Gayrimüslim cemaatler -dini gruplar halinde örgütlenmiş olanlar- tüzel kişilikleri bulunmamaları nedeniyle hala sorunlarla karşılaşmaktadır. Bu durumun en azından cemaatlerin mülkiyet hakları, adalete erişim ve kaynak yaratma imkânları üzerinde etkileri bulunmaktadır. Bu bağlamda, Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu 2010 tavsiyeleri[1] henüz uygulanmamıştır.
Sayfa 29)
Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü konusunda, ibadet özgürlüğüne genelde saygı gösterilmeye devam edilmektedir. Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos, Ağustos ayında, yaklaşık 90 yıl sonra, ikinci defa Karadeniz’in Trabzon ilindeki Sümela Manastırı’nda ayin (Theotokos’un Ölümü Kutsal Litürjisini) gerçekleştirmiştir. Eylül ayında Van Gölü’nde Akdamar adasındaki Ermeni Surp Haç Kilisesi’nde 1915 yılından bu yana ikinci dini ayin düzenlenmiştir. Türkiye’nin doğusunda bulunan Van şehrinde bir Protestan Kilisesi, Haziran ayında resmen açılmıştır. Başbakan Yardımcısının da aralarında bulunduğu Türk makamları, gayrimüslim cemaat liderleri ile toplantılar yapmıştır. Bu toplantılar arasında Patrikhane’ye gerçekleştirilen bir ziyaret de bulunmaktadır. Bu ziyaret, 1950’lerden bu yana üst düzey bir yetkili tarafından Patrikhane’ye gerçekleştirilen ilk ziyarettir.
Sayfa 30)
Gayrimüslim cemaatler -dini gruplar halinde örgütlenmiş olanlar- tüzel kişilikleri bulunmamaları nedeniyle hala sorunlarla karşılaşmaktadır. Bu durumun en azından cemaatlerin mülkiyet hakları, adalete erişim ve kaynak yaratma imkânları üzerinde etkileri bulunmaktadır. Bu bağlamda, Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu 2010 tavsiyeleri[2] henüz uygulanmamıştır.
Din adamı eğitimine ilişkin kısıtlamalar sürmektedir. Türk mevzuatında cemaatler için din konusunda özel yüksek öğrenime yer verilmemekte ve kamu eğitim sisteminde de bu imkân bulunmamaktadır. Heybeliada Ruhban Okulu hâlâ kapalı kalmaya devam etmektedir. Ermeni Patriğinin, Ermeni dili ve din adamları için bir üniversite bölümü açılması önerisi dört yıldır beklemektedir. Süryaniler, eğitimlerini resmi okulların dışında ancak gayriresmi olarak sağlayabilmektedir.
Patrik, dini unvanını (Ekümenik) her durumda kullanma konusunda serbest değildir. Bu hakkın kullanılmasına yönelik herhangi bir müdahale edilmesinin AİHS’nin 9. maddesine göre Ortodoks Kilisesi’nin özerkliğini ihlal edeceğine ilişkin Venedik Komisyonu 2010 kararı henüz uygulanmamıştır. Patrikhane’de yapılan dini seçimlere katılım konusunda, AİHS’ye ve AİHM içtihadına uygun olarak, örgütlü dini cemaatlerin faaliyetlerine katılarak din özgürlüğü haklarını kullanma imkânı bakımından Türk vatandaşlarına ve yabancılara eşit muamelede bulunulması gerekmektedir.
Din adamı eğitimine ilişkin kısıtlamalar sürmektedir. Türk mevzuatında cemaatler için din konusunda özel yüksek öğrenime yer verilmemekte ve kamu eğitim sisteminde de bu imkân bulunmamaktadır. Heybeliada Ruhban Okulu hâlâ kapalı kalmaya devam etmektedir. Ermeni Patriğinin, Ermeni dili ve din adamları için bir üniversite bölümü açılması önerisi dört yıldır beklemektedir. Süryaniler, eğitimlerini resmi okulların dışında ancak gayriresmi olarak sağlayabilmektedir.
