İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Anadolu”da Acı Çeken İnsanlar

Nurettin Degirmenci
Anadolu asırlarca doğaya yabancı yöneticilerin hâkimiyetinde kalır. Doğaya yabancı olanlar, insanı tanımaz ve onlara yabancı olurlar… Anadolu”da, dış etkilerin baskısı ile silahlar gelişir ve çoğalır, savaş sürekli artar, çalışma ise bilinmez ya da ilkel seviyede kalır. Üretim araç-gereçleri 1000 yıl önceki seviyeden ileriye geçemez. Kürtler, Türkler, Araplar, Ermeniler, Rumlar, Süryaniler… Müslümanlar, Aleviler, Hıristiyanlar, Zerdüştler… Hep acı çeker. Niçin? Ürün az, sınırlı ürüne bakan göz sayısı fazladır. Yoksulluk, açlık insanları vahşi yapar. Bu koşullarda gözler zayıfların üzerine çevrilir. Anadolu”da göreceli olarak Ermeniler eğitimli, doğaya yakın ve zengindirler. Zenginlikleri başlarına dert olur; Kürtler, Türkler, Araplar, Çerkezler… Kendilerine saldırır. Sadece saldırmakla kalmaz; canlarını alır, mallarını-mülklerini yağma ederler. 

 *****************
 Anadolu asırlarca doğaya yabancı yöneticilerin hâkimiyetinde kalır. Doğaya yabancı olanlar, insanı tanımaz ve onlara yabancı olurlar.
Toplumlara yöneticiler yön verir. İnsanların mutluluğunun çoğalması, mutluluğun kalıcı olması, insanların acılarının azalması yöneticiler sayesinde hızlanır. Keza insanların acılarının artması, mutluluklarının azalması, umutlarının umutsuzluğa dönüşmesinde yöneticiler etkili olur.
Anadolu, zırzır cahil yöneticiler sayesinde tahrip edilir, insanları acı çeler, genç yaşta toprağa gömülür. İnsanlar doğadan ödünç aldıkları ruh ve bedenlerini, kısaca, yaşamlarını:
A-Kirleterek;
B-Tertemiz lekesiz tekrar doğaya teslim ederler.
Anadolu”da, doğaya yabancı olduklarından, hem yönetenler, hem de yönetilenler acılardan kurtulamazlar.
Savaş ile çalışma toplu zıt etkinliklerdir; birinin arttığı toplumlarda, diğeri azalır.
I-Savaş toplumların içe kapanmasına, liderlerine bağlanmasına;
II-Çalışma etkinlikleri dış dünyaya açılmalarına neden olur.
Anadolu”da, dış etkilerin baskısı ile silahlar gelişir ve çoğalır, savaş sürekli artar, çalışma ise bilinmez ya da ilkel seviyede kalır. Üretim araç-gereçleri 1000 yıl önceki seviyeden ileriye geçemez.
Kürtler, Türkler, Araplar, Ermeniler, Rumlar, Süryaniler… Müslümanlar, Aleviler, Hıristiyanlar, Zerdüştler… Hep acı çeker. Niçin? Ürün az, sınırlı ürüne bakan göz sayısı fazladır. Yoksulluk, açlık insanları vahşi yapar. Bu koşullarda gözler zayıfların üzerine çevrilir.    
Anadolu”da göreceli olarak Ermeniler eğitimli, doğaya yakın ve zengindirler. Zenginlikleri başlarına dert olur; Kürtler, Türkler, Araplar, Çerkezler… Kendilerine saldırır. Sadece saldırmakla kalmaz; canlarını alır, mallarını-mülklerini yağma ederler. 
