İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Apoyevmatini meselesi (2)

Mıgırdiç Margosyan / mmargosyan@hotmail.com

İşte daha şunun şurasında neredeyse dün diyebileceğimiz yakın geçmişimizde, mesela Beyoğlu Balık Pazarı’nda elindeki filesiyle dolaşıp alışveriş yapan Madam Varvara veya Mösyö Vasil’in kendi aralarında, kendi ana dilleri Rumcayla fan fin fon ettiklerinde, veya yine örneğin Şişli-Beyazıt tramvayında torunuyla Ermenice konuşan Madam Anjel’in karşılarına, kerameti kendinden menkul “birinci sınıf vatandaş” kimliğimizle dikilip, ardından da en davudi ses tonumuzla “Vatandaş Türkçe konuş!..” deyu azarlamayı anamızın ak sütü misali hak belleyip, dolayısıyla onların, “öteki”lerin “ikinci” ya da belki de “sekizinci sınıf” vatandaş olduklarını bu çıkışımızla sanki belirtip, üstelik hani olur ya kazara da olsa yanılıp kem küm edip diklenenlere de “Ya sev ya terk et!..” ültimatomuyla ağızlarının payını verdiğimiz “bu güzel, bu cennet vatanımızda”, bu tür “teferruat”ları toz misali halı altına süpürüp, diğer taraftan da “imtiyazsız sınıfsız bir kitleyiz” lafıyla yıllar yılı sergilediğimiz bu “çifte standart” malulü zihniyetin acaba bizatihi kendisi mi Apoyevmatini meselesini pekiştirip, neredeyse kapısına kilit vurma durumuna getirdi?.. Öyle ya da böyle devamı haftaya Kirvem!