Nüfus cüzdanı gibi şahsi belgelerde, ayrımcı uygulamalara yol açabilecek dine ilişkin bilgiler yer almaktadır. İslam dininden başka bir dine geçerek nüfus cüzdanlarını değiştirmek isteyen kişilere yönelik yerel yöneticilerin tacizde bulunduğuna dair bilgiler bulunmaktadır. Bazı gayrimüslimler kimlik kartlarında dinleri ile ilgili bilgi bulunmasının kendilerine yönelik ayrımcılığa neden olduğunu ifade etmişlerdir. Kimlik kartlarında din hanesinin bulunmasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal ettiğine dair AİHM’nin, 2010 Sinan Işık/Türkiye davasında verdiği karar halen uygulanmamıştır.
Gayrimüslim dini cemaatler, ibadethane açılması ve kullanılmasında ayrımcılık, idari belirsizlikler ve birçok engelle karşılaşıldığını sıklıkla bildirmektedirler. İmarla ilgili mevzuatın uygulanması illere göre değişiklikler göstermektedir. Bu durum, ibadethaneler için imar izni alınmasının sık sık keyfi olarak reddedilmesine neden olmaktadır. 2003’te ilgili mevzuatın değiştirilmesinden bu yana[3], yeni bir Protestan kilisesi veya bir Yehova şahitleri ibadethanesi inşaatı veya bu yerler için arsa tahsisi yapılmamıştır. Mersin’de bir mahkeme imar yasasını ihlal ettiğine hükmederek Yehova şahitlerine ait bir ibadethanenin kapatılmasına karar vermiştir. Bu dava AİHM’e götürülmüştür.
Sayfa 31)
Yehova şahitlerinin İstanbul ve Ankara’da mülkiyet vergisinden muaf tutulmaları reddedilmiştir. Vergilendirme konuları ile ilgili bazı davalar devam etmektedir. Aleviler ve gayrimüslim cemaatler elektrik ve su faturalarını ödemek zorunda iken camilerin bu tür masrafları devlet tarafından karşılanmaktadır.
Misyonerler, toplumun geniş bir kesimi tarafından, ülkenin bütünlüğüne ve İslam dinine yönelik bir tehdit olarak algılanmaktadır. Silivri’de bir mahkeme iki misyoneri, kin ve düşmanlığa tahrik ya da Türklüğü aşağılamaktan değil, kişisel verileri kayıt altına almaktan[4] dolayı suçlu bulmuştur. Nisan 2007 tarihinde Malatya’da üç Protestan’ın öldürülmesi ile ilgili dava devam etmektedir. 2006 yılında Trabzon’da öldürülen Katolik rahip, Peder Santoro ile ilgili kesin bir sonuca varılamamıştır. 2010 yılında Psikopos Padovese’nin İskenderun’da öldürülmesi ile ilgili iddianame Haziran 2011’de tamamlanmıştır. Dava sürmektedir.
Gayrimüslim Türk vatandaşlarının problemlerine gerekli ilginin gösterilmesi yönünde ilgili tüm makamlara talimat veren Mayıs 2010 tarihli Başbakanlık Genelgesi henüz somut bir sonuç vermemiştir. Gayrimüslim dini azınlıklar nefret suçlarının sürdüğünü bildirmişlerdir. Kiliselere, sinagoglara ve mezarlıklara yönelik saldırıların gerçekleştiği bildirilmiştir. TV dizileri ve filmler dâhil medyadaki antisemitizm ve nefret söylemi cezalandırılmamıştır.
Dini veya başka türlü gerekçelerle askerlik hizmeti yapmayı reddeden vicdani retçilere ilişkin AİHM kararları hala uygulanmamıştır. Mükerrer kovuşturulma ve mahkûmiyetin önlenmesi veya askerlik hizmetine alternatif sivil hizmet uygulaması getirilmesi hususunda herhangi bir ilerleme kaydedilmemiştir. Özellikle Yehova şahitleri topluluğunun üyeleri hakkında Vicdani retçi olmaları nedeniyle mahkemelerde dava açılmıştır. Birçok kez, vicdani ret konusunda kamuoyu önünde yapılan açıklamalar, halkı askerlik hizmetinden soğutmak gerekçesiyle adli soruşturma ve muameleye neden olmuştur.