Osmanlı döneminde Anadolu”da Ermenilerin sorunları şöyle sıralanabilir:
1-Silah edinmeleri yasak olan Ermeniler Osmanlı Devletinin baskısından, Türklerin, Kürtlerin ve Çerkezlerin topraklarına el koymalarından mağdur oluyorlardı. Ayrıntılı yasalar egemen ve güçlü kurumlar olmadığından, arazi ölçümleri bilinmediğinden, “Toprak güçlü olanın hakkıdır!” deniyordu.
2- Yağmacı ve başıbozuk çeteler (Kırk haramiler) Ermenileri haraca kesiyordu.
3-Asayişi sağlamakla görevli Osmanlı jandarmaları yağmacılara yardım ediyor ve cinayet işleyenler bulunmuyordu.
4-Osmanlı Devleti tarafından silahlandırılmış Hamidiye Alayları Ermenileri öldürür, kadınları-kızları kaçırır ve haraç toplar. 1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası Ermeniler üzerindeki baskılar hızla artar.
5-Ermeni köylüsü normal verginin dışında yerel zorbalara haraç öder, yani:  çifte vergi öder. Buna karşı çıktığında isyan etmiş kabul edilir. Ermeni köyleri yakılıp yıkılır, viraneye çevrilir. Köylerinden sürülür ve tekrar topraklarına dönemezler.
Tanzimat”ın ilanından sonraki yıllarda Osmanlı yöneticileri özet olarak:
A-Açıkça başta Ermeniler olmak üzere Hıristiyanlara reform vaat etmek,
B-Gizlice reformları ertelemek için her yola başvururlar.
Reform talepleri sonucu, Ermenilerin üzerindeki baskılar artar. 
Esasında reformlardan önce Ermenilerin yaşam güvenliğinin sağlanması gerekir.
“Doğa önce insanın yaşamasını ister. Yaşamak, ona öğretmek istediği sanattır. İnsan ne olmak isterse, ihtiyacından olur.” Rousseau
Toplum eğitimi ile ilgilenen bilgeler, “İlk eğitim ana dil ile yapılmalıdır” der. Niçin? Çocuğun daha iyi eğitim alması noktasından gereklidir. Fakat bu devletin resmi dilini öğrenmeyecek demek değildir.
1-Ermeniler, misyoner okulları aracılığıyla (Bu okullar hala Türkiye”nin en iyi ve tercih edilen okullarıdır) kısmen eğitimli;
2-Osmanlı”da yaşayan Müslümanlar asırlarca tamamen cahil, kendi ana dillerine ve doğaya yabancı kalırlar.
İnsanlar kavramlarla görür, işitir… Hayal kurar, düşünür, ölçer, yargıya varır ve uygulama yapar. Sınırlı kavrama sahip insanlar sınırlı olarak doğayı tanır.
Beceri araç-gereçle kazanılır. Kavramlara ve araç-gerece yabancı Müslümanlar kaba-saba bilgi ve beceriye sahip olurlar.
Eğitimli olan Ermeniler sahip oldukları araç-gereçlerle beceri kazanır, göreceli olarak, zengin olurlar. Ermeniler Osmanlı”da silah taşıyamaz, asker olamaz ve çetelere karşı kendilerini koruyamazlardı. Bu koşullarda, resmi ve gayri resmi çeteler (Osmanlı”da eşkıya ile vezir ayırt edilemezdi. Bugün vezir olan kişi, yarın isyan eder çete başı olabilirdi.) kolay av olan Ermenilere saldırılardı.
Ermenilere saldırılar, Osmanlının ekonomik durumu bozulup, borca battıkça artıyordu. Örneğin Bağdat Demiryolu projesini ele alalım.
Bağdat Demiryolu Osmanlının borçlanması ile yapılır. İşi üstlenen şirket:
1-Osmanlı tahvillerini tedavüle çıkararak nakit para bulmada aracı olur; aracılıktan para kazanır.
2-Temin ettiği nakit para ile inşaatı çok yüksek birim fiyatlarla yapar.
3-Demiryolunu belli kazanç garantileri ve teminatlarla işletme hakkını elde eder.
