. Fakat ilk dönemdeki gibi değil. Tamamen bireysel haklar olarak ele alınmaya başlandı. Artık uluslararası hukukta azınlık hakları yok. Uluslararası hukukta, azınlıklara ait bireylere verilen haklar var. Bu ne demektir? İster kullanırsınız, ister kullanmazsınız. Siz kendiniz için neyi uygun görüyorsanız birey olarak onu uygularsınız.
Cemil Kabza: Ama burada da bir kollektif hak tanınmıyor mu?
Samim Akgönül: Yok, hayır! Diyor ki, ben size bu hakkı bireysel olarak veriyorum, ama başkalarıyla beraber de kullanabilirsiniz. Kollektif hak verdiği zaman kullanamama da ortaya çıkar. Örneğin evlenme. Kollektif hakta derse eğer şu azınlık dini nikahla evlenme hakkına sahiptir, o azınlığa ait bütün bireylerin dini nikah kıyması demektir. Bireysel hakta ise her azınlık mensubu dini evlenme hakkına sahip olduğu gibi, dini evlilik yapmama hakkına da sahiptir. Eğer bir azınlık mensubu bu hakkı reddetmek istiyorsa, ona ret etme imkanı sağlanıyor. Red etme de bir haktır.
Eğer kollektif haklardan konuşacak olursak. Derse bu azınlık kendi dilinde eğitim görecektir. Ama belirtilsin ki azınlık kendi dilinde öğrenmek zorunda. Burada bir sınırlama söz konusu. Oysa bireysel hakta kendi dilinde eğitim görmek istemeyen birisinin başka dilde eğitim almak hakkı da doğuyor.
Cemil Kabza: Bireysel hakların kollektif olarak kullanılması mümkün değil mi?
Samim Akgönül: Azınlığın içinde bir sıkıntı var. Şöyle bir sıkıntı var. Azınlığın içinde o bireysel hakkı kullanmak o kadar kolay değil. Azınlık hakkını red edip, “hayır ben oğlumu, kızımı o okula göndermeyeceğim, şu okula göndereceğim” derse bir sıkıntı doğurabilir.
Cemil Kabza: Zaten kendisini azınlık olarak tanımlayan ve azınlık mensubu olarak kabul eden insanlara tanınıyor bu haklar değil mi?
Samim Akgönül: Doğrudur. Fakat bireyin bir aidiyeti yok. Bazı durumlarda kendimi ben bir azınlığın bireyi olarak tanımlayabilirim, başka durumlarda, başka bir azınlığın ya da çoğunluğun bireyi olarak tanımlayabilirim. Bazı durumlarda azınlık hakkı benim için daha faydalı olacağını düşündüğüm için, bazı durumlarda da çoğunluk hakkının benim için faydalı olacağını düşündüğüm için tanımlayabilirim.
Ben birey olarak, hayatımın hangi evresinde ve hangi bağlamda, hangi gruba ait olacağımı karar vermeliyim.”
Cemil Kabza: Bireysel hakları kollektif olarak kullanmak mümkün mü?
Samim Akgönül: Şöyle mümkün olabilir. Örneğin bir bireye anadilinde eğitim hakkı veriliyor. Fakat azınlığa ait her bireye anadilde eğitim hakkı verildiği için, bu bireyler birleşir ve bu haklarını kollektif olarak kullanırlar. Bu bireyler topluluğu bir okul kurabilir. Fakat anadilde eğitim bireysel hak olduğu için, o azınlığa ait her birey bu hakkı kullanmak zorunda değildir. Örneğin bizim azınlığımız 100 kişi. Bu 100 kişi içerisinde biz 20 kişi diyoruz ki, “Bizim anadilinde eğitim hakkımız var”. Biz 20 kişi birleşiyoruz ve okulumuzu kuruyoruz ve anadilinde eğitim yapıyoruz. Fakat diğer 80 kişi bu hakka sahip olmalarına rağmen, bu hakkı kullanmak istemiyorlar. Dolayısıyla onların o hakkı kullanmama hakkı var. Birleşmiş Milletler’in prensibidir bu. Üç tane ilke var.
