İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Peder Aziz’in gözünden yakın tarih

Asım Öz
Bizim Köyün Papazıdır, Türkiye’de Süryani adı ile bilinen Asuri-Keldani halkının hikâyesi. Anıların sahibi Aziz Yalap, uzun yıllar Şırnak’a bağlı Uludere ilçesindeki bir Keldani köyünde papazlık yaptı. Buradaki anılar, Türkiye Cumhuriyeti’nin en karışık ve en tatsız dönemlerinden biri olan 1975-85 arasını kapsıyor… Bizim Köy’ün Papazıdır Türkiye tarihinin en karışık ve en tatsız dönemini, Anadolu’nun en talihsiz bölgesi üzerinden anlatan yakın zamanların en ilginç anı kitaplarından biri. Aziz Yalap, Bizim Köy’ün Papazıdır Yayına hazırlayan: Antoni Yalap, İletişim Yayınları, 2011, 344 sayfa.

Asım Öz/ Dünya Bülteni – Kültür Servisi
Bizim Köyün Papazıdır Peder Aziz Yalap’ın 1975-85 arasını anlattığı anılardan oluşan bir kitap. Zamanın yavaş aktığı, insanların daha çok konuştuğu, çay içmeden sohbete başlayamadığı bir diyarın “Papaz Efendi”si köyünü, mazisini anlatıyor. Bilmediğimiz bir dünyayı, azınlık içinde azınlıkların hayatını sarıp sarmalayarak aktarıyor.
Akşamları anlatılan hikâyelerden söylenen şarkılara, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki ilişkilere değin gündelik hayatın her yönü kesik kesik yer alır anılarda. Pazar sabahı kilise avlusunda toplanan, Noel ve Paskalya’da barışan, Irak’la gizliden gizliye ticaret yapan, katır sırtında türküler söyleyen Keldani köylüleri… Kızamık belası, su çilesi, eşkıya hikâyesi, cin gibi kadınlar, yerinde durmaz bebeler, arı kovanları, pekmezler, divanda nasihatler, şikâyetler, küfürler, Deniz Gezmiş ve diğer kaçaklar, dükkâna giren eşekler, darbe yapan Kenan Evren ve daha pek çok şey var sınırlı zaman dilimini anlatan kitapta.
Yazarın yetmişli yıllarda İşşi köyünde  papazlık görevini sürdürürken kısa notlar şeklinde aldığı anıları Fransa’da ayrıntılı olarak kaleme alınır. Yazılan anıları Antoni Yalap yayına hazır hale getirir.Yalın, kısa, içten cümlelerle anlatılmış alabildiğine sahici şeyler anlatan kitabın yazarı Güneydoğulu bir Keldani. Onun için önce Keldaniler hakkında bir iki cümle kurmak gerekmekte.
Hıristiyanlığı ilk kabul eden Aramiler Süryani olarak bilinir. 451 yılında Bizans’tan dinsel olarak ayrılan ve özerkleşen Süryaniler daha sonra Nasturi ve Yakubi olarak ikiye ayrılır. Nasturiler’in 1551 Yılında Roma Kilisesi ile birleşip Katolik olan koluna Keldani adı verilir. Genellikle Ortodoks olan Süryanilerle aynı dili konuşan Keldanilerin yaşadığı bölgede  yetmişli yılların sonundaki olaylardan ve 1984 sonrasında meydana gelen TSK- PKK çatışmasından  yoğun olarak etkilenmeleri onların çoğunun Fransa’ya göç etmelerini  zorunlu kıldı. İlk olarak 1978 yılında Bazyan köyünden başlayan göç 1980’den sonra hızlandı ve doksanlı yılların ortalarına kadar sürdü.
