İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermenilerin acı günü

Amberin Zaman
ÖNÜMÜZDEKİ pazar günü yüz milyonlarca Hıristiyan, dünyanın her bir yanında Hazreti İsa’nın çarmıha gerilmesinden sonra dirilişini simgeleyen Paskalya Bayramı’nı kutlayacaklar. Tesadüf sonucu bu yıl Hıristiyan âleminin en kutsal günlerinden sayılan paskalya, Ermeni soykırımının başlangıcı olarak kabul edilen 24 Nisan 1915’i anma günüyle çakışıyor. Erivan’da yaşadığım günlerden bilirim, paskalya en coşkulu geçen tatillerden biri.Havalar genelde güzel olur, sis örtüsünü yırtan Ağrı Dağı güven saçan görüntüsüyle sanki Erivanlılara tebessüm eder. Aile yemekleri düzenlenir. İşkembe çorbası baş döndürücü zenginlikteki mönünün olmazsa olmaz ikramlarının başında gelir. Dedeler, nineler “tor”larıyla hasret giderir. Bol bol şarap tüketilir. O gün Ermenilerin genlerine işlemiş hüzün aniden buharlaşıverir. Ama bu yıl öyle olmayacak…

Soykırım kavramı, 1948 tarihli Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme ile tanımlanmıştır. New York’taki BM binasında duvara işlenmiş metninin 2. maddesine göre soykırım; ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu toptan ya da onun bir bölümünü yok etme niyetiyle; grup üyelerinin öldürülmesi, grup üyelerinin fizik ya da akıl bütünlüğünün ağır biçimde zedelenmesi, grubun fiziksel varlığının tümünün ya da bir bölümünün yok edilmesi sonucunu verecek yaşam koşulları içinde tutulması, grup içinde doğumları engelleyecek önlemler alınması, bir grup çocukların başka bir gruba zorla geçirilmesi eylemlerinden herhangi birine başvurulmasını kapsar. Soykırımda planlı, devlet politikası haline gelmiş eylemler söz konusudur.

1915’te yaşananlar bu tanıma uyuyor mu? Bu elbette hukuki zeminde tartışılacak bir meseledir. Zira BM sözleşmesi cezai yaptırımlar öngörüyor.

Tarihçiler ve bireylerin görüşleri bu anlamda sübjektif yorum olarak değerlendirilebilir. Kaldı ki 1951 yılında yürürlüğe giren konvansiyon geriye doğru işlemiyor. Ancak bilinen gerçek şu ki, 1915 yılından önce Anadolu topraklarında sayıları en az bir milyon olarak ifade edilen Ermenilerin nüfusu şu an 60 bin kişiyi zor buluyor. 1915 yılında iktidarda olan İttihat ve Terakkicilerin emriyle yüz binlerce Ermeni, yüzyıllarca yaşadıkları topraklardan sökülüp “tehcir”e tabi tutulmuştur.

Zorla boşalttıkları köylere Balkanlar’dan, Kafkaslar’dan sürülen soydaşlarımız yerleştirilmiş. Bundandır ki Güneydoğu’nun en ücra köşelerinde “Çerkezköy”lere rastlarsınız. Birçok tanıklığa göre “ölüm yürüyüşleri” daha başlamadan binlercesi barbarca katledilmiş. Suriye çöllerine sürülen yaşlı, kadın, çocuk yol boyunca eşkıyanın saldırılarına maruz kalmış, tecavüze uğramış. Açlıktan, susuzluktan, hastalıktan bitkin düşen birçok kafile “yeni yuvalarına” kavuşamadan can vermiş. Ya Suriye’ye varanlar?

DER ZOR

2009 yılında, kökleri Anadolu’ya dayanan gazeteci dostum Khatchig Mouradian ile Der Zor çölüne seyahat ettim. Ermenilere adres gösterilen, adı üstünde çöle. Der Zor’u İngiliz The Independent Gazetesi’nin meşhur Ortadoğu uzmanı Robert Fisk’in kaleminden okumuştum ilk kez. Kendisini yakından tanıyan meslektaşları tarafından “gazetecilik ile senaryo yazarlığı arasındaki sınırı çok iyi ayarlayamamak” ile suçlanan yazar, acayip bir tablo çizmişti.

Çöl geceleyin orada burada ışıldayan esrarengiz yeşilimtrak renklerle aydınlanıyormuş. Gündüz olduğunda bakmış ki her yer kemik. Kemiklerdeki fosformuş ışıldayan. Fisk ve beraberindeki mihmandarlara göre bunlar Osmanlıların ya katlettiği ya da ölüme terk ettiği Ermenilerin kemikleriymiş. İlk tepkim, “Fisk yine sallamış” oldu. Ta ki o kemikleri kendi gözlerimle görene dek.

Khatchig ile birlikte Der Zor kasabasının biraz ötesinde Busayrah adında bir köye gittik. Köy okulu yapılırken kazı çalışmaları sırasında toplu bir mezar bulunmuş. Bunu teyit etmek mümkün değil ama köylülerin atalarından duyduklarına göre köye yakın bir bölgede, bir kampta tutulan yüzlerce Ermeni, Osmanlı güçleri tarafından öldürüldükten sonra cesetleri birbiri üzerine yığılmış. Gömülmemişler dahi.

Sahiden toplu mezar dedikleri yerde toprağa saplanmış irili ufaklı yüzlerce kemik vardı. Orada bulunan köylü çocuklar, bizlere turist muamelesi yaparcasına topraktan çıkardıkları kemikleri büyük bir övünçle sunuyorlardı. Bize eşlik eden Ermeni papaz, birden sessizce ağlamaya başladı; ardından ellerini açıp dua okudu. Derken ellerime birkaç tane kemik tutuşturuverdi. Başımı eğdim, sözün bittiği yerdi…

http://www.haberturk.com/yazarlar/623320-ermenilerin-aci-gunu

Yorumlar kapatıldı.