1-Bir gruba ait olma hakkı: Eğer ben Türküm diyorsam, kimsenin sana “hayır sen Türk değilsin” deme hakkı yok.
2- Bir gruba ait olmama hakkı: Eğer “ben bu gruba ait değilim” diyorsam, bir devletin beni o grubun içerisine zorla sokmaya hakkı yok.
3-Bir gruptan diğer bir gruba geçme hakkı, yani bir gruba hapis olmama hakkı. İstediğin zaman istediğin gruba katılabilme hakkı.
Bu üç ilke ile bu azınlık haklarını düşünmek gerekir.
Cemil Kabza: Azınlıklar için son derece önemli olduğu bilinen Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıklar için Çerçeve Sözleşmesi var. Yunanistan bu sözleşmeyi 1997’de imzaladı, ancak henüz onaylamadı. Yunanistan’ın bu sözleşmeyi onaylamasıyla Batı Trakya Türk azınlığının bazı temel azınlık sorunlarının çözüleceğine inanıyor musunuz?
Samim Akgönül: Avrupa Konseyi’nin iki önemli belgesi var. Bir tanesi sizin dediğiniz, Ulusal Azınlıklar İçin Çerçeve Sözleşmesi, diğeri de Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı. Bu ikisi çok önemli belgelerdi. Fakat bunlar Avrupa Konseyi’nin belgeleridir. Aslında organik olarak Avrupa Birliği ile ilgili belgeler değildir. Hatta şu anda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde en çok üzerinde konuşulan konu, Avrupa Birliği’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni imzalamasıdır.
Yunanistan 97’de imzaladı, ama onaylamadı. Eski Doğu Bloku bir çok ülke imzaladı, onayladı ve uygulama raporları sundu. Ancak onaylanması ve uygulanması bütün sorunları ortadan kaldıracak anlamına da gelmiyor. Ancak Çerçeve Sözleşmesi çok mutedildir. Dili de çok yumuşak bir dildir. Hatta hep iyi niyetle yapılır ifadeleri boldur. Buna rağmen Yunanistan’ın Çerçeve Sözleşmesi’ni onaylayıp, yürürlüğe koyup, uygulaması ve uygulama raporlarını sunmasının çok iyi olacağını düşünüyorum. Şunu da unutmayalım. Bu sözleşmenin de yaptırımı yoktur. Cezası yoktur, ancak prestij kaybı, siyasi baskı vardır.
Cemil Kabza: AİHM’nin Batı Trakya Türkleri’nin milli kimlik konusunu direkt ilgilendiren İTB lehine verdiği, ancak Yunanistan tarafından uygulanmayan bir karar var. İTB davası ikinciye AİHM’ne gitme yolundadır. Yunanistan bu konuda daha ne kadar dayanabilir?
AİHM’NİN İTB KARARI DOĞRUDUR
Samim Akgönül: Artık direnemeyecek. Yunanistan’ın bir korkusu vardı. Eğer azınlığa kendisine Türk azınlık denmesine izin verirse, Türk kelimesi bir ulus devletin de ismi olduğu için, yani o ulus devletin, yani Türkiye’nin Yunanistan’ın içişlerine karışmasına kapıyı açarım korkusu.
Bunun değişik değişik argumanları üretildi. İşte Lozan’da Müslüman deniliyor dendi, işte Pomaklar var, Çingeneler var dendi v.s. Olsalar bile bir grup kendine ne diyorsa, odur. Yani herhangi bir kamu otoritesinin şu gruba sen şusun deme hakkı yoktur. AİHM de buna dayanarak böyle bir karar vermiştir. Sonuçta doğru bir karardır. Bence Yunanistan daha fazla dayanamayacaktır. Dayanmaması da gerekli. Eğer bir grup kendini Türk olarak nitelendiriyorsa, o grup Türktür.