HIRİSTİYANLAR VE KÜRTLER
Genç Papaz Aziz liseyi İstanbul’da okur. İstanbullu çocuklar doğudan geldiği için ona Kürt Aziz lakabını takarlar, çocuklar da kızınca ona Aziz değil “Kürt Herif” diye hitap ederler. O zamanlar henüz Kürtçe bilmez ama Bağdat, Erivan ve İran’dan yayın yapan radyolardan Kürtçe şarkılar dinler hep. Köyde yaşarken evine gelip giden misafirlerle iyi anlaşabilmek için Kürtçe öğrenmeye karar verir. Ama o da birden bire olacak bir iş değildir. Seksenlerin sonuna doğru bilmediği bir dilde konuşmamak dergi ve gazetelerden kestiği resimleri duvara yapıştırır. Duvarda papadan Humeyni’ye kadar pek çok ünlü ismin resmi vardır. Kürt misafirler yemek ve çay beklerken resimlere bakarlar. Resimler içinde özellikle Humeyni’nin resmi köylülere çok ilginç gelir.
Hatırat kronolojik değil zaman zaman tekrarlar var. Önce olan olaylar sonraki yılların anıları arasından çıkabiliyor çoğu zaman. Bunlardan biri Deniz Gezmiş’le İlgili olanı.  Yıl 1970. Papaz Aziz  Beytüşşebap’ta köyüne gitmek için kamyon beklerken polisler tarafından Deniz Gezmiş’tir diye sorguya alınır.O sırada polislere uğrayan  berber Aziz’in Deniz Gezmiş olmadığını ifade etmese başına çok büyük işler  gelecek. Yine askere gittiğinde başından geçenler de ilginç. Önce lise mezunudur diye yazıcı yapılan Aziz’in Hıristiyan olduğu ortaya çıkınca hemen bölüğüne gönderilir.Dini yüzünden çavuş olamayan Aziz askerliğini er olarak bitirir.Kırka yakın gayrimüslim vardır askerliğini yaptığı taburda. Ne zaman bir iş çıksa bir komutan gelip askerlere “Tüm gayrimüslim erler dışarı çıksın” der. Dönemin siyasal ortamı onu burada da rahat bırakmaz. Hıristiyan papazı olmasından dolayı Asalaya yardım etmekle suçlanır. Fransız ajanlığı da katma değer vergisi olarak bu suçlamanın peşinden gelir.  Atmışlı yıllarda da papazlar Kıbrıs olaylarından dolayı jandarmalar tarafından sorgulanır.
Papazın yaşadığı köyde meydana gelen olaylarda da din ayrımı belirleyicidir: Komşu Kürt köylerinden bazı insanlar sonbaharda Ravme mıntıkasında koyun ve keçi çalarlar. Bu insanlar, jandarmaya şikayet  edilse  bile jandarma bu kişiler hakkında herhangi bir işlem yapmaz.  Devlet bölgede jandarma karakolu ve sivil mahkeme dışında mevcut değildir. Ama bunların tesiri köy ağasının hakimiyeti kadar mutlak değildir.Köyde her Hıristiyan aile bir Kürt aile tarafından korunur.Yazar bu koruma biçiminin  bir tür kölelik biçiminde olduğunu belirtiyor ama son yıllarda durumun değiştiğinin de altını çizer: “Kürtler günün her vaktinde ansızın köye gelir, evlerde misafir olur, yemek yer, çay içer, yatar.Bir istekleri veya ricaları varsa, dostane bir şekilde söylerler.Bazen ricada bulunur bazen de tehditkâr sözlerle isteklerinin yerine getirilmesini emrederler.Bazıları da sadece yemek için gelir.Lakin bölgenin Kürt halkı genelde çok fakirdir.Aralarında asırlardan beri devam eden kan davaları nedeniyle düşmanlık bitmediği için, gençleri hep silahlı olur, dağlarda barınır.Bu yüzden ailelerinin geçimini sağlamak için çalışamıyorlar.Kaç kere şahit oldum: Bazı Kürt ailelerinin evlerinde ne un, ne  yağ ne de şeker bulunuyordu.Son seneler bazıları silahları bırakıp çalışmaya, hayvancılık,arıcılık  yapmaya başladı ve rahat rahat geçimlerini sağlayabiliyorlar.(…) aileler çok zengin oldular ve artık Hıristiyanları çok rahatsız etmiyor, onlardan koyun keçi ve öteberi istemiyorlar.Hatta başka Kürtler,Hıristiyanlara baskı uyguladığında veya onlardan eşya istediğinde, bu aşiret karşı çıkıyor ve bizleri diğer Kürtlerden koruyorlar.Hıristiyanlar ve Kürtler arasında asırlar boyu ortaya çıkan anlaşmazlıkların sebebi çoğu zaman dini değil ekonomik sorunlardı.Açlık, yokluk ve ihtiyaç yüzünden çıkıyordu sorunlar.” Bunun gerçeklik değeri sanırım bölgede yaşayanlar tarafından ortaya konulabilir.