Sonuç olarak, düşünce, vicdan ve din özgürlüğü konusunda sınırlı ilerleme kaydedilmiştir. Aleviler ve gayrimüslim dini cemaatlerle diyalog devam etmiştir. Azınlık dinlerine mensup olanlar, aşırılık yanlısı kişilerin tehditlerine maruz kalmaya devam etmiştir. Tüm gayrimüslim cemaatlerin ve Alevilerin gereksiz kısıtlamalar olmaksızın faaliyet göstermelerine yönelik AİHS ile uyumlu bir hukuki çerçeve henüz oluşturulmamıştır.
Sayfa 36-37-38)
Mülkiyet hakkı ile ilgili olarak, 2008 Vakıflar Kanunu’na değişiklik getiren mevzuat, Ağustos 2011’de kabul edilmiştir. Bu değişiklik, gayrimüslim cemaatlerin mülkiyet haklarının iade edilmesine yönelik Türk makamlarının 2002 yılından bu yana gerçekleştirdiği dördüncü girişimidir. Yeni mevzuat, gayrimüslim cemaatlerin 1936 yılı beyannamesine giren ve malik hanesi boş bırakılan veya Hazine’nin, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, belediyelerin ve il özel idarelerinin adına tescil edilen taşınmazların veya kamu kurumları adına tescil edilen mezarlıkların ve çeşmelerin, tapuda kendi adlarına tescil edebilmelerini öngörmektedir. İlgili tarafların, yeni mevzuatın yürürlüğe girmesini müteakip on iki ay içinde mülkiyetin iadesi için başvuru yapmaları gerekmektedir. Son olarak, hâlihazırda üçüncü kişiler adına tescil edilmiş vakıf mülklerinin piyasa değeri üzerinden ödeme yapılacaktır. Bu durum, el konularak üçüncü kişilere satılan ve vakıflara iade edilemeyen mülkleri de kapsamaktadır. Yeni mevzuatın uygulanmasıyla ilgili usuller bir yönetmelik ile düzenlenecektir.
2008 Vakıflar Kanunu[5] rapor dönemi süresince uygulanmaya devam etmiştir. Eksiksiz bilgi verilmesi için vakıflara tanınan ek sürenin dolduğu 2010 yılı Temmuz ayının ortası itibarıyla, 61 vakıf mülkiyet tescili için tekrar başvuru yapmıştır. Sonuç olarak, 2008 tarihli Vakıflar Kanunu gayrimüslim cemaatler adına 181 mülkiyetin tescilinin yapılmasını sağlamıştır.
Kasım 2010’da, AİHM’nin Ekümenik Patrikhane / Türkiye[6] davasında verdiği karardan sonra, Ekümenik Patrikhane Büyükada Yetimhanesi’nin tapusunu İstanbul’daki tapu dairesinden almıştır.
Türkiye, Mart 2011’de Gökçeada ve Bozcaada Piskoposlarının mülkiyet haklarını üzerlerine devrederek AİHM’nin Bozcaada Kimisis Theodokou Rum Ortodoks Kilisesi’nin mülkiyet haklarına ilişkin verdiği Mart 2009 tarihli kararı uygulamıştır.
Bununla birlikte, 2008 tarihli Vakıflar Kanununun uygulanmasında gecikmeler ve işlemlerle ilgili sıkıntılar yaşanmıştır. Birleştirilen vakıfların mülkiyeti, Ağustos 2011’de yapılan kanun değişikliklerinin kapsamı dışında kalmıştır.