Yabancı kuruluşlara borçlanan, denetlenemeyen yöneticileri lüks içinde yaşayan Osmanlı Devleti, uyrukları ile ne kadar ilgilenebilirdi? 
Osmanlı yöneticilerine göre, Ermeniler Osmanlının zayıf konumunda yabancılara başvururlar ve durumlarının düzeltilmesini talep ederler. Tanzimat dönemi, 1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası, Balkan Savaşı sonrası bunlara örnek verilir.
Ermeniler ise Osmanlı yöneticilerinin tertiplediği ağır baskılardan usanmışlardır dolayısıyla kendi yaşam koşullarının düzelmesi için çırpınmaktadırlar.
1878 Berlin Anlaşmasının 61. Maddesi:
“Osmanlı Hükümeti, halkı Ermeni olan eyaletlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatı yapmayı ve Ermenilerin Çerkez ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliklerini garanti etmeyi taahhüt eder ve bu konuda alınacak tedbirleri devletlere bildireceğinden, bu devletler söz konusu tedbirlerin uygulamasını gözeteceklerdir.” Biçimindeydi.
Osmanlı yöneticileri Anlaşmanın bu maddesini uygulamayı hiç düşünmediler.
Felaket içinde soğukkanlı davranmak kolay değildir.
Ne Osmanlı yöneticileri, ne Ermeni yöneticileri felaket yıllarında soğukkanlı davranabildiler.
1913 yılında, I.Dünya Savaşı öncesi: Rusya, Ermenilerin; Almanya, İttihat Terakkinin (Osmanlı Devletinin) vasiliğini üstlenir. Vasilik kesinleştikten sonra İttihatçılar ile Ermeni liderler birbirlerine meydan okurlar. (Güçsüz ve silahsız Ermenilerin baskılara karşı vasilik araması anlaşılır ama Osmanlı yöneticilerinin vasilik peşinde koşmasına ne demeli? Günümüzdeki İttihatçıların bu olayı kötülememesine nasıl isim vermeli? ABD, Sovyetlere karşı Türkiye”nin vasiliğini üstlendi mi?)
Karakin Pastırmacıyan Talat Paşa”ya:
“Vaatlerle bizi uyutacağınızı sanıyorsunuz; ayrıca Ermenilerin Ermenistan”ı boşlatması için öyle politik-ekonomik şartlar yaratıyorsunuz ki, böylece Ermeni sorunundan bir an önce ve kökten kurtulacaksınız… Hesaplarınızda yanılıyorsunuz. Planlarınızı öyle kolay gerçekleştirmenize izin vermeyeceğiz. Ulusal bilincimiz o kadar gelişkin ki, Ermenistan”ı Ermenisiz bırakmanıza izin vermektense, Osmanlı İmparatorluğu denen bu büyük yapıyı yıkmayı tercih ederiz. Biz de bu harabenin altında kalırız, büyük kayıp veririz, biliyorum. Fakat son tahlilde siz koca bir imparatorluk kaybedersiniz, bizse kanlı molozların altından kazar çıkarız, üstelik sizden de kurtulmuş oluruz… Hep söylediğimiz sözleri söyleyeyim bir daha: bizim çalışkan insanlarımızı göçebe Kürtler ve Rumelili muhacirler yararına kadim topraklarımızdan sürmenize izin vermeyeceğiz.”
Alman kuklası İttihat Terakki yöneticisi Cemal Paşa Vahan Papazyan”a:
“Ruslar için çalışıyorsunuz. Onların maşası oluyorsunuz. Osmanlı İmparatorluğunun bütünlüğü, sizin ellerinizle körü körüne tehlikeye atılıyor. Zor durumdayız…
Gerçekten de şimdiye kadar sizin taleplerinizi yerine getiremedik, çünkü üzerimizdeki dış baskılar çok fazla ve mali durumumuz felaketti. Siz Ermeniler, içinde bulunduğumuz vaziyeti anlamlı ve boğazımızı sıkmamalısınız… Ruslar sobadan kestaneleri almak için sizi maşa olarak kullanıyor, bunu anlamalısınız.”