Köylerde okul olmamasından dolayı insanlar doru dürüst okuma yazma öğrenemezler. Sadece askere gidip gelenler az çok bozuk bir Türkçe konuşurlar. Atmışlı yıllarda devlet doğu meselesini bir asayiş sorunu olarak görmekte bundan dolayı da bir çok karakol yapmaktadır. Karakolda görevli olan jandarmalar köy köy dolaşarak askerliği gelen gençleri götürürler. Müfrezeler her gün yollarda, devriyeler her gece nöbet tutar, şüpheli insanları gözaltına alıp sorguya çekerler.  Müfrezeleri oluşturan askerlerin çoğu Anadolu çocuğudur. Tabii hiç biri  bölgenin dilini bilmez bu askerlerin bundan dolayı da sorunlar  biraz daha ağırlaşır: Bir gün bir düzine jandarma yemek sofrasına kurulmuş yemek yiyormuş.Yeldo adında bir adam kucağında Keldanice  boke denilen soğanla  tarladan dönmektedir.Sofraya yaklaşıp jandarmalara selam verdikten sonra başçavuşa “Başefendi boke yer misiniz?” diye soruverir.Başını kaldıran çavuş Yeldo’yu boğazından tutar. Ona ağzına gelen bütün küfürleri sayar. Durumun ciddiyetini gören azalardan biri, hemen yetişip başçavuşa engel olmaya ve  zavallının suçunun olmadığını anlatmaya çalışır.Başçavuş ise  daha çok sinirlenerek azaya çıkışır: “Nasıl  yoktur efendi!Bize resmen bok yer misiniz dedi.Hem de tam yemek yerken” der.Aza ise kusura bakma biz bu soğan yapraklarına Keldanice boke diyoruz. Yani size “Soğan yer misini?” demek istedi. Türkçesini bilmediğinden Keldanice söyledi. Yeldo’nun boğazını bırakan çavuş “Öyle mi? Kusura bakma hemşerim” der.Durum anlaşılmıştır ama köylünün onuru kırılmıştır.
Yaşadıkları, bildikleri yanında başkalarından duyduğu olayları da anlatır yazar.  Bunlardan biri İki Dil Bir Bavul filminin işlediği konuya oldukça yakın: Köyde Kürtçe konuşan ve Türkçeden “evet” dışında herhangi bir kelime bilmeyen birini askerlikle ilgili bir meseleden dolayı karakola götürürler. Komutan köyden getirilen kişiyi sorguya çeker. Askerlikten firara kadar yığınla soru sorar. Komutanın sorduğu bütün sorulara anlamadan  evet cevabını veren köylü nezarete atılır.O esnada orada bulunan azalardan  biri bu köylünün Türkçe bilmediğini, denilenleri anlamadığını ifade eder. Komutan durumu anladıktan sonra köylüyü serbest bırakır.
