İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türk-Ermeni İlişkilerinde Bin Yıllık Tabloyu Okuyabilmek

Mehmet Fatih Öztarsu

Bin yıllık birliktelikten sonra yüz yıllık ayrılığa düşen Türk ve Ermeni toplumlarının yeni dönemde atacağı adımlar bölge ve dünya siyasetindeki pek çok sorunun çözümü için örnek teşkil edecek durumdadır. Siyasilerin yıllardır çözüme kavuşturamadığı Ermeni sorununu anlamak için iki ülke ilişkileriyle ilgili tanımlamaların doğru yapılması gerekmektedir. İkili ilişkileri anlayabilmek için, siyasi ve halklar tabanında belirli ayrımların yapılmasına ihtiyacımız vardır.

 İlk olarak; inişleri ve çıkışlarıyla bin yıllık bir birlikteliği içeren Erken Dönem Türk-Ermeni İlişkileri, ikinci olarak; 1915 uçurumunu da içeren ve yüz yıllık bir ayrılığı kapsayan Yakın Dönem Türk-Ermeni İlişkileri ve son olarak; Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra başlayan ve yirmi yıllık bir süreyi kapsayan Türkiye –Ermenistan İlişkileri.
 Erken dönem Türk-Ermeni İlişkileri, Türklerin Anadolu’ya girişinde yardımcı olan Ermenilerin Bizans baskısına karşı Türkleri desteklemesiyle başlar. Selçuklu Devleti saflarında Bizans’a karşı savaşan Ermeniler, Anadolu’da kurulan yeni yönetim sistemiyle kendilerini rahat ifade edebilecekleri bir ortama kavuşmuştur. Ermenilerin sanatkar ve zanaatkar bir millet olduklarını ele aldığımızda, özellikle Selçuklu döneminde Anadolu’daki mimari eserlerde Ermenilerin pek çok katkısını ve Türk mimarisine olan etkilerini gözlemleyebiliriz. Diyebiliriz ki Anadolu’daki Ermeni krallıkları döneminin ardından, Ermeni varlığı oldukça uzun bir aradan sonra ilk defa Türklerin yardımıyla bölgede varlık göstermeye başlamıştır. Selçuklu hakimiyeti müddetince süren hür yaşayışları Osmanlı Devleti zamanında da devam etmiş, özellikle Fatih Sultan Mehmet’in kendilerine verdiği hak ve özgürlükler sayesinde dini otoritelerini de sağlamlaştırmışlardır. 1461 yılında II. Mehmet Bursa Piskoposu Hovhakim’i başkente davet etmiş ve Ermeni patrikliğinin kurulmasına izin vermiştir.
 II. Mehmet’in bu stratejik adımı yüzyıllar sonra Rusya tarafından Osmanlı’nın zayıflatılması için kullanılacaktı. Nitekim Ermeni ve Slav meseleleri “sıcak denizlere inme” politikası güden Rusya’nın en önemli emperyal etki aracı olmuştur. Deli Petro’dan itibaren güney hakimiyet sahası politikaları, bu bölgelerde bulunan etnik ve dini unsurların bağımsızlığa teşvik edilmesi ve Rus hamiliği 19. yüzyılın değişen dünya sisteminde Osmanlı Devleti için yıkıcı etkiler oluşturmuştur. Rusya’nın Kafkasya ve Balkan bölgelerindeki menfaatini tesis etme çabaları ve Batı’dan yayılan milliyetçilik rüzgarı Ermeni toplumunu da etkilemiş ve çeşitli bağımsızlıkçı örgütlerin oluşmasını sağlamıştır.
 Bunlardan en önemlileri olan Hınçak ve Taşnak örgütleri 1878 yılında Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonraki buhranlı dönemde kurulmuş ve eylemlerini Birinci Dünya Savaşı’na kadar sürdürmüştür.