İnsanlar, herhangi birinin evrensel mantık, yöntem ve ölçüye aykırı vaatlerini dikkate almamalı, duygusal ve patlamalı açıklamalara kanmamalıdır.
Bu arada, İttihat Terakki ile Batılı ülkelerin temsilcisi olan Rusya arasında Ermenilerin yaşadığı illerde reform yapmak üzere anlaşma imzalanır.
(Ermeni liderler ile İttihat Terakki liderleri reformlar konusunda bir türlü anlaşmaya varamazlar. Birlikte yaşadığı insanlarla anlaşmaya varamayan yöneticiler, güçlülerin dayatmasını onaylayabiliyor.)
Anlaşmaya göre, Doğu Anadolu”da Ermenilerin yaşadığı 6 il iki kümeye ayrılır. Bir kümede Trabzon, Erzurum ve Sivas, diğer kümede Diyarbakır, Elazığ (Harput) ve Van yer alır. Bu kümelere birer yabancı genel yönetici atanması kabul edilir.
İttihat Terakki yöneticileri:
1-Sözlü olarak açıkça Ermenilerin yaşadığı illerde reform yapmayı onaylar. Batılı iki yöneticinin atanmasını kabul eder.
2-Gizlice Anadolu”da Ermenileri yok etmeyi planlar.
Osmanlı ve Türkiye”deki İttihatçı diğer adıyla Atatürkçü-Ulusalcıların bazı özellikleri:
Batılı toplumlarda bilgi, beceri, araç-gereç artışı, çalışıp üretmenin yaygınlaşması sonucu milliyetçilik akımları gelişir. Milliyetçilik, ulus-devlet olmanın doktrinidir. Milliyetçilik doktrini ile uluslar, kendi ürünlerini tüketmeye, yabancı ulusların ürünlerinden uzak kalmaya zorlanır. 
Ortadoğu”da bilgi, beceri, araç-gereç birikimi yok, çalışıp üretme ilkel koşullardadır. Bu nedenle çarpık milliyetçilik ortaya çıkar. Osmanlı”da Türk Milliyetçiliği yabancı unsurlar tarafından topluma yerleştirilmeye çalışılır. İttihat ve Terakki yöneticileri, Yunan, Sırp, Bulgar, Ermeni… Milliyetçiliğine tepki olarak Türk Milliyetçiliğe sarılır. Türkiye Cumhuriyeti, İttihat ve Terakki Milliyetçiliğini kısmen değiştirerek, kısmen gizleyerek sürdürür.
 Ermeni Milliyetçiliği İttihatçı felsefeyi yaratır.
-Bağnaz Müslümanların Müslüman kurallarını evrensel insani yasalardan üstün kabul etmeleri gibi; İttihatçılar, Türkçülük Doktrini insani yasalardan üstün kabul ederler. Diğer bütün doktrinlere düşman olurlar. Doktrinler doğaya açılan pencerelerdir; tek bir doktrin ışığından doğaya bakmak, doğayı sınırlı tanımaya neden olur. Diğer bir ifadeyle, sınırlı kör olmayı kabul etmektir.
“Türk, bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma, köle olma hakkı.” Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt   
-Yasaların üstünlüğü, suçun ve günahın ferdiliği, yargıç kararı olmadan zanlıların suçlu ilan edilemeyeceği, vatandaşların yasalar karşısında eşit olması… Gibi evrensel doğruları sözle onaylar, uygulamada ayrıcalık isterler. “Hainler bu evrensel haklara sahip olamaz!” diye, bağırırlar.
-“Ulusların üstünde insanlık vardır.” Goethe
İttihat ve Terakki felsefesini taşıyanlar henüz insan olamadılar.