Süryani cemaati, mülkiyet ve tapu işlemleri ile ilgili sorunlar yaşamaya devam etmiştir. Özel şahıslar ve dini kurumları ilgilendiren birkaç dava sürmüştür. Mor Gabriel Süryani Ortodoks Manastırı’nın arazi mülkiyeti konusunda davalar rapor dönemi süresince devam etmiştir. Kamu kurumları ve çevre köyler tarafından paralel açılan davalar endişelere sebep olmuştur. Bu davalardan birinde Orman Bakanlığı, yerel mahkemenin lehte verdiği karara karşı Yargıtay’a başvurmuştur. Yargıtay, Manastır aleyhine karar vermiş ve ilk derece mahkemesinin verdiği kararı bozmuştur. Adli süreç devam etmektedir.
Katolik Kilisesi’nin ülke çapındaki birçok mülkiyeti devlet tarafından istimlak edilmiştir. Diğer birçok gayrimüslim dini cemaat gibi Katolik Kilisesi’nin de tüzel kişiliği bulunmamaktadır. Kilise’nin mülkiyet tescili yapacak cemaat vakfı bulunmamaktadır ve Kilise yeni vakıf kuramamaktadır. Kilise’nin tüm mülkü Katolik rahipler adına tescil edilmiştir.
Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu’nun mülkiyet haklarının korunmasına ilişkin Mart 2010 tarihli tavsiyeleri hâlâ uygulanmamıştır.
Yunan vatandaşlarının, miras edinmede ve mülkiyet tescilinde, özellikle değiştirilmiş Tapu Kanunu’nun Türk makamlarınca uygulanmasında, “mütekabiliyet” hükmünün yorumlanması da dâhil olmak üzere, sorunlarla karşılaştığı hâlâ bildirilmektedir. Mütekabiliyet konusunda, AİHM, AİHS’nin 1 Nolu Protokolü’nün 1. Maddesinin ihlal edildiğine hükmetmiş ve mülkün iade edilmesi veya başvuru yapanların mali olarak tazmin edilmesine karar vermiştir.
Sonuç olarak, 2008 tarihli Vakıflara Kanunu’nda değişiklik yapan yasal mevzuatın kabulü ile birlikte uygulamada ilerleme kaydedilmiştir. Mevcut hukuki çerçeve, gayrimüslim cemaat vakıflarının 1936 yılı beyannamesine giren mallarının iadesine geniş ölçüde imkân tanımakta ve Şubat 2008’e ait Kanunun kapsamını genişletmektedir. Türk makamları ve Vakıflar Meclisi yeni mevzuatın hızlı bir şekilde uygulanmasını sağlamalıdırlar. Büyükada Yetimhanesi’nin tapusu ve Bozcaada üzerindeki mülkler sırasıyla Ekümenik Patrikhane’ye ve Gökçeada ve Bozcaada Piskoposlarına devredilmiştir. Vakıflar Kanunu’nun uygulanmasına, gecikmeler ve prosedürel sorunlara rağmen devam edilmektedir. Bu çerçevede, 181 adet mülkün cemaat vakıflarına iadesine imkan sağlanmıştır. Birleştirilen vakıflara ait mülklerin durumu Vakıflar Kanunu’na ilişkin Ağustos 2011’de yapılan değişiklikler kapsamının dışında kalmaktadır. Mor Gabriel Ortodoks Manastırı aleyhinde devam eden davalar endişe kaynağı olmaya devam etmektedir. Türkiye’nin tüm gayrimüslim cemaatlerin mülkiyet haklarının tam olarak korunmasını güvence altına alması gerekmektedir.
Sayfa 38-39)
Azınlıklara saygı, azınlıkların korunması ve kültürel haklar
Azınlık okulları lehine çaba gösterilmiştir. Devlet okullarındaki uygulamaya paralel olarak, Milli Eğitim Bakanlığı azınlık okullarına verdiği desteği yeni ders kitaplarının temini yönünde artırmıştır. 2010 – 2011 eğitim ve öğretim yılında, matematik ve fen bilgisine giriş kitapları Ermeniceye çevrilerek ücretsiz olarak dağıtılmıştır.