1978 10 Kasım’ında meydana gelen kız kaçırma olayı devlet otoritesinin Keldanilere nasıl baktığını da gözler önüne serer.  Öyle ki olaya Kürdistan Demokratik Partisi bile dahil olur. Karakolda jandarma üsteğmeni kızın babasına zorla önceden alınmış olan ifadeyi imzalatmaya çalışır. Kızın babası Petros korku ve tehditle alınan bu ifadeye imza atmaya-cağını belirtince, kaba kuvvete maruz kalır, kafasına aldığı darbelerle ifadeyi imzalamak zorunda kalır. Bir başka kız kaçırma olayında Kürtlerden bir grubun desteği ile Uludere jandarmaları ve muhtar istediklerini elde edemeden elleri boş köye dönmek durumunda kalırlar.
PKK saldırıları başladığında jandarmalar Keldanilerin yaşadığı İşşi köyünü basarak köylüleri kadın, erkek, çocuk herkesi okul bahçesinde toplar.Sonra Uludere jandarma karakoluna götürürler. Karakol komutanı Hıristiyanların salıverilmesini ister. Muhtarlar aracılığı ile köyde bulunan silahların toplanmasını ister. Köylüler de muhtara bizde silah yok demediği için kızarlar. Lakin yapacak bir şey de yoktur. Jandarmaya bir Hıristiyan olarak silahlarının olmadığını ispat etmek zordur. Ertesi gün iş papaza düşer. Papaz Aziz yanına İncil, haç ve 100 bin lirayı alarak Uludere karakol komutanı ile konuşmaya gitme kararı alır.Komutana İncil ve haç üzerine yemin ederek kendilerinde silah bulunmadığını anlatamaya çalışır.Hatta eğer bu  yemini yeterli görmezse bütün köylülerin tek tek bu yemini edebileceklerini de ekler.100 bin lirayı da bağış olarak Türk Kara Kuvvetlerine vermek istediklerini ifade eder. Komutan papaza inanır, parayı ise bağış olarak kabul etmez. Köylülerin bir daha rahatsız edilmeyeceğini de vurgular. 12 Eylül darbesinden sonra bu durum çok değişir. Öyle ki para ile silah alıp teslim etmek durumunda kalır köylüler.
Keldani köylüler başlarına gelen belalardan kendilerini korumak için bölgede sözü geçen üç otoriteyle sorunlarını çözmeye çalışırlar: Bu otoriteler devlet yetkilileri, Kürdistan Demokratik Partisi yetkilileri ve bölgenin sözü geçen aşiret ağalarıdır.
Askerler PKK sempatizanlarına operasyon yaptıklarında Hıristiyanların tarafsız olduğunu düşündüklerinden Keldanilere bir şey yapmazlar Ama bölgede yaşadıklarından onlarda bu olaylardan etkilenirler. Gaznağ adını taşıyan köyde yirmiye yakın genç yakalanarak, Şenoba Taburu’na götürülerek hapsedilir ve bunların bazıları da Şırnak’ta işkenceden geçirilirler.İşte böyle bir ortamda Uludere Jandarma Komutanlığı’na yeni gelen yüzbaşı ziyaret için muhtarla birlikte yola koyulur papaz Aziz Yalap. Komutan hiç papaza görmediğinden yahut Cüneyt Arkın filmlerinde gördüğü siyah cübbeli, uzun sakallı, boyunlarında büyük haç taşıyan, siyah şapkalı adamlar olarak tasavvur ettiğinden “sıradan” giyimli papazı nasıl karşılayacağını bilemez.
Kürt sorunu hakkında çok fazla anlatım yoktur anılarda.Kürtlerin yoksulluğu karşısında hükümetlerin ilgisizliği, konuyla ilgilenmemesi, yasakçı zihniyetin bölgeyi ve halkı yoksullaştırarak her tarafa korku salması üzerinde kısmen durulur. Yoksulluğun  ne kadar dayanılmaz olduğunu gösteren şu aktarım çok düşündürücü: “Öyle anlar oldu ki insanlar bir malı, bir hayvanı çocuktan bile kıymetli gördü. Bazen bir katır veya öküz öldüğünde insanlar ağlar ve “Keşke bir çocuğumuz ölseydi de öküzümüz ölmeseydi, bizim için daha iyi olurdu” derdi.”