 YAKIN DÖNEM İLİŞKİLER VE 1915 UÇURUMU
 Yakın dönem Türk-Ermeni ilişkilerini başlatabileceğimiz tarih olan 1908, Osmanlı Devleti bünyesindeki farklı unsurların aynı meclis çatısında temsil edilmesini sağlayan II. Meşrutiyet’in ilan edildiği tarihtir. 1908’e kadarki süreçte gerek Jön Türk kurmayları gerekse İttihat ve Terakki Cemiyeti, Ermeni örgütlere yumuşak davranmıştır. Meşrutiyet’in ilanına doğru, Ermeni örgütlerin farklı beklenti ve talepleri Taşnakları İttihatçılara, Hınçakları ise Ahrarcılara yakınlaştırmıştır. Ortak ideal olan anayasanın yürürlüğe koyulmasının gerçekleşmesinden sonraki süreçte, İttihatçılar ülkede herhangi bir bağımsızlık girişiminin oluşmaması için azınlık örgütlere tavırlarını değiştirmiştir. Osmanlılık vurgusuna önem veren İttihat ve Terakki’nin önde gelen isimlerinden Cemal Paşa’nın o döneme ilişkin olarak Ermenilerle ilgili düşünceleri yönetim ile örgütler arasındaki bağı da açıkça ifade etmektedir : “Biz Ermenileri Rum ve Bulgarlardan daha çok severiz. Çünkü onlar bu iki milletten daha mert ve daha kahramandırlar. İki yüzlülük bilmezler. Dostluklarında sadık , düşmanlıklarında metindirler. Biz Ermeniler ile Türkler arasındaki düşmanlığın başlıca sebebinin Rusya siyaseti olduğu inancındayız.”
 31 Mart ayaklanmasını bastırmak için İstanbul’a giren Hareket Ordusu, Ermeni cemaatini de ziyaret etmiş ve Enver Paşa Ermenilerin ayaklanmacılara karşı durmasını kastederek “Yaşasın Taşnaksutyun Cemiyeti!” diyerek Ermenileri tebrik etmiştir : “Ezelden beri hepimiz kardeşiz. Artık Bulgar, Ermeni, Rum, Romen, Yahudi, Türk yok. Bu mavi gökyüzü altında hepimiz eşitiz. Biz Osmanlı olmaktan gururluyuz.”
 Meşrutiyet’in oluşturduğu güven ve kardeşlik havası, içeride ve dışarıda imparatorluğun sorunlarını çözeceği inancını kuvvetlendirmiştir. Anayasal sistemle azınlık sorunları başta olmak üzere devlete uzun zamandır engel teşkil eden sorunların Osmanlı Devleti’ni güçlendireceği ve dünya genelindeki Avrupa sömürgelerinde olumsuz etki oluşturacağı endişesi özellikle İngiltere’nin azınlıklara müdahil olmasını hızlandırmıştır. Türk-Ermeni toplumlarının kopuş sürecinin başlangıcı olan 1909 Adana olayları, İstanbul’un 31 Mart ile çalkalanmasını müteakiben yabancı papazlar tarafından başlatılmış, Müslüman ve Ermeni topluluklara silah satışı gerçekleştirilmiştir. İki tarafı birbirine kırdırma politikası Adana’da başarılı olmuş ve hatta Osmanlı’ya bağlı Ermeni bürokratlar dahi ayrılıkçı örgütler tarafından tehdit edilmişlerdir. Bunlardan en önemlisi, 1913’te İttihatçı Ermeni Van Belediye Başkanı Bedros Kapamacıyan bu örgütler tarafından öldürülmüştür. 1909’dan itibaren alevlenen Ermeni meselesi, Rusya’nın Ermenileri maşa olarak kullanmasının önünü açmıştır. 1914 yılında Erzurum’da gerçekleştirilen Taşnak Kongresi’nde, Ermenilerin hangi devlet safında yer alacağı tartışılmış, sonuç olarak Osmanlı Devleti kararı alınsa da Andranik Ozanyan gibi isimlerin etkisiyle Rusya’dan yana karar çıkmıştır. Bu tarihten sonra Osmanlı yönetimi Ermeni toplumunun Anadolu’da isyan amaçlı olarak kullanılması ve savaşta Osmanlı aleyhine gidişatın oluşmaması için Ermeni toplumunun geçici süreyle güneyde iskan edilmesine karar vermiştir. 1915 yılında çıkarılan Sevk ve İskan Kanunu’na göre Ermeni toplumu savaş bölgesinde tehlike altında bırakılmayacak, savaş bitiminde geri dönmek üzere güneye sevk edilecektir. Kanunun uygulanışı sırasında pek çok aşiretin saldırısına maruz kalan ve hastalıklarla boğuşan Ermenilerde büyük oranda kayıp yaşanmıştır. Cemal Paşa’nın Araplar nezdinde kötü algılanışının bir sebebi de, kendisinin Ermeni toplumunu Arap çete ve aşiretlerine karşı korumasıydı. Ermenilere saldıran pek çok Arap lideri idam ettiren Cemal Paşa, Ermenilerin korunması amacıyla okul ve hastane yaptırmaya kadar pek çok faaliyetin öncülüğünü yapmıştır.