KİRVEME MEKTUPLAR
Mıgırdiç Margosyan / mmargosyan@hotmail.com
Kirvem,
 Ülke genelinde yığınla önemli ve de acilen çözülmesi gereken meseleler dururken, benim gerek geçen haftaki, gerekse bu mektubumda da yine Apoyevmatini gazetesiyle ilgili yumurtlayacağım laga lugalarım sadece suya tirit değil, aynı zamanda da son zamanların moda deyimiyle tam anlamıyla “teferruat”ın daniskası mı ne!
 Gerçekten de mesela memlekette neredeyse otuz yıldan beri sürüp gelen, ama ne hikmetse bunca zamandan beri adı sanı dahi henüz bir türlü doğru dürüst konmamış, konulamamış bir “kısır döngü”nün girdabında milletçe sürüklenip giderken, sayıları kırk binleri aşmış gencecik evlatlarımızın kimileri “şehit”, kimileri de “terörist” diye nitelendirip, ardından da maalesef kara toprağın bağrında “öte tarafı” boylarken, ülkenin “milli gelir”i deyim yerindeyse pisipisine çarçur edilip heba edilirken, öte taraftan bu hengameden yararlanan “savaş çığırtkanları” gizli kapılar ardında yuvalanmış dururken, dahası da bu işin sonunun nereye varıp nerede noktalanacağı da üç bilinmeyenli denklemin boyutlarını çoktan aşmışken, kısacası sırf bu nedenle her geçen günün ardından peş peşe takılıp gelen sorunlar yumağı ortalıkta dururken, üstelik akılları tavan aralarında ya da bit pazarlarında gezinmeyen tüm “akil adamlar” ülkenin bu meselesinin “kök”ünden sünnet edilip “sulh” içinde çözülmediği müddetçe iki yakamızın bir araya gelemeyeceğini belirtip ter ter tepinirken, bütün bunları göz ardı edip başımı “devekuşu” misali kuma gömüp, “kıytırık” Apoyevmatini gazetesiyle ilgili laflamayı sürdürüyorsam, demek ki tüm andavallılığıma rağmen vardır bu “teferruat”ın kendimce önemli bir sebebi!
 Evet Kirvem, özüme kalırsa diyeceğim şu ki; genellikle bireysel veya toplumsal düzeyde başımıza musallat olan, zamanla içinden çıkmakta zorlandığımız irili ufaklı bilumum olayların derununda yatan meselelerin özünde, “teferruat” diyerek küçümseyip, hatta burun kıvırdığımız bu “zihniyet” yatmaktadır.
 Nitekim bu köhne zihniyet doğrultusunda kendimiz için “önemli” bulup her fırsatta öne çıkarmaya çalıştığımız bir “değer” yargısını veya herhangi bir “kavram”ı, başkalarının indinde aynı kefeye koymayı genellikle zül addedip, önemsemeyip, dolayısıyla basit bir “teferruat” olarak algıladığımızda, galiba ipin ucunu kaçırıyoruz…
Yani?..
 Yani mesela, şeytanın bile aklına getiremeyeceği kadar “şahane” bir buluşla “kart-kurt” yaftasını yapıştırıp resmen alay ettiğimiz insanların “zımane zıkmaki” ya da “ana karnındaki dil” tanımlamasıyla önemini bu denli vurguladıkları Kürtçeyi, “apolet” zoruyla dışlayıp “teferruat”a dönüştürmek için elimizden geleni ardımıza koymazken, buna mukabil kendi ana dilimizi, hani deyim yerindeyse “ya tutarsa” babında icat ettiğimiz “Güneş Dil Teorisi”yle “tüm dillerin anası” kategorisinde pekiştirmek için kollarımızı sıvamakla yetinmeyip, hatta yine örneğin şimdilerde de “kutsal” bellediğimiz dilimizi mümkün mertebede tüm cihana yaymak için yabancı diyarlarda açtığımız okullarda elin oğullarına, kızlarına nasıl öğrettiğimizi, bu bapta daha geçenlerde düzenlediğimiz “olimpiyat” eşliğinde gururla kanıtlayıp, bu kulvardaki “hassasiyet”imizi sergilerken, bu arada başkalarının, “öteki”lerin aynı hassasiyetlerine deyim yerindeyse yan bakıp burun kıvırırken, ne yaman bir çelişki içinde olduğumuzu ya anlamıyoruz ya da anlamak nedense işimize bir türlü gelmiyor…
İşte daha şunun şurasında neredeyse dün diyebileceğimiz yakın geçmişimizde, mesela Beyoğlu Balık Pazarı’nda elindeki filesiyle dolaşıp alışveriş yapan Madam Varvara veya Mösyö Vasil’in kendi aralarında, kendi ana dilleri Rumcayla fan fin fon ettiklerinde, veya yine örneğin Şişli-Beyazıt tramvayında torunuyla Ermenice konuşan Madam Anjel’in karşılarına, kerameti kendinden menkul “birinci sınıf vatandaş” kimliğimizle dikilip, ardından da en davudi ses tonumuzla “Vatandaş Türkçe konuş!..” deyu azarlamayı anamızın ak sütü misali hak belleyip, dolayısıyla onların, “öteki”lerin “ikinci” ya da belki de “sekizinci sınıf” vatandaş olduklarını bu çıkışımızla sanki belirtip, üstelik hani olur ya kazara da olsa yanılıp kem küm edip diklenenlere de “Ya sev ya terk et!..” ültimatomuyla ağızlarının payını verdiğimiz “bu güzel, bu cennet vatanımızda”, bu tür “teferruat”ları toz misali halı altına süpürüp, diğer taraftan da “imtiyazsız sınıfsız bir kitleyiz” lafıyla yıllar yılı sergilediğimiz bu “çifte standart” malulü zihniyetin acaba bizatihi kendisi mi Apoyevmatini meselesini pekiştirip, neredeyse kapısına kilit vurma durumuna getirdi?..
 Öyle ya da böyle devamı haftaya Kirvem!

Yorumlar kapatıldı.