İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Meclis yine gayrimüslimsiz

Ayşe Hür
Seçimlere katılma talebi, 1877’den itibaren Osmanlı Devleti’nin meclislerinde gayrımüslimler geniş biçimde temsil edilirken, 23 Nisan 1920’de açılan TBMM’de tek bir gayrımüslim milletvekili yoktu. Birinci Meclis’in 1 nisanda kendini feshedip seçimlere gitme kararı aldığı günlerde, 1915’ten beri bozuk olan Türk-Ermeni ilişkilerini düzeltmek için 1922 yılının son günlerinde İstanbul’da kurulan Ermeni Türk Teali (Dostluk) Cemiyeti’nin Şeref Başkanı Osmanlı Bankası yöneticilerinden Berç Keresteciyan ve Ermeni Cemaati‘nin Dünyevi Meclisi’nin eski üyesi Artin Musodicyan, Lozan’da barış görüşmelerini yürüten İsmet Bey’e bir telgraf çekmişlerdi. Telgrafta hem Lozan’daki heyete Ermeni cemaatinin desteklerini belirtiliyorlar hem de Mayıs Haziran ayındaki genel seçimlere Ermenilerin de katılmak istediğini belirtiyorlardı. Elbette bu katılım, Mustafa Kemal’in başında olduğu “Milli Müdafaa Fırkası” (o sırada henüz CHP adını almamıştı) saflarında olacaktı. Yani ayrılıkçı değil, bütünleşmeci bir talep söz konusuydu. Ancak bu telgrafa Ankara’dan olumlu ya da olumsuz bir cevap gelmedi.

Serbest Fırka deneyimi
Gayrimüslimlerin ikinci hamlesi, 1930’da oldu. 1929 Dünya Buhranı’nın da etkisiyle iyice yıpranan yedi yıllık tek parti iktidarı üzerindeki toplumsal baskıyı hafifletmek için, 12 Ağustos 1930’da bizzat Mustafa Kemal tarafından kurdurulan muvazaa partisi Serbest Cumhuriyetçi Fırka (SCF) yıllardır siyaset alanına sokulmayan gayrımüslim azınlıklar için bir umut olmuştu. O yıl yerel seçim yılıydı. SCF’nin İstanbul’daki adaylarının toplam sayısı 117 olup, bu adaylar arasında azınlıklardan aday gösterilenlerin sayısı 13 idi. Bunların altısı Rum, dördü Ermeni, üçü Yahudi idi. Buna karşılık CHF listelerinde hiç azınlık temsilcisi aday yoktu.
Bel altına vurmak serbest
Seçim çalışmaları sırasında iki parti arasında kıran kırana bir propaganda savaşı yaşandı. CHF’nin yaptığı propagandaya göre, SCF kazanırsa azınlıklara 1914 Ermeni Tehciri ve 1923-1924 Mübadelesi sırasında bırakmak zorunda kaldıkları mülkleri geri verilecek, İslamcılar için Arap alfabesine ve fese geri dönülecekti. İstanbul Kasımpaşa’da toplanan kalabalıkta birilerinin, ortasında beyaz bir yıldız olan yeşil bayrak açılması ve SCF’nin Adana parti binasında eski harflerle yazılmış bir posterin boy göstermesi CHF’nin eleştiri dozunu arttırmasına neden oldu. Daha sonra bayrağı Haliç İdman Yurdu’nun genç üyelerinin açtığı ileri sürüldü. Bazılarına göre ise Adnan Vapuru’nun flamasıydı. Adana’daki posteri kimin astığı ise tesbit edilememişti.
İzmir’de seçimleri SCF kazanırsa İzmir’den sürülen Rumlara mallarının geri verileceği, Sakız Adası Rumlarının şimdiden SCF’nin başarısını kutladığı söylentileri dolaşıyordu. Tekirdağ’da Ermenilerin ve Rumların gelip mallarını geri alacakları korkusu işleniyordu. İstanbul seçimleri sırasında, CHF Kırşehir Milletvekili Yahya Galip Bey’in SCF’yi ‘Apostollar Fırkası’ ilan etmesi gayrımüslimlere karşı propagandanın zirvesini oluşturdu.
Ne günlere kaldık!
Anadolu gazetesinin başyazarı Haydar Rüştü Bey, 8 Eylül tarihli “Kirkor Efendi” isimli yazısında Osmanlı döneminde azınlıkların bakanlık bile yaptığını ve bunun acı sonuçları olduğunu hatırlattıktan sonra yazısını “Ne günlere kaldık yarabbi, demekten başka söz kalmıyor!” diye bitiriyordu. Kısacası, azınlıklar, ülkenin gerçek vatandaşı sayılmıyorlardı.