 Osmanlı Devleti’nin savaşı kaybetmesiyle Ermenilerin geri dönüşü de akamete uğramış ve galip devletler bu sorunu soykırım girişimi olarak dünyaya duyurmuşlardır. 1918’de Ermeniler önce Transkafkasya Demokratik Cumhuriyeti, ardından ise Ermenistan Demokratik Cumhuriyeti ile bağımsızlık girişimlerinde bulunmuşlar ancak bu başarısız girişimlerden sonra 1920 yılında Kızıl Ordu’nun Erivan’a girmesiyle Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurularak Sovyetler Birliği himayesinde yaşamaya başlamışlardır.
 Sovyetler Birliği döneminde Türkiye’ye bakış açısı sınırlı olan Ermenistan’ın soykırım algısı genel olarak edebi eserlerle kendisini göstermiştir. Ayrıca 1915’in ellinci yılı olan 1965’te Sovyet yönetiminin desteği ile Erivan’da Tsitsernakaberd (Kırlangıç Yuvası) adındaki soykırım anıtı inşa edilmiştir. Aynı dönemde diğer ülkelerde yaşayan Ermenilerin diaspora örgütlenmesi hız kazanmış, dünya kamuoyunda Türkiye aleyhtarı faaliyetlere başlamışlardır. Bunlara ek olarak sol örgütler tarafından desteklenen ASALA da, Ermenilerin eski yurtlarına dönüşü temasıyla Türk diplomatlarına yönelik terör faaliyetlerinde bulunmuştur
 YENİ DÜNYA DÜZENİNDE ERMENİSTAN’IN YERİ
 Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını ilan eden Ermenistan, yeni dönemde de Rusya etkisinden tam olarak kurtulamamış ve politikalarını buna göre belirlemiştir. Aynı zamanda Karabağ çatışmalarında da Rusya desteğini almıştır. Dış politika konsepti 3+2, yani Rusya, Türkiye ve İran ile uzak çevre, Azerbaycan ve Gürcistan ile yakın çevre ilişkileri olan Ermenistan, bu konsepti 2000’li yıllara kadar içteki ve dıştaki baskılardan dolayı hayata geçiremez. FIFA 2010 Dünya Kupası eleme maçlarında aynı grupta yer alan Türkiye ve Ermenistan milli takımlarının Erivan’da gerçekleştirilen buluşması iki ülke ilişkileri açısından da yeni bir dönemin başlangıcı olur. Futbol diplomasisinden bir yıl sonra gündeme gelen protokollerle iyileşme süreci devam eder. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “sıfır sorun, azami işbirliği” formülü dış politikada Ermenistan’la yakınlaşma sürecine girmede etki gösterir. Protokollerin ele alındığı 2009 yılı Ekim ayında Bursa’da gerçekleşen Türkiye-Ermenistan maçında yaşanan Azerbaycan bayrağı krizi Bakü yönetiminin tepkisine neden olur. Gerek Türkiye’de gerekse Ermenistan’da yaşanan siyasi tartışmalar sonucunda protokoller askıya alınır ve diyalog süreci “sessiz diplomasi” adıyla devam ettirilir.
 İnişlerle ve çıkışlarla dolu bin yıllık birliktelikten sonra, yüz yıllık ayrılık bugünkü kopuk ilişkileri doğurmuştur. Bin yıllık Türk-Ermeni ilişkileri, sadece yirmi yıllık bir arka plana sahip olan devletlerarası dondurulmuş münasebetleriyle varlığını sürdürmeye çalışmaktadır. İki tarafın makul şekilde ve dış müdahale olmadan diyalog tesis etmesiyle bin yıllık birlikteliğin sermayesi de kullanılabilir olacaktır.
 Mehmet Fatih ÖZTARSU
 Ermenistan Aravot Gazetesi Yazarı

Yorumlar kapatıldı.