İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Devlet yoksa demokrasi yoktur

Türkiye ise, sosyolojik olarak İspanya’ya, Kanada’ya ve Belçika’ya yakındır. Çok daha gelişmiş olmakla birlikte, Hindistan’ın özelliklerini taşımaktadır. Bu ülkelerin tümü şunu anlamıştır: Eğer derinden çok kültürlü iseniz, topraklarınızda kendi liderleri olan ve bağımsızlık tasavvuruna sahip olup bir ulus oluşturduğunu düşünen birden fazla grubun olması anlamında çok uluslu iseniz ve tam bir ulus inşa formülünü izlerseniz, ulus inşası ile demokrasi inşası birbiriyle çatışacaktır; çünkü ulus inşa formülü, zorunlu olarak, bir dilin diğer diller üzerinde, bir ulus tanımının diğer ulus tanımları üzerinde ve bazı durumlarda bir dinin diğer dinler üzerinde, ayrıcalıklı olduğunu tazammun eder…Fransa ve Türkiye ise, azınlık dinlerine saygı göstermiyor. Ne Fransa ne de Türkiye’de azınlık dinlerine mensup olanlar için ulusal bir bayram yoktur. Endonezya’da İslam için yaklaşık 7 ulusal bayram, Budizm, Konfuçyanizm, Hıristiyanlık ve Hinduizm için de 7 ya da 8 tane ulusal bayram vardır.

*********************

Ulus inşası ile demokrasi inşası birbiriyle çatışır. Çünkü ulus inşa formülü zorunlu olarak bir dilin diğer diller üzerinde, bir ulus tanımının diğer ulus tanımları üzerinde ve bazı durumlarda bir dinin diğer dinler üzerinde ayrıcalıklı olduğunu tazammun eder.

Prof. Dr. ALFRED STEPAN /Columbia Üniversitesi Öğretim Üyesi

Coğrafi olarak yoğunlaşmış ve farklı dil kullanan toplulukların var olduğu tüm demokrasilerde bir federalizm nosyonu olduğunu görüyoruz. Bu bağlamda federal sisteme çok fazla muhalefet söz konusudur ve bu gündemde olmayacaktır. Coğrafi olarak yoğunlaşmış azınlıkların var olduğu durumlarda federal sistem dışında bir çözüm bulabilmek siyasetçiler açısından çok zor olacaktır. İskandinav ülkelerinin tamamı, genel bütçenin çok yüksek bir miktarını, yüzde 40’ını belediyelere ayırmaktadır. Bunu yapabilmeleri üniter devlet olma nitelikleriyle ilişkilidir. Bu yüzden, federal bir dil kullanmaları söz konusu değil. Yine de, tüm homojenliklerine rağmen, bütçeyi yerelleştirmelerini haklı kılacak meşru demokratik çıkar ve görüş farklılıklarını kabul etmektedirler.

Bu Finlandiya için de geçerli bir durum. Finlandiya uzun zaman İsveç’in bir parçası olarak kaldı. Ayrıldıklarında nüfusunun yaklaşık yüzde 15’i İsveççe konuşmaktaydı. İsveççe konuşanlar bazı şehirlerde çoğunluğu oluşturmaktaydı. İsviçre ve Hollanda’da da geçerli olan yaklaşım şudur: Eğer bir şehirde dil ve din açısından ayırıcı vasıflar taşıyan bir topluluk çoğunluğu oluşturuyorsa ona kamusal hayatta ve kaynakların yönetiminde meşru bir rol tanıyalım. Bu demokratik hakların ihlali değil o coğrafya’daki özgül sosyolojik gereklere uygun bir tavır olarak görülmektedir. Radyo-TV ve gazetelere daha fazla özerklik vermediğinizde, küresel iletişimin etkileri bunu sağlayacak bir ortam sunmaktadır. Dolayısıyla, sizin istemediğiniz şeylerin size ulaşmasını engellemeniz mümkün değildir. Üstelik bunlar küresel ortamda düşmanlarınızın diliyle size ulaşabilir.