-“Demokrasi, meşrutiyet, cumhuriyet…” diye bağırır ama büyük-değişmez-tartışılmaz liderlerin ülke için zorunluluk olduğunu savunurlar. Kul-kuyruk olarak yaşamaktan mutlu olurlar. Başka kul-kuyrukları aşağılarlar. Kurtarıcılara ihtiyaç olduğunu akıllarından çıkarmazlar. Ülke savunması ve korunması için güçlü devletlerin kuyruğu olmayı şiddetle savunur, karşı çıkanları vatan haini ilan ederler. Kısaca: Özgür birey olmaları oldukça zordur.
-İttihatçılar kolayca görevlerini satabildiklerinden, başkalarına kolaylıkla hain diyebiliyorlar.
Görevin satılmasına, ihanet; ihaneti yapana, hain denir. Her ihanetin bir bedeli, her hainin bir fiyatı vardır. Ortadoğu”da ihanet ile hainlerin fiyatları oldukça orantısızdır. Diğer deyimle hainler ucuza mal olurlar.   
-Osmanlı”daki gerçek, öz, hakiki İttihatçılar çalışıp üretmeye yabacı olurlar. Türkiye Cumhuriyetinde bilgi-beceri-araç-gereç artışı ile çalışıp üretme teşvik edilir. Bu nedenle kısa sürede İttihatçılar yönetimden mahrum kalırlar.
Ülke sahipleri olan İttihatçılar, toplanan vergilerle lüks içinde yaşamayı doğal hakları sayarlar.
Bütün zenginlikler doğadan elde edilir, ihtiyaçlar temin edilir. Üretmeyen, doğaya yabancı yöneticiler soygun ve hırsızlık dışında yol-yöntem bilmezler ki!
-Ayrıcalıklara karşı olduklarını savunur, kendi ve kendilerini destekleyenler için ayrıcalığı hak kabul ederler.
İttihat ve Terakki düşünce sistemi taraftarı, kendi düşüncesinde olup, kendinden daha önde gidenlerin gizlice yok edilmesini rahatlıkla onaylar. Farklı düşüncede olanların, “hain” ilan edilmesi, yok edilmeleri ise temel amaçtır.
-Entrika, kurnazlık, ikiyüzlülük, hile… Gibi iğrenç politikaları sözde onaylamazlar ama Türkçülük Doktrini, vatanın selameti ve kurtarılması söz konusu olunca her yolu-yöntemi kabul ederler.
Ustalıkla çevrilmezse; hile, hile olmaktan çıkar rezalete dönüşür. Açık toplumlarda, bilginin her köşeye ulaştığı çağımızda hilekâr olmak kolay değildir.  
-Kendilerini vatanın sahipleri kabul ederler. Gizli dolap ve entrikalarla vatanı kurtarmaya, azıcık ceplerini doldurmaya hazır beklerler.
Örgütlü bağnazlar bir ülkede var oldukça azınlıklar, yenilik taraftarları, yaratıcılar için o ülkede güvenli ortam olmaz. Felaket gecikir, karanlık içinde, kana bulayacak bıçaklarını sallayarak uygun anı bekler.
-Düşünce farklılıklarına, eleştirilere tahammül edemezler. Hemen silahları kuşanırlar.
Yöneticilerin zorluk karşısında silaha sarılmaları siyaseti bilmediklerini ve yaratıcı olmadıklarını belgeler.
-Resmi kurumlarda kendilerine ayrıcalığı doğal hakları kabul ederler.
-Diğer doktrin taraftarlarını, “Hain” olarak ezberler.
Farklı doktrinlere bağlı insanların her türlü talebi ayrılıkçılık olarak mahkûm edilir. Siyaset kimlik tartışması üzerine kurulur. Sorunların, coğrafi bölgelerin, farklı etnik kimliklilerin… Adları yasaklanır. Merkezde oturanlar üretmez ama lüks içinde yaşarlar. Yasakçılığı siyaset yapmak kabul ederler.