Cemil Kabza: Son zamanlarda Batı Trakya’daki Türkçe basında ciddi sıkıntılar sözkonusu. Türkçe gazete ve radyolara yönelik verilen cezalar var. Bu konu hakkında ne söylemek istersiniz?
Samim Akgönül: Basın özgürlüğü kesinlikle kısıtlanamaz. Benim Batı Trakya’yı daha iyi bildiğim dönemlerde (son zamanlarda bu konudan biraz uzaklaştım) bir adam, bir gazete idi. Kurumlaşmış bir gazetecilik anlayışı yoktu. Şimdi var. Bunun başında Gündem var. İşte Millet var. Azınlıkça dergisi var. Radyolar var. Şimdi biraz kurumlaşmış bir azınlık basını var diyebiliriz. Bu kurumlaşmış basın ortamında gazeteler artık bir kişiyle özdeşleşmiyor. Bu ortamda baskının uygulanması daha zor. Neden daha zor. Eskiden bir kişiyle özdeşleşen gazeteye baskı kurmak daha kolaydı. Radyolara getirilen yüzde 25 kotası da son derece ulusalcı bir davranıştır. Eğer bir azınlık, hatta azınlık olmasına da gerek yok, herhagi bir grup, herhangi bir millet kamu düzenini bozmadığı sürece herhangi bir yayını yapabilmelidir. Çoğulculuk açısından basının özgür, hür, karşıt, çok sesli olması lazım. Umarım Yunanistan’da da azınlık basınının önündeki saçma sapan engeller kaldırılacaktır.
Cemil Kabza: Türkiye’de son zamanlarda azınlık basını konusunda atılan önemli olumlu adımlar var. Basın İlan Kurumu’nun azınlık basınına sahip çıktığını görüyoruz. Bu adımlar nasıl yorumlanmalı?
Samim Akgönül: Biliyorsunuz, İstanbul’daki Apogevmatini batıyordu.
Cemil Kabza: Şu anda Batı Trakya Türkçe basını da batmak üzere.
Samim Akgönül: Biz Türkiye vatandaşları olarak, nasıl azınlık basınına sahip çıkıp bir kampanya başlattıysak, Yunanistan’da da Türk ya da Yunanlı aydınların harekete geçip kampanya başlatması gerekiyor. Batı Trakya’da Türkçe basının var olmasının, bırakın azınlık için iyi olacağını, AB ülkesi demokratik bir Yunanistan için de iyi olacaktır. Gerçekten de özgür, çoğulcu, çok sesli bir basın demokrasinin çıtasıdır. Değişik dillerde çıkan gazetelerin sayısı, gazetecilerin özgürlüğü, demokrasiyi ölçen çıtalardır.
Cemil Kabza: Toparlayacak olursak, son olarak Batı Trakya Türklerinin azınlık hakları için verdiği mücadele için neler söylemek istersiniz? Batı Trakya Türklerine yönelik son mesajınız ne olacak?
Samim Akgönül: Batı Trakya’da 1981 sonu ve 1990’lar boyunca haklar bazında çok çalışma yapıldı. Bu çalışmalar bazen milliyetçiliğe, ulusalcılığa kadar varan bir düşünce tarzına da ulaştı. Şu anda gördüğüm kadarıyla bu sertleşmeler, bu zıtlaşmalar yok. İyi ki de yok. O günler gerçekten zor günlerdi. 19’uncu maddenin var olması büyük sorundu. Kabul edilebilir bir şey değil. Avupa Konseyi’nin baskısıyla kaldırıldı. Ancak sorunu tam olarak çözmedi. Hala vatandaşlığını alamayan bir çok kişi var. Batı Trakya azınlığı da kendi içinde çoğunluğu ve çoğulculuğu sindirip, demokratik ve hukuk kuralları çerçevesinde kendi adımlarını atmaya devam etmelidir. Yunanistan’ı, Türkiye’yi, Batı Trakya Türklerini ve İstanbul Rumlarını mutlaka çok daha güzel günler bekliyor.
Kaynak: Gündem gazetesi, Sayı: 759, tarih: 11/11/2011
Yorumlar kapatıldı.