Milliyetçiliklerin talihsizlikleri

Mesela, Ukrayna’da, Ukrayna milliyetçileri tüm radyo ve TV yayınlarının Ukrayna dilinde yapılmasını savunmakta ve Rusçanın kullanılmasına karşı çıkmaktadır. Turuncu Devrim sırasında, nüfusun bir kısmının sadece Rusça konuştuğunu ve bunların Moskova kaynaklı Rusça yayınları izlediklerini gördüler. Eğer Ukrayna demokratları Rusça yayın yapan radyo ve TV’lerin kurulmasına katkı sağlayabilselerdi, tamamen farklı bir görüntü ortaya çıkacaktı. Bunlar üzerinde düşünmek zorundayız. Birçok Amerikan eyaletinde İspanyolca’nın kullanılmasına izin verilmektedir. Geçmişte, Minnesota’da Almanca ve İsveççe de izin verilen diller arasındaydı. Hindistan örneğinde, Mahatma Gandi 1922’de Kongre Partisine ilk defa başkan olduğunda şunu söylemişti: “Halk katılımına dayanan bir parti olarak kabul ediliyoruz. Madras’ta yaşıyoruz ve İngilizce ve Hintçe konuşuyoruz. Burada yaşayan insanların yüzde 5’inden daha azı İngilizce konuşabiliyor, çünkü çoğunluğun dili Tamilce. Bu insanlara kendi dillerinde katılım imkânı sunmadıkça, demokratik katılımdan söz etmemiz mümkün olamaz. Bunlar, basit çözümleri olmayan sorulardır.

İşlemeyen devlette demokrasi de olmaz. İşleyen devlet, hakları ihlal edilen vatandaşların yargı yoluna başvurabildikleri devlettir. Sizin ve benim dokunulamaz insan haklarımız var. Birisi bizi öldürmeye çalışırken, teoride bu haklara sahip olsak da, pratikte bunu kaybedebiliriz. Yalnızca işleyen demokrasilerde insanların haklarını koruyan mekanizmalar mevcuttur. Bunun için demokratik devlete, yani demokratik yolla işbaşına gelen yöneticilere ve demokratik anayasaya sahip devlete ihtiyacımız var. Dünyadaki birçok demokrasinin devleti yeniden düşünmesi ve tasarlayabilmesinin sebebi şudur: bir ulus devlet modeli var, Fransız modeli. Fransız modeli, tek bir egemen dil, tek bir egemen kültür ve tek bir egemen eğitim sistemi var olmasını öngörür. Teorik olarak, eğer yaşadığınız ülke, dil, kültür ve tarih algısı bakımından son derece homojense, hem ulus inşasına, hem de demokrasi inşasına, birbirlerini tamamlayan bir mantık içinde, sahip olabilirsiniz. Ancak, Hindistan’da olduğu gibi, en azından 13 dilin, en az 15 milyon insan tarafından konuşulduğu bir ülkede yaşıyorsanız, dünyadaki en büyük ikinci Müslüman nüfus (150 milyon civarında), Pakistan’daki Müslüman nüfusundan fazla bir nüfus  sizin ülkenizde ise, bu çeşitliliği tanımak zorundasınız. Elbette bir devlet olmalı, ama bu devlet toplumun isteklerine duyarlı olabilmeli. Bütün İskandinav ülkelerinde devlet dini olarak kabul edilen Evanjelik Protestan bir kilise var. Hindistan’da ise şöyle düşünülmüş: Devlet dini olması İskandinav ülkeleri için uygun olabilir ama burada devlet dini olarak kabul edilecek bir Hindu dininin olması uygun değil, çünkü 150 milyon Müslüman bu ülkede yaşıyor. Bir milyon insanın öldüğü, tarihi ve sosyolojik bir parçalanmayı, Hindu-Müslüman çatışmasını henüz geride bıraktık. Eğer uyumlu bir toplum oluşturmak istiyorsak, tarafsız(nötr) olarak algılanan bir devlete sahip olmak zorundayız.

İskandinav örneği, din açısından iki şeyi bir araya getirmektedir: Yüksek dini türdeşlik ve düşük dini pratik düzeyi. Nüfusun yüzde 5’inden daha azı, haftada bir yapılan Kilise ayinlerine katıldığını beyan etmektedir. Hindistan’da ise haftalık dini ibadete katılma düzeyi nüfusun yüzde 45’ini kapsamaktadır. Dolayısıyla, eğer sizin türdeşlik düzeyiniz çok düşükse ve dini pratik düzeyiniz de yüksekse, büyük bir çatışma bağlamında bulunuyorsunuz demektir. Bu bağlamda, Hindistan için Hindu dinini resmi din olarak kabul etmek uygun olmayacaktır. Gandi bunu görmüştü. Eğer demokrasi tüm halkın katılımına ilişkin bir şeyse, yalnızca Nehru’nun ya da Gandi’nin değil tüm vatandaşların katılımını öngörüyorsa, o zaman bizim siyasete yol vermemiz, onların kendi siyasetlerini yapmalarına ve bunu kendi anlayabilecekleri bir dille gerçekleştirmelerine izin vermemiz gerekir. Bu, 30’a yakın dilin tanınması sürecinin tetikleyicisi oldu.