“1909 yılında Meclisi Mebus san”da, “Makedonya” sözcüğü kullanılamaz. İttihatçılar bu sözcüğü kullananları hain kabul ederler. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra “Kürt, Kürdistan, Kürtçe, Lazistan, Ermeni Tehciri ile ilgili sözcükler…” Kesinlikle yasak kapsamına alınır.    
İttihatçı doktrin taraftarları, doğanın yasalarına bile meydan okuyarak yasakları sürdürmeye çalışırlar.
İletişim zorunlu ihtiyaçtır… İnsanlar dâhil canlılar iletişim kuramadan varlıklarını sürdüremezler. İttihatçı düşünce iletişim aracı dilleri yasaklayabilir.
A-Osmanlı döneminde Ermeniler, Yunanlar, Bulgarlar, Araplar, Sırplar, Araplar, Ruslar;
B-Cumhuriyet döneminde Sosyalist-Komünistler, Yunanlar, Bulgarlar, Ruslar;
C-Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Kürtler, AB ülkeleri ve ABD;
D-Ermeniler sürekli değişmez düşman kabul edilir; topraklarına, mallarına-mülklerine-servetlerine el konur, öldürülür, eserleri ve kiliseleri yok edilir, kalanların yok edilmesine çalışılır.    
Doğada değişim zorunludur. Kökleri İttihatçılara dayananlar dış etkilerle kısmen değişiyorlar ama Ermeni düşmanlıkları değişime uğramıyor. Zavallı…
-Anadolu”daki tarihi yapıların özellikle Ermeni eserlerinin yok edilmesini vatanseverlik üstü görev sayarlar.
-Gerçekleri gizlemek vatanseverlik ile eşdeğer olup, açıklayanlar haindir.
Meclisi Mebussan ile İttihat ve Terakki Parti yönetimlerinin bilgisi dışında Talat Bey, Enver Paşa, Halil Bey, Sadrazam Sait Halim Paşa Almanya ile Osmanlı Devleti arasında gizli bir anlaşma imzalar. Bu anlaşma ile Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşına sokulur.
Entrika, ikiyüzlülük, yalan, komplo… Davranışlarını yaratan düşünceler İttihatçı yöneticilerin temel felsefesidir. 
Enver Paşanın emriyle Rus Ordularına saldırılır; 60000-90000 er soğuktan donar. Enver Paşa, “Konuyu yazan gazeteciler, konuşanlar idam edilsin” der.
Cemal Paşanın emri ile Kanal Seferi düzenlenir; Osmanlı açısından rezalet ile sonuçlanır. Olay gizlenir.
İngilizler Arapları ayaklandırır; olaylar gizlenir. Sözde, Cihat Savaşında sayısız Müslüman asker, Yemen ve Suudi çöllerinde Arapların kurşunları ve hançerleri ile can verir.  
İttihatçı yöneticilerin yoğun baskıları sonucu, Van ve Zeytun”da Ermeniler ayaklanır; İttihatçı yöneticiler başarısız olur.
Cumhuriyet kurulduktan sonra Yunanistan ile ahali mübadelesi anlaşması yapılır. Rumlar göçe zorlanır.
Varlık Vergisi ile gayri-Müslimler ülkeden kaçırtılmaya çalışılır.
İttihat mantığı ile ülke yöneten DP yöneticileri 1950 sonrası Meclis”in bilgisi dışında ABD”YE topraklar satar; olay yıllarca gizlenir. Olayı yazan gazeteciler, “Rus işbirlikçisi” ilan edilir. CHP içindeki İttihatçılar ile DP içindekiler birbirlerinin gözlerini oymak için oldukça başarılı çabalar harcarlar.
6/7 Eylül olayları ile gayri-Müslimler kaçırtılmaya çalışılır, çoğunlukla başarılı olunur.
