İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Osmanlılar millet deyince ne anlardı?

Ekrem Buğra Ekinci / ekrem.ekinci@tg.com.tr
Millet, Arapça bir kelimedir. Aynı dine mensup olanları ifade eder. Kur’an-ı kerimde Hazret-i İbrahim’in milletine uymak emrolunur… Bugün kullanılan millet kelimesinin Arapça’daki karşılığı kavim, şa’b ve kabiledir… Milliyetçiliğin bugünkü gibi anlaşılması İttihatçılarla başlamıştır. Gerçek milliyetçilik anlayışından mahrum, çoğu Türk aslından bile olmayan bu komitacılar, harpten harbe sürükledikleri imparatorluğun çökmeye yüz tuttuğunu görünce, kendilerince bir ideale sarıldılar: Türkçülük… Ziya Gökalp’in ideologu olduğu bu fikirle zafere ulaşacaklarını düşündüler. Esir Türkleri kurtarma hülyasına kapıldılar. Bu istikamette önce imparatorluğu ulus-devlet hâline getirmeye koyuldular. Avrupalıların Turkification (Türkleştirme) dediği icraata giriştiler. Ege sahillerinden 120 bin Rum‘u sınır dışı edip, milyona yakın Ermeni‘yi Suriye çöllerine sürdükten sonra, Müslüman teb’aya yöneldiler. “Ne mutlu Türküm diyene!” vecizesi, daha 1911 yılına aittir. Avrupalılar, bu toplu intiharı şaşkınlıkla izliyordu.