Söylemek istediğim şu: Eğer bir ülke sosyolojik olarak bir ulus-devlet olabilmeye yakınsa, yani oldukça türdeş bir nüfusa sahipse, ulus devlet inşası ve demokrasi inşası paralel olarak yürüyebilir.

Türkiye ise, sosyolojik olarak İspanya’ya, Kanada’ya ve Belçika’ya yakındır. Çok daha gelişmiş olmakla birlikte, Hindistan’ın özelliklerini taşımaktadır. Bu ülkelerin tümü şunu anlamıştır: Eğer derinden çok kültürlü iseniz, topraklarınızda kendi liderleri olan ve bağımsızlık tasavvuruna sahip olup bir ulus oluşturduğunu düşünen birden fazla grubun olması anlamında çok uluslu iseniz ve tam bir ulus inşa formülünü izlerseniz, ulus inşası ile demokrasi inşası birbiriyle çatışacaktır; çünkü ulus inşa formülü, zorunlu olarak, bir dilin diğer diller üzerinde, bir ulus tanımının diğer ulus tanımları üzerinde ve bazı durumlarda bir dinin diğer dinler üzerinde, ayrıcalıklı olduğunu tazammun eder.

Çokkültürlü olmak bedel ister
Eğer derinden çok kültürlü ve çok uluslu iseniz demokratik bir devlet oluşturabilir misiniz? Evet. İspanya, Kanada, Belçika ve Hindistan, hepsi, demokratik ülkelerdir. Bu kolay bir şey değildir elbette. Daha kolay olan, din dil ve kültür açısından nispi olarak türdeş olmanızdır. Ben ulus devlet fikrine karşı değilim. Ancak eleştirel bir demokrasi teorisyeni ve dünyadaki demokratik vatandaşlar kendilerine sormak zorundadırlar: Biz o kadar türdeş miyiz? Eğer değilsek ve çeşitlilik arz eden bir toplum olduğumuz anlaşılıyorsa, ulus devlet inşası ve demokrasi inşası birbiriyle çelişecektir. O zaman nasıl bir devleti inşa edeceğiz? Devlet yoksa demokrasi de yoktur. Çok dilli bir devlet kurabilir, hiçbir dini diğeri üzerinde ayrıcalıklı kılmayabilir ya da tüm dinleri desteklemeye karar verebilirsiniz. Hindistan, Senegal ve Endonezya’nın yaptığı budur ve bu ülkeler tüm demokrasi sınıflamalarında Türkiye’nin üzerinde bir yerde durmaktadırlar. Bu ülkeler Türk laisite modelinden tamamen farklı bir model takip ettiler. Bu model şudur: Tüm dinlere saygı göster, hepsini mali olarak destekle. Fransa ve Türkiye ise, azınlık dinlerine saygı göstermiyor. Ne Fransa ne de Türkiye’de azınlık dinlerine mensup olanlar için ulusal bir bayram yoktur. Endonezya’da İslam için yaklaşık 7 ulusal bayram, Budizm, Konfuçyanizm, Hıristiyanlık ve Hinduizm için de 7 ya da 8 tane ulusal bayram vardır. Hindistan’da azınlık dinlerinin resmi ulusal bayramlarının sayısı çoğunluğunkinden fazladır. Hakeza, Senegal de böyledir. Fransa da, Türkiye de bu konuda sıfırdır. Bu, demokratik teorinin gerektirdiği zorunlu bir şey değildir. Total üniter devleti ve dinin hiçbir rolünün olmamasının zorunlu olduğu fikrini savunanlar, böyle olmazsa “yok olacaklarını” düşünmektedir. Oysa, bu iki hususta da farklı yaklaşımlar geliştirmek, modern demokratik toplumlarda entegrasyon için zorunludur. Bu model, dil ve dine ilişkin her şeyde tekbiçimlilik öngörür. Bu devlet empozeli bir projedir. Başka bir ifadeyle, sosyolojik olarak çeşitliliğin varlığını kabul edersek, daha iyi bir noktaya varabiliriz. Bu oldukça farklı, demokratik bir modeldir. Bu model işleyen bir devlette ısrar eder. Birçok dini, birçok dili, birçok kültürü tanıyan, işler bir devlete sahip olabilirsiniz. Çok kültürlülük dediğimiz şey de budur.

E.N: Bu yazı Prof. Stephan’ın Ahmet Yıldız’la yaptığı uzun görüşmenin kaleme alınmış halidir. 

Yorumlar kapatıldı.