Ancak Türkiye’nin azınlık haklarına yönelik yaklaşımı kısıtlayıcı olmaya devam etmektedir. Türkiye’nin BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin azınlık hakları ve BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin eğitim hakkı ile ilgili maddelerine koyduğu çekinceleri sürdürmekte ve durum endişe kaynağı olmayı sürdürmektedir.. Türkiye, Avrupa Konseyi’nin Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve Sözleşmesi’ni imzalamamıştır.
Türkiye’de ırkçılık, yabancı düşmanlığı, anti-Semitizm ve hoşgörüsüzlük ile mücadele edecek herhangi bir mekanizma veya belirli organlar bulunmamaktadır. Bu alanlara özgü herhangi bir mevzuat bulunmamakta ve mevzuatın ayrımcılıkla ilgili sorunları ele alması halinde, mevcut mevzuat genellikle mahkemeler tarafından kısıtlayıcı bir şekilde yorumlanmaktadır.
Rum azınlığın durumu değişmemiştir. Rum azınlık, eğitime erişim ve Gökçeada ve Bozcaada’daki sorunlar dahil olmak üzere mülkiyet hakkı ile ilgili sorunlarla karşılaşmaya devam etmektedir. Gökçeada’daki okulun yeniden açılması ile ilgili karar hala sonuçlandırılmamıştır. Azınlık mensubu okul müdürleri ve azınlık mensubu olmayan müdür yardımcılarının[7] hesap verebilirliği de dahil olmak üzere, azınlık okullarının yönetimi, uygulamaya ilişkin düzenleme yapılmasını bekleyen bir sorun olmaya devam etmektedir. Azınlık okulları kayıtla ilgili usule ilişkin sorunlar ve bürokratik zorluklar ve kayıtlı öğrenci sayısı (aynı azınlığa mensup Türk vatandaşlarından olması şart koşularak kanun tarafından sınırlandırılmıştır) nedeniyle, sürdürülebilirliğe ilişkin sorunlarla karşı karşıyadır. Mart ayında, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komisyoneri, Türk makamlarına gayrimüslim cemaatlerin çocukların, ebeveynlerin veya yasal koruyucuların yasal durumlarına bakılmaksızın, çocuklara kendi okullarında eğitim verebilmeleri ile ilgili yasal engellerin kaldırılması çağrısında bulunmuştur. 2011 – 2012 eğitim yılı itibarıyla, Ermeni çocuklar, Ermeni azınlık okullarında misafir öğrenci olarak kabul edileceklerdir.
Medyada anti-Semitizm ve misyonerlere veya Hıristiyanlara yönelik nefret söylemleri sorun teşkil etmeye devam etmektedir ve yargı organları ve medya kuruluşları tarafından cezalandırılmamaktadır. Misyonerlik karşıtı söylem, zorunlu okul kitaplarında sürdürülmeye devam etmektedir.
Ermeni gazeteci Hrant Dink’in 2007 yılında öldürülmesi ile ilgili dava, Trabzon davasından ayrı bir şekilde devam etmektedir. Davada 14 Eylül 2010 tarihindeki AİHM kararının ardından sınırlı ilerleme kaydedilmiştir. Ocak ayında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Devlet Denetleme Kurulu aracılığıyla cinayetle ilgili bir inceleme başlatmıştır. İstanbul’da bir İdare Mahkemesi, İçişleri Bakanlığı’nı cinayet öncesi koruyucu önlem almadığı gerekçesi ile mahkûm etmiştir[8]. Dink ailesinin avukatları, AİHM kararı karşısında, üst düzey devlet görevlilerinin cinayete etkilerinin incelenmesi amacıyla savcılık tarafından bir soruşturma başlatılmasını talep etmiş ve bu soruşturmada devlet görevlileri ile sanıklar arasındaki ilişkinin ortaya çıkarılmasını istemişlerdir. İki Bakan böyle bir soruşturmaya karşı olduklarını belirtmişlerdir. Bu durum yargının siyasi baskı altına sokulduğu şeklinde eleştirilmiştir. Soruşturma ile ilgili bir ilerleme kaydedilmemiştir. Çocuk suçlularla ilgili kanunun değiştirilmesini müteakip, davanın birinci derece şüphelisi sanık Ogün Samast çocuk mahkemesine sevk edilmiştir.