1970 sonrası başlayan siyasi cinayetleri, İttihat ve Terakki düşünce uzantısına sahip resmi yöneticiler teşvik eder. Resmi güçler, sivil milisleri silahlandırıp öğrencilerin, öğretmenlerin, işçilerin… Üzerine saldırtır. Böylece sosyal uyanışın bastırılmasına çalışılır.
-Malatya, Çorum, Maraş… Olayları yaratarak Alevi vatandaşları Ermeniler gibi yok etmeye ya da kaçırtmaya çalışırlar. Niçin? Onların mülklerine el koymak isterler.
-12 Eylül sonrası İttihatçı felsefe uzantılarının ağır baskı ve işkenceleri sonucu Kürtler ayaklanır; yöneticiler olayları gizleyerek, entrika-kurnazlık, yasadışı yollarla olayları önlemeye çalışırlar. Yasadışı uygulamalar Kürt isyanının yaygınlaşmasına neden olur. 
-12 Eylül sonrası resmi güçler, Teşkilat-ı Mahsusa yönetmeleri ile tetikçilere sayısız cinayet işletirler. Tarihe, “Faili meçhul cinayetler” olarak geçen olaylarla sayısız ana-baba-kardeş yakınlarını kaybeder.
-Yolsuzluk-hırsızlık-resmi kurumları talan etme İttihat ve Terakki düşüncesinin, “Türkçülerden zengin yaratma” felsefesi sonucu her dönem yaygın olur. Cinayet ve şiddet artışı ile doğru orantılı olarak yolsuzluk-hırsızlık çoğalır.    
Teşkilat-ı Mahsusa
Batılı ülkelerde güvenlik örgütlerinin görevi vatandaşı kollamak ve korumaktır. Osmanlı ve Türkiye”de resmi güvenlik örgütleri, “Vatan hainlerini yani İttihat ve Terakki düşmanlarını” izlemek, onları pusuya düşürmek, ortadan kaldırmaktır.  Örneğin, Ermeni vatandaşların yok edilmesinde Teşkilat-ı Mahsusa kalıcı çalışmalar yapmıştır. Cumhuriyet döneminde sayısız faili meçhul cinayetler Teşkilat-ı Mahsusa uzantısı resmi örgütler tarafından işlenir.
Ermeni sorunu şöyle halledilir:
Hükümet içinde bazı vekiller, İttihat ve Terakki”nin merkez yöneticileri, Ermenilerin toptan yok edilmesi konusunda düşünce birliğine varırlar. Uygulamayı resmi güçlerden ziyade, görünmez gizli örgüte havale ederler. Teşkilat-ı Mahsusa içinde yeni yapılanma oluşturulur. Dr. Bahaettin Şakir, Dr. Nazım ve hükümetten Maarif Vekili Şükrü Bey”den oluşan üçlü uygulama komitesi kurulur. Adliye Nazırının aldığı kararla hapishanelerdeki acımasız katiller Teşkilat-ı Mahsusa emrine verilir. İttihat ve Terakki, karar merkezi; Teşkilat-ı Mahsusa, uygulama aleti olur.   
