Bercuhi Yamacıyan Küpçü
Bugün Diyarbakır kilisemizin tekrardan açılısı için İstanbul’dan otobüsle yola çıkıldı. Ben de orda olmayı çok isterdim, hayalimdeki o muhteşem kilisenin açılışını o duyguyu yasamak isterdim, ama kısmet değilmiş, inşallah bir sonraki seneye bu hayalimi gerçekleştiririm. Şu anda daha önemli bir isim var, 4 aylık torunum Vartan’ımla ilgilenmek.
(Bercuhi Yamacıyan Küpçü’nün Diyarbakır Surp Giragos Anıları –HYETERT)
O kocaman avlusunda arkadaşlarımla sevinç içinde oynadığım haşmetli Surp Giragos kilisesi. Uzun yıllar boyunca avlusunda oynarken kapılarından içerisini görmek arzusu ile bakınıp durduğumuz, tabi ki hiçbir şey göremeyince de hayal dünyamızı harekete geçirdiğimiz günlerdi. Kapılarının neden kapalı olduğunu tahmin edemediğimiz, sormaktan dahi çekindiğimiz zamanlardı. İbadet yan tarafta sonradan okul yapıldığını öğrendiğim tamir edilip ufak bir kilise haline getirilen binada gerçekleştirilirdi. Herkesin çok sevip saydığı Der Baba’nın (Der Arsen) riyasetindeki Pazar ayinine Her Ermeni ailesi çoluk çocuk mutlaka katılırdı. 1915’te kapandıktan sonra Sümerbank’ın yıllarca depo olarak kullandığı Surp Giragos kilisesi o zamanlar bayağı nüfusu olan Ermeni halkının gidip gelirken öylece dönüp bakakaldığı taş bir bina halini almıştı. Vakti zamanında kim bilir ne ayinlerin yapıldığı, ne duaların okunduğu, tıka basa insanla, sevgiyle dolup taşan kilise duygularını yitirmiş, bir tek duvarlarında tiyatrolardaki gibi dua sesleri asılı kalmıştı.
Yapım tarihi tam olarak bilinmeyen Surp Giragos Kilisesi ben 10 yaşlarındayken Ermeni halkına geri verildi. Toplumun sevinci görülmeye değerdi. Herkesi tatlı bir telaş almıştı çünkü yıllarca kapalı duran, toz toprak içindeki Surp Giragos temizlenip toparlanıp ayine hazır hale getirilmesi gerekiyordu. Tüm Ermeni kadınlarına çok iş düşüyor demekti. Eline kovasını süpürgesini alan her Ermeni kadını çocuğunu yanına alıp hep beraber şen şakrak kilise temizliğine giriştiler. Biz çocuklar bu fırsatı değerlendirip 5 tane horanı olan kilisemizin ulaşılması zor olan yerlerine keşfe cıktık. Ayrıca temizliğe de yardım ederken birlikte unutulması imkânsız, hafızalarımıza yerleşen sevinçli ve çok mutlu bir gün yaşadık. Çok daha sonraları büyüyünce büyüklerimizin o gün nasıl duygular içinde olduğunu hep düşünürdüm. Mesela dedem Tomas Yamacıyan 1915’te 7 yaşında iken Diyarbakır’ın Dicle kazasında yasarken ailesinden sadece kendisi ve koyun ağası ile evlenip Dacik olan ablası olaylardan canlı olarak kurtulmuştu. 13 yaşına kadar köyde ablası Beti’nin (Fatma) yeni ailesi ile yaşamıştı ve kendisine Ahmet ismini koymuşlardı. Daha sonra bir fırsatını bulup oradan kaçmış ve Ulu Surp Giragos’un çatısının altına sığınmıştı. Yayam da benzer bir hikâye ile ayni şekilde annesi ile birlikte hayatta kalmayı başarıp yaşamlarına Diyarbakır’da devam ediyorlarmış.
Yapım tarihi tam olarak bilinmeyen Surp Giragos Kilisesi ben 10 yaşlarındayken Ermeni halkına geri verildi. Toplumun sevinci görülmeye değerdi. Herkesi tatlı bir telaş almıştı çünkü yıllarca kapalı duran, toz toprak içindeki Surp Giragos temizlenip toparlanıp ayine hazır hale getirilmesi gerekiyordu. Tüm Ermeni kadınlarına çok iş düşüyor demekti. Eline kovasını süpürgesini alan her Ermeni kadını çocuğunu yanına alıp hep beraber şen şakrak kilise temizliğine giriştiler. Biz çocuklar bu fırsatı değerlendirip 5 tane horanı olan kilisemizin ulaşılması zor olan yerlerine keşfe cıktık. Ayrıca temizliğe de yardım ederken birlikte unutulması imkânsız, hafızalarımıza yerleşen sevinçli ve çok mutlu bir gün yaşadık. Çok daha sonraları büyüyünce büyüklerimizin o gün nasıl duygular içinde olduğunu hep düşünürdüm. Mesela dedem Tomas Yamacıyan 1915’te 7 yaşında iken Diyarbakır’ın Dicle kazasında yasarken ailesinden sadece kendisi ve koyun ağası ile evlenip Dacik olan ablası olaylardan canlı olarak kurtulmuştu. 13 yaşına kadar köyde ablası Beti’nin (Fatma) yeni ailesi ile yaşamıştı ve kendisine Ahmet ismini koymuşlardı. Daha sonra bir fırsatını bulup oradan kaçmış ve Ulu Surp Giragos’un çatısının altına sığınmıştı. Yayam da benzer bir hikâye ile ayni şekilde annesi ile birlikte hayatta kalmayı başarıp yaşamlarına Diyarbakır’da devam ediyorlarmış.