****************
Dünden Bugüne 
Eskiden çocuklara “Rabbin kim? Kitabın ne?” suallerinin cevapları öğretilirdi. Çocuk Âdem aleyhisselâmın zürriyetinden, Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden ve İbrahim aleyhisselâmın milletinden olduğunu öğrenirdi.
MİLLET-İ OSMÂNİYÂN!
Millet, Arapça bir kelimedir. Aynı dine mensup olanları ifade eder. Kur’an-ı kerimde Hazret-i İbrahim’in milletine uymak emrolunur. Niçin İbrahim milleti? Çünkü zamanında kendisinden başka tevhid inancını taşıyan kimse yoktu. Etrafından hemen herkes putlara tapınırken, o tek tanrıya ibâdet etmekteydi. Kur’an, Allah’ın kendisini bütün insanlara ve inananlara imam, önder yaptığını söyler. Tevhid inancı sonraki nesillere bu peygamberden intikal etmiştir. Semâvî dinlerin hepsi kendisini büyük bilir ve inanır. Bütün dinlerdeki itikadî ve ahlâkî prensipler hep O’ndan intikal etmiştir.
Bundan dolayıdır ki İslâm inancında, Müslümanlar Hazret-i Muhammed’in ümmeti ve Hazret-i İbrahim’in milleti olarak vasıflandırılır. Eski ilmihal kitaplarında “Din ve millet, ikisi birdir”, diye geçer. Meselâ Sultan Fatih devri ulemâsından Muhammed İznikî‘nin, baş sayfasındaki mızrağa benzer motiften dolayı halk arasında Mızraklı İlmihal diye şöhret bulmuş Miftâhül-Cenne kitabında böyle yazar. XII. asır İslâm âlimi Şihristânî‘nin dünya milletleri ve dinî fırkalar üzerine yazılmış en eski ve en mükemmel eserlerden biri kabul edilen el-Milel ve’n-Nihâl‘de (Milletler ve Mezhepler) de millet tabiri din mensupları için kullanılır.
Osmanlı Devleti’nde gayrımüslim teb’a dinlerine göre gruplandırılmış ve hepsine dinî/hukukî imtiyazlar tanınmıştı. İslâm milleti, Rum (Ortodoks) milleti, Ermeni milleti, Yahudi milleti gibi. Buna “millet sistemi” denir. Gayrımüslim milletlerden her birinin ruhânî reisleri, devlet ile bu millet arasındaki resmî birer temsilcidir.
Kudüs’te Rum milletinin mukaddes Çarşamba ayini.
Slogan milliyetçiliği
Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi der ki: “Milliyet, aynı vatanda doğup yetişenlerin, din, örf, âdet ve menfaat birliğidir. Doğuşta ele geçer. İslâm dini, bu milliyetçiliğin ayrılmaz parçasıdır. Milliyetçilikten çok faydalanmak için çalışmayı, sevgiyi, başka milletlere de aynı hakları sağlamayı, adaletten, sosyal haklardan eşit olarak istifade edilmesini emreder. Milliyetçilik, aynı dine bağlı, aynı dili konuştuğu, aynı topraklarda yaşadığı, müşterek bir maziye ve ideale sahip insanların, birbirine yakınlık duyması; mensubu olduğu milletin saadet, refah ve ilerlemesini arzu edip bu yolda gayret sarf etmesidir. Irkı ön plana çıkarmak, kafatası ölçmek yoktur. Bir de otoriter rejimlerin, halkı baskı altına tutmak için kullandığı slogan milliyetçiliği vardır. Nitekim komünist memleketlerde II. Cihan Harbi’nde cephede dövüşüp şeref kazananlar, geri dönünce hükümeti ele geçirmesinler diye kurşuna dizildiler. Kur’an-ı kerim, insanların hep bir ana ve babadan geldiğini, üstünlüğün ancak Allah korkusuyla olduğunu söyler. Müslümanlar bölünürse, birbirleri ile çarpışmak tehlikesi baş gösterir. Bu ise milliyetçiliğe sığacak bir şey değildir.”
Bugün kullanılan millet kelimesinin Arapça’daki karşılığı kavim, şa’b ve kabiledir. Kur’an-ı kerim insanların birbirini tanıyabilmek üzere şa’b ve kabilelere ayrıldığını söyler. Bir kavme mensup olmak, soyunu tanımak, kavmini sevmek kötülenmemiştir. Kötülenen, üstünlüğü soyda zannetmek, gülünç zanlarla başkalarını aşağı görmektir.
Ziya Gökalp
Nereden nereye…
Milliyetçiliğin bugünkü gibi anlaşılması İttihatçılarla başlamıştır. Gerçek milliyetçilik anlayışından mahrum, çoğu Türk aslından bile olmayan bu komitacılar, harbden harbe sürükledikleri imparatorluğun çökmeye yüz tuttuğunu görünce, kendilerince bir ideale sarıldılar: Türkçülük… Ziya Gökalp’in ideologu olduğu bu fikirle zafere ulaşacaklarını düşündüler. Esir Türkleri kurtarma hülyasına kapıldılar. Bu istikamette önce imparatorluğu ulus-devlet hâline getirmeye koyuldular. Avrupalıların Turkification (Türkleştirme) dediği icraata giriştiler. Ege sahillerinden 120 bin Rum‘u sınır dışı edip, milyona yakın Ermeni‘yi Suriye çöllerine sürdükten sonra, Müslüman teb’aya yöneldiler. “Ne mutlu Türküm diyene!” vecizesi, daha 1911 yılına aittir. Avrupalılar, bu toplu intiharı şaşkınlıkla izliyordu.
Önce Arnavutlar o zamana kadar görmediği kötü muameleler sebebiyle ayaklandı. Arnavutluk ve Kosova elden gitti. Ardından İttihatçıları, kendi çocuklarını Avrupa mekteplerinde okuturken, Arapça konuşmayı yasaklayıp çocuklarını Türk mekteplerinde okumaya zorlamakla suçlayan Araplar ayaklandı. Uçsuz bucaksız İslâm toprakları elden çıktı. Rumları korumak bahanesiyle Yunanlılar Anadolu’yu işgal etti. Tam Kürtlere sıra gelmişti ki imparatorluk çöktü. Bu sayede Esir Türkler daha büyük bir esaretin pençesine düştü. İttihatçıların büyük kısmı, Ankara hareketine sızarak emellerine kaldıkları yerden devam etmeye çalıştılar. Millet yerine Moğolca hisse mânâsına gelen ulus kelimesini koydular. Bugüne kadar süren ve herkesin başına belâ olan düşmanlıkların tohumlarını attılar.
Hukukun Serüveni
Hukukun Serüveni adında yeni bir kitabım neşredildi. Hukukun, Antik Mısır’dan başlayıp, Mezopotamya’ya, Hititlere, Japonya ve Çin’e, Arabistan ve Türkistan’a, İran ve Hindistan’a, Yunan ve Roma’ya, Yahudilik ve Hıristiyanlık’tan İslâmiyet’e uzanan, nihayet Avrupa’da sona eren macerasını anlatıyor. Düello, ateş tecrübesi, kız kaçırma, çok kadınla evlilik, borcu sebebiyle kölelik, insan kurbanı, çocuk satışı, seyyar hâkimler, cezalandırılan hayvan ve eşyalar, kast sistemi, ölen kocasıyla yakılan Hindu kadınları, hâkimliğin parayla satılması… gibi nice meraklı hâdiseden bahsediyor. Ayrı zamanda insanlık mirasını gözler önüne sermeye çalışan bir dünya tarihi. Hâkimlerin hükümdarlarla mücadelesi, parlamentonun doğuşu, kilise reformu, laikliğin ortaya çıkışı, yazılı kanunların hazırlanışı gibi meraklı hadiseleri de kitapta okumak mümkün. (Arı Sanat Yayınevi Tel:             212 520 41 51       bilgi@arisanat.com www.arisanat.com)

Yorumlar kapatıldı.