“Resmi tehcir emri Dâhiliye Nezareti kanalıyla valilere iletilmekte, valiler bu emri bölge güvenlik birimlerine esas olarak jandarmaya aktarmaktadır. Kafilelerin imha edilmesi ise Teşkilat-Mahsusa tarafından ve Dr. Bahaettin Şakir tarafından organize edilir. Organizasyonda önemli görev partinin Kâtibi Mesullerine düşer ve belli bölgelere şifreli emirler gönderirler.” Taner Akçam   
Teşkilat-ı Mahsusa, Cumhuriyet dönemindeki faili meçhul cinayetleri işleyenlere örnek olacak tetikçiler besler. Üst yöneticiler, “İpliği pazara çıkan” tetikçileri idam ettirirler. Çerkez Ahmet bunlara iyi örnektir. Hırsızlık, adam öldürme suçlarından 15 yıl ceza alan Çerkez Ahmet, Ermenilerin yok edilmesi eylemlerinde kullanılmak üzere Teşkilat-ı Mahsusa emrine verilir. Yüzlerce masum çocuk, kadın, yaşlı Ermeni”yi öldürdükten sonra İstanbul”dan Diyarbakır”a jandarma gözetiminde gönderilen Mebussan üyeleri Krikor Zohrab ile Vartkes Serengülyan”ı Urfa yakınlarında öldürür. Sonra Cemal Paşa tarafından, suç arkadaşı ile beraber idam ettirilir.  (Ayrıntılı bilgi için: 1915 Bir Ölüm Yolculuğu Krikor Zohrab-Nesim Ovadya İzrail)
Öldürme olayı, 12 Eylül öncesi ve sonrasında bilindiği gibi olur: Görevli jandarmalar kenara çekilir. Silahlı çeteler silahsız insanlara saldırıp öldürür, kıymetli eşyalarını jandarma ile paylaştıktan sonra cesetler terk edilir. Sonra resmi raporlara, “Silahlı kümeler arasındaki çatışmada şu kadar ölü olduğu tespit edilmiştir…” diye, yazılır. Ama Krikor Zohrab”ın kalp hastalığından öldüğü doktor raporu ile üstlere iletilir. Sadrazam bir yıl sonra, “Krikor Zohrab ve Vartkes Sergülayan”ı Diyarbakır”a götüren ekibe yolda çeteler saldırmış; iki çete üyesi idam edilmiştir” diye, açıklar. Böylece iki resmi açıklama ortaya çıkar.
Gerçeklerden uzaklaşan evrensel onur ve erdemden uzaklaşır.
Ortadoğulu yöneticiler evrensel onur ve erdemi bilmezler ki!
12 Eylül Anadolu”nun acılı dönemlerinden biridir.
İnsanlara yapılacak büyük iyilik, onlara evrensel ölçülerle düşünebilmeyi öğretmektir. Düşünmek yeterli değildir; evrensel ölçülerle düşünmek gereklidir. Örneğin, bir İttihat ve Terakki Parti (Ya da uzantısı olan partiler) üyeleri iyi tuzak kurmak, işkence yapmak için düşünebilir. Böylesi düşünme ve kararların, Müslüman toplumların durumuna bakarak, insanlık için kalıcı yararı olamadığını biliyoruz. 
Doğanın Birinci Yasası, sevgiyle, “Yaşa ve yaşat!” der; umut ve cesaret duygularını yaratır.
Doğanın Üçüncü Yasası, öfkeyle, “Kendini koru! Öl ve öldür!” fısıldar; korku ve umutsuzluk duygularını yaratır.
Doğanın İkinci Yasası güçten yanadır. İnsanların belleklerine dış etkilerle hem sevgi, hem öfke egemen olabilir. Süre içinde egemen düşünceler alışkanlık halini alır. İnsanlar alışkanlıklarını kolayca terk edemezler.
Sevgi mi, öfke mi belleklere taht kurmalı?
Umut mu, umutsuzluk mu insanlara egemen olmalı?
Cesaret ve yaşamak mı, korku ve ölüm mü insanların yaşamına yerleşmeli?   
Ölçü dışı davranışlara neden olan doktrinler giderek insanları bağnazlığa ulaştırır. Bağnazlık insanları insan olmaktan çıkarır vahşete sürükler. İnsanlar insan gibi yaşamaya, güzel nesne ve hareketlere layıktırlar.
Dünya o kadar zengindir ki, bütün insanların mutluluk içinde yaşamalarına yeter artar bile!
degirmencinurettin@gmail.com
Nurettin Değirmenci
Elk. Yük. Müh.

Yorumlar kapatıldı.