PAPAZIN SÖZÜ
Keldanilerin papaza olan saygısı Müslüman toplumlarda “din adamı” olarak bilinen kişilere olan saygı ile benzerlik gösterir. En güzel yemekler ona hazırlanır. Mesela bir ziyafet olduğunda,bir horoz kesilir ve sadece papazın önüne konur.Papazın yemeğini her hafta bir aile yapar. Keldani köylüler kabile halinde yaşar. Bundan dolayı zaman zaman kabileler arasında kavgalar meydana gelir. Bazen kabileler arası ziyafetler ve toplantılar olur, bu toplantılarda kararlar alınır, hediyeler verilir.  Köy halkı arasındaki bütün anlaşmazlıklar Noel veya Paskalya bayramlarında çözülür, küskünler barıştırılır. Papazın köydeki konumunu açıklayan şu ifadeler oldukça dikkat çekici: “Köyün en büyük idarecisi, hem dini hem de sivil otorite olarak, sözü en çok dinlenen kişi papazdır. Kötülük yapan ve suç işleyen kişileri kilisede ayıplar veya cezalandırır. Papaz tarafsızdır, mağdurun yanında olur. Kilise malını idare eder. Genel olarak yüz otuz aileden yetmiş kadarı fakirdir. Buğday, şeker ve en acil ihtiyaçlarını karşılamak için birçok kere papazdan, kilisen para borçlanırlar.Sayıca hangi kabile büyükse,kendisini büyük görür ve diğer kabileye söz geçirmek ister.Ayrıca hangi evin erkek çocukları çok ise, o ev fazlaca hükmetmek ister.(…)
Köy insanları, gerek dini olsun, gerek idari olsun, her konuda papaza itaat ederler. Muhtar, azalar ve ihtiyarlar ondan sonra gelir.Öncelikle papazın sözü dinlenir.Halk ona itaat eder.Hesaplarına gelmese de, kararlarına yüzde doksan beş oranında saygı duyarlar.Muhtar ve azaların itaat oranı yüzde kırktır.İhtiyar heyetinin ise yüzde yetmiş. Ağa’ya ise korku itibariyle, itaat yüzde yüzdür. Çünkü Ağa’nın sözü mutlaktır, hakimiyettir.(…)
(..) büyük küçük, kadın erkek, genç ihtiyar fark etmez her insan papaza itaat etme mecburiyetindedir.İtaat etmeyen kafir sayılır.”
Köyün adetleri de üzerinde durulmaya değer: Köyde genel olarak cumartesi günleri temizlik yapılır, Pazar sabahı ayine en güzel giysilerle gidilir. Ayin başlayıncaya kadar kilise bahçesinde sohbet edilir. Genel hayata meraklı olan kadınlar, kilise avlusunun arka kısmında hem erkekleri dinler hem de kendi aralarında sohbet ederler. Kilisede erkekler önde, kadınlar arkada oturur. Ayinin bitiminde erkekler hemen kiliseden ayrılırken ihtiyar kadınlar kiliseyi papazdan sonra terk eder. Mar Yavsep Bayramında  oğlakları çevre köylerden Müslüman Kürt varsa hayvanları o keser. Bunun sebebi Müslümanların kesilen eti yiyebilmeleri içindir. Bazı Müslümanlar içinse bu sorun addedilmez köyde. Köylüler arasında kavgalar olduğunda Müslüman köylüler küfürlerinde çoğu zaman papazı, Hıristiyanlar da imamları ve hacıları anar.
Bizim Köy’ün Papazıdır Türkiye tarihinin en karışık ve en tatsız dönemini, Anadolu’nun en talihsiz bölgesi üzerinden anlatan yakın zamanların en ilginç anı kitaplarından biri.
Aziz Yalap, Bizim Köy’ün Papazıdır Yayına hazırlayan: Antoni Yalap, İletişim Yayınları, 2011, 344 sayfa.

http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=168124

Yorumlar kapatıldı.