O günlerde kilisenin Derhayri birbirlerine uygun olan gençleri ufak yaşta evlendirip aile sahibi olmalarını sağlarmış. Bu vesile ile yayam ile dedem evlenmişler. Dedemin 4 oğlu olmuş. 4 oğluna Kafilede (kaflede) kaybettiği 4 kardeşinin isimlerini vermiş. Dikran-Berç-Agop-Yervant. Hagop ile Yervant maalesef küçük yaşta o zamanın sağlıksız koşulları sebebiyle rahmetli olmuşlar. Tomas dedem kalan oğulları Dikran ve Berç ile de omur boyu gurur duymuş. Tek başına yaşadığı kişisel zorluklardan sonra mutlu bir aile babası, torunlarına kol kanat geren sevgi dolu bir dede olarak acılar içinde gecen, kaybedilmiş çocukluk yıllarını anımsarken sık sık “O günler gitsin bir daha geri gelmesin” lafını tekrar tekrar söylerdi. Dedeme ve yayama yıllarca ev sahipliği yapan Surp Giragos kim bilir daha kimlere hiçbir karşılık beklemeden ev sahipliği yapmış kimleri çatısı altında barındırmış, beslemişti. Kilisenin o siyah bazalt taşları biliyorlardır, dilleri olsa mutlaka söylerlerdi.
Kilisenin temizliği bir kaç gün sürdü. Vernadunun merdivenleri yıkık olduğu için maalesef yukarıya çıkılamadı. Dört bir yani temizlenip ahşap oturakları tek tek fırçalanıp bembeyaz edildikten sonra herkes evinden halılar, kilimler getirip her tarafa yaydılar. Kilisenin büyük bir bölümü halılarla kaplandı. Kiliseye girince bilhassa erkekler ayakkabıları çıkarıp evden getirilen temiz terlikler giyerlerdi. Bir de enteresan şekilde herkesin kilisede oturduğu yer hep aynı olurdu. İlk ayinin tarihini tam hatırlayamıyorum. Devam eden günlerde Der Baba mahalleden çoluk çocuk toplayıp akşamları araçnortaranda bizlere Ermenice duaları Türkçe yazdırırdı ve Pazar günleri şabik giyip kilisede onunla birlikte dua okumamızı isterdi. Ailelerimiz ve biz çocuklar bu dileği severek, isteyerek yerine getirirdik. Pazar günlerimiz daha bir heyecanlı coşkulu ve sevinçli geçerdi. Yıllarca kapalı kapılarının önünde durup içini görmek için ne çabalar sarf ettiğimiz Surp Giragos bize kapılarını açmış sevgiyle kucaklıyordu. Büyük mutluluk yaşıyorduk. Surp Giragos kilisesinin büyülü gizemini iri yarı, kaytan bıyıklı, oturaklı bir insan olan evimizdeki kiracımız olan 2. Dikran Dededen duyarak iyice meraklanırdık. 1915’te evli ve 3 çocuk babası olduğuna göre herhalde aşağı yukarı 25 yaşlarında olmuş olmalı. Maalesef kafilede bütün ailesini kaybetmiş. Ben ve 3 kardeşim onun anlattığı hikâye ve masallarla büyüdük. O koca kilisenin ve hatta avlusunun ağzına kadar nasıl dolup taştığını, avlusunun dahi tıka basa insan dolduğunu söylerdi. Küçük kardeşimin beşiğini sallarken bir varmış bir yokmuş diye başladığı masalları sonra gerçeklerle karıştırarak sabır ve sevgiyle uzun uzun anlatırdı. Şimdi dünyanın başka bir ucunda, Meksika’da doğmuş olan ailemdeki 3. Dikran’la birlikteyim, babam Dikran’ın torunu Herma’nın oğlu Dikran. Yani bir nar tanesi de Meksika’da yaşıyor.
Diyarbakır Dılakçı Sokağı çıkmazında 15 yıla yakın yaşadım. 1966 yılı 29 Ekim günü İstanbul’a göç ettik, yine hüzün, yine gözyaşı, yine ayrılık. Büyük Dikran Dede, eşi Bayzar Yaya, Tomas Dedem, Astiğik Yayam, Berç Amcam ve ailesi, biri evli 6 çocuklu 2 halam Diyarbakır’da kalmışları. Onlardan ayrılmak çok acıydı. Ama onlar da hasrete çok fazla dayanamadılar, kısa bir süre sonra bütün ailem, sevdiklerim İstanbul’a göç etti.
Bugün Diyarbakır kilisemizin tekrardan açılısı için İstanbul’dan otobüsle yola çıkıldı. Ben de orda olmayı çok isterdim, hayalimdeki o muhteşem kilisenin açılışını o duyguyu yasamak isterdim, ama kısmet değilmiş, inşallah bir sonraki seneye bu hayalimi gerçekleştiririm. Şu anda daha önemli bir isim var, 4 aylık torunum Vartan’ımla ilgilenmek.
BERCUHİ YAMACIYAN (KÜPÇÜ)
Yorumlar kapatıldı.