Azınlık düşmanı yazılar artınca SCF lideri Fethi Bey eylül ayında konuyla ilgili bir açıklama yaptı: “Rumları, Ermenileri listemize koymamız Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda onlara tanınan hakka riayetimizdendir.” Gazete Fethi Bey’in bu sözlerine söyle karşılık verdi: “Teşkilatı Esasiye Kanunu ekalliyetlere hak veriyor, bunu biz de biliyoruz. Fakat o Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda ‘Rumların, Ermenilerin dâhil olmadığı intihaplar yolsuzdur, kanunsuzdur!’ diye bir kayıt var mıdır? Gene o Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda ‘Bütün teşkilatlara mutlaka bir Rum ve Ermeni konacak’ diye bir emir, bir madde var mıdır?”
Sopalı seçimler
6 Ekimde başlayan seçimler, İttihatçıların 1912’deki ‘Sopalı Seçimleri’ni andıran bir sertlikte geçti. SCF’li seçmenler adlarını çoğu zaman listede göremiyorlardı. İtirazlar savsaklanıyor, kimlik kartları ile resmî kayıtlardaki en ufak bir farklılık SCF’li seçmenleri seçim dışı bırakmak için kullanılıyordu. Adana ve Mersin’de bir günde oy kullanılabilecek seçmen sayısı kısıtlanmıştı. Konya’da bazı sandıklar kaldırıldığı için oy kullanamayanlar olmuştu. Aydın, Çine, Biga, Ereğli, Kula ve Ödemiş’te seçimler ertelenmişti. Yurdun dört bir yanından seçim sandıklarının kaybolduğu, çalındığı ya da hükümet görevlileri tarafından alıkonduğu haberleri geliyordu. Mersin, Salihli, Trabzon ve Ödemiş’te bazı SCF’liler ‘seçim kanununu ihlal etmek’ suçundan tutuklanmıştı. Adalar ve Kadıköy’de eli sopalı adamlar SCF’li seçmenleri dövdüler. Yahudilerin yoğun olduğu Hasköy, Halıcıoğlu ve Balat’ta, Ermeni ve Rumların oturduğu Kumkapı’da azınlık mensubu seçmenler taciz edildi. Bazı ailelerin listelere yazılmadığı ortaya çıktı. Edirne’de SCF’nin kırmızı oy pusulalarını taşıyan seçmenlerin oylarını kullanmalarına, adlarının kütükte yazılı olmadığı gerekçesiyle izin verilmemiş, suçlu ve cezaevi kaçkını tipinde adamlardan oluşan çeteler, Yıldırım, Kıyık, Kirişhan ve Karaağaç bölgelerini geceleri dehşete salmışlardı.
Seçmenin cevabı
Bütün baskı ve engellemelere rağmen SCF 502 belediyeden 42’sini kazandı. Bu sayı aslında yüksekti, çünkü SCF zaten 37 ilde seçime katılabilmişti. SCF en büyük başarıyı burjuvazinin güçlü olduğu bölgelerde kazanmıştı. Ege’de İzmir, Aydın; Trakya’da Pınarhisar, Vize, Keşan, Lüleburgaz, Kırklareli ve Malkara; Marmara’da Biga, Armutlu, Bandırma ve Susurluk ile Balıkesir’in bazı beldeleri, İstanbul’da Burgazada ve Maltepe; Karadeniz’de Samsun, Merzifon ve Ladik’te SCF başarılı olurken, çok umutlu olduğu Adana’da sadece Silifke ile Osmaniye’ye bağlı Boğaç beldesinde kazanabilmişti. En büyük seçim bölgesi olan İstanbul’da CHF’nin 36 bin, SCF’nin 13 bin oy alması bir yana, 250 bini aşkın seçmenin (toplam seçmenlerin yüzde 83’ü) oy kullanmaması ise halkın rejimi bir anlamda protesto ettiğini düşündürüyordu. Öte yandan bu rakamlar azınlıkların büyük bir bölümünün CHF’yi tercih ettiğini gösteriyordu.
Beklenen tepki
Ancak bu sınırlı başarılı bile Ankara’yı telaşlandırmaya yetti. Sonunda beklenen oldu Ankara duruma el koydu. Fethi Bey, Mustafa Kemal ve İsmet İnönü ile birlikte hazırladığı fesih dilekçesini 17 Kasım 1930’da Dâhiliye Vekâleti’ne verdi. Böylece 99 günlük ‘particilik oyunu’ bitirilmiş, güvenli totaliter rejime dönülmüş, herkes rahat bir nefes almıştı.
1935’te ödüllendirme
1930’ün acı tecrübelerinden ders almış olan gayrimüslimler, 1935’teki genel seçimler arifesinde cemaat sorunlarından hiç söz etmemişler, ağız birliği etmiş gibi Türk kimliğine ve CHP’ye bağlılıklarını açıklamışlardı. Bu tavrın ödülünü de aldılar. Bizzat Atatürk tarafından hazırlanan CHP listesinin dışında yine