Sonuç olarak, Türkiye’nin azınlıklara yönelik yaklaşımı kısıtlayıcı olmaya devam etmiştir. Dile, kültüre ve temel haklara tam olarak saygı gösterilmesi ve bunların korunması, Avrupa standartlarıyla uyumlu olarak, henüz tam anlamıyla gerçekleştirilmemiştir. Türkiye’nin, azınlıklara yönelik hoşgörünün artması ve kapsayıcılığın teşvik edilmesi için daha fazla çaba sarf etmesi gerekmektedir. Mevcut mevzuatın kapsamlı bir şekilde gözden geçirilmesi, ayrımcılıkla mücadele için kapsamlı bir mevzuatın oluşturulması, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, anti-Semitizm ve hoşgörüsüzlük ile mücadele edecek koruyucu mekanizmaların veya spesifik kurumların oluşturulması gerekmektedir.
Sayfa 87)
Temel haklara ilişkin olarak, belli alanlarda bazı ilerlemeler kaydedilmişken bazı alanlarda ve özellikle ifade özgürlüğü alanındaki gelişmeler kaygı uyandırmaktadır.
BM Paris İlkeleri ile uyumlu insan hakları kurumları henüz kurulmamıştır. Ulusal İnsan Hakları Kurumu kurulmasına ilişkin kanun tasarısı Şubat 2010’da TBMM’ye sunulmasına rağmen, tasarı BM Paris İlkelerine uygun şekilde gözden geçirilmemiştir. Bu durum, özellikle bu yeni kurumun bağımsızlığı ve işlevsel özerkliği ile ilgilidir. Bu sürece sivil toplum örgütlerinin dahil edilmesi önemlidir. İşkencenin ve insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele ya da cezalandırmanın yasaklanmasına ilişkin olarak, OPCAT’in onaylanması kayda değer bir adımdır. İşkencenin ve kötü muamelenin engellemesi alanında olumlu eğilim devam etmiştir. Bununla birlikte, kolluk kuvvetlerinin özellikle gözaltı merkezleri dışında orantısız güç kullanımı endişe yaratmaya devam etmiştir.
Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü konusunda, sınırlı ilerleme kaydedilmiştir. İbadet özgürlüğüne genelde saygı gösterilmeye devam edilmiştir. Aleviler ve gayrimüslim cemaatlerle diyalog devam etmiştir. Bununla birlikte, azınlık dinlerine mensup olanlar, aşırılık yanlısı kişilerin tehdidine maruz kalmaya devam etmiştir. Tüm gayrimüslim cemaatlerin ve Alevilerin gereksiz kısıtlamalar olmaksızın faaliyet göstermelerine yönelik AİHS ile uyumlu bir hukuki çerçeve henüz oluşturulmamıştır.
Sayfa 89)
Mülkiyet hakkı konusunda, Şubat 2008 tarihli Vakıflar Kanunu’na değişiklik getiren mevzuat Ağustos 2011’de kabul edilmiştir. Bu değişiklik, gayrimüslim cemaatlerin mülkiyet haklarının iade edilmesine yönelik Türk makamlarının 2002 yılından beri gerçekleştirdiği dördüncü girişimdir. Yeni mevzuat, gayrimüslim cemaatlerin, 1936 Beyannamesi’ne giren ve malik hanesi boş bırakılan veya Hazine’nin, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, belediyelerin ve il özel idarelerinin adına tescil edilen taşınmazların veya kamu kurumları adına tescil edilen mezarlıkların ve çeşmelerin, Tapu’da kendi adlarına tescil edebilmelerini öngörmektedir. İlgili tarafların, yeni mevzuatın yürürlüğe girmesini müteakip on iki ay içinde mülkiyetin iadesi için başvuru yapmaları gerekmektedir. Son olarak, halihazırda üçüncü kişiler adına tescil edilmiş olan vakıf mülklerinin piyasa değeri ödenecektir. Bu durum, el konularak üçüncü kişilere satılan ve vakıflara iade edilemeyen mülkleri de kapsamaktadır. Yeni mevzuat, 1960 yılında kayıt altına alınmasına rağmen, Mor Gabriel Kilisesi’ni de kapsamaktadır. Yeni mevzuatın uygulanması ile ilgili usuller, bir yönetmelikle düzenlenecektir.
Azınlıklara saygı, azınlıkların korunması ve kültürel haklara ilişkin olarak, Türkiye, kültürel haklar ve özellikle Türkçe dışındaki dillerin ülke genelindeki radyo ve televizyonlarda kullanılması ve belediyelerde birden fazla dilin kullanılması konularında ilerleme kaydetmiştir. Bir üniversitede, Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümünün açılması onaylanmıştır. Ancak, Türkçe dışındaki dillerin, siyasi hayatta, kamu hizmetlerinden faydalanırken ve cezaevlerinde kullanılması konusunda kısıtlamalar devam etmektedir. Türkçe dışındaki dillerin kullanılmasına ilişkin hukuki çerçeve kısıtlayıcı yorumlara açıktır ve bu konudaki uygulama tutarsızdır. Romanların durumunda, başta ayrımcılık içeren mevzuatta değişiklik yapılması olmak üzere, bazı ilerlemeler kaydedilmiştir. Ancak, Romanların durumunu ele alan kapsamlı bir politika eksikliği bulunmaktadır. Türkiye’nin azınlıklara yönelik yaklaşımı kısıtlayıcı olmaya devam etmiştir. Dile, kültüre ve temel haklara tam olarak saygı gösterilmesi ve bunların korunması Avrupa standartlarıyla uyumlu olarak henüz tam anlamıyla gerçekleştirilmemiştir. Türkiye’nin, azınlıklara yönelik hoşgörünün artması ve kapsayıcılığın teşvik edilmesi için daha fazla çaba sarf etmesi gerekmektedir. Mevcut mevzuatın kapsamlı bir şekilde gözden geçirilmesi ve ırkçılık, yabancı düşmanlığı, anti – Semitizm ve hoşgörüsüzlük ile mücadele edecek koruyucu mekanizmalar veya spesifik kurumlar oluşturulması gerekmektedir.
Özel hayata ve aile hayatına saygıya, ve özellikle kişisel verilerin korunmasına ilişkin olarak, 2010 Anayasa değişiklikleri, kişisel verilerin korunmasını Anayasal hak haline getirmiştir. Türkiye ilgili ulusal mevzuatını, özellikle 95/46/AT sayılı direktif olmak üzere, verilerin korunmasına ilişkin AB müktesebatı ile, uyumlu hale getirmeli ve bu bağlamda bağımsız bir veri koruma denetleme birimi kurulmalıdır. Türkiye’nin aynı zamanda, Kişisel Verilerin Otomatik İşlemden Geçirilme Sürecinde Bireylerin Korunması Hakkında Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni (CETS 108) ve bu Sözleşme’nin Denetleyici Makamlar ve Sınır Aşan Veri Akışına İlişkin Ek Protokolü’nü (CETS 181) onaylaması gerekmektedir.
Sonuç
Genel olarak, yargı alanında ilerleme kaydedilmiştir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu ve Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı açısından atılmış olumlu adımlardır. Yargının etkililiğinin artırılması konusunda da adım atılmıştır. Ancak, ceza yargılama sistemi de dahil, bütün alanlarda kayda değer çabalara ihtiyaç duyulmaktadır. Yolsuzlukla mücadele stratejisi ve eylem planının uygulamasında sınırlı ilerleme kaydedilmiştir. Birçok alanda yaygın olan yolsuzluğun azaltılması için söz konusu stratejinin etkili bir biçimde uygulanması gereklidir. Siyasi partilerin finansmanının şeffaf olmaması ve dokunulmazlıkların kapsamı başlıca eksiklikler olmaya devam etmektedir. Yolsuzluk davalarıyla ilgili soruşturma, iddianame veya mahkûmiyet kararlarına ilişkin bir izleme mekanizması oluşturulması gerekmektedir. Temel haklara ilişkin olarak, bazı ilerlemeler kaydedilmiştir. Ancak, başta ifade özgürlüğü ve din özgürlüğü olmak üzere, birçok alanda kayda değer ilave çabalara ihtiyaç duyulmaktadır. Türkiye, özellikle Türkçe dışındaki diğer dillerin kullanılması konusunda olmak üzere, kültürel haklar alanında ilerleme kaydetmiştir. Ancak, Türkiye’nin azınlık haklarına yönelik yaklaşımı kısıtlayıcı olmaya devam etmektedir. Türkiye’nin, azınlıklara yönelik hoşgörünün artması ve kapsayıcılığın teşvik edilmesi için daha fazla çaba sarf etmesi gerekmektedir.
[1] Mart 2010 tarihinde, Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu, AİHS’nin 9. Maddesi ile korunan din özgürlüğü temel hakkının AİHS’nin 11. Maddesi ile birlikte düşünüldüğünde, dini cemaatlerin tüzel kişilik kazanabilmesi imkânını da içerdiğine karar vermiştir.
[2] Mart 2010 tarihinde, Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu, AİHS’nin 9. Maddesi ile korunan din özgürlüğü temel hakkının AİHS’nin 11. Maddesi ile birlikte düşünüldüğünde, dini cemaatlerin tüzel kişilik kazanabilmesi imkânını da içerdiğine karar vermiştir.
[3] İmar Kanunu Altıncı Reform Paketi kapsamında değiştirilmiş; ardından Eylül 2003 tarihli bir Genelge ile “cami” kelimesi yerine “ibadethaneler” kelimesi getirilmiştir.
[4] İlk olarak Türk Ceza Kanunu’nun 301. Maddesi kapsamında 2006 yılında açılan bu davada, din değiştirerek Müslümanlıktan Hristiyanlığa geçmiş iki kişi, İstanbul’un batısında yer alan Silivri’de Hiristiyanlığı yaymaya yönelik yaptıkları faaliyetler esnasında Türklüğü ve İslam dinini aşağılamakla suçlanmışlardır.
[5] Şubat 2008 tarihli Vakıflar Kanunu ile Gayrimüslim cemaatlere ait vakıflara, temsili, sahte adlar altında veya Hazine Müsteşarlığı ya da Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün adına kaydedilmiş taşınmaz mülklerin iadesi için son başvuru tarihi ilk olarak 27Ağustos 2009 olarak belirlenmiştir. Toplam 108 vakıf 1410 tane mülkiyetin iadesi için başvurusu yapılmıştır. Vakıfların gerekli bütün belgeleri sağlamasına zaman tanımak için 27Ağustos 2009 olan son başvuru tarihi uzatılmıştır.
[6] Bu dava ve adil tazmin meselesi ile ilgili olarak, 15 Haziran 2010 tarihli AİHM kararı, Türkiye’nin, davalı adına kayıtlı söz konusu mülkü başvuran adına tescil etmesi gerektiğine hüküm kılmıştır.
[7] Bu okulların müdür yardımcıları, Milli Eğitim Bakanlığı’nı temsil etmekte olup müdürlerden daha geniş yetkilere sahiptir.
[8] İdare Mahkemesi “koruyucu tedbirlerin kağıt üzerinde kaldığı ve Dink’in korunması için ihtiyati tedbirlerin uygulamaya konmadığını” vurgulamıştır.
Yorumlar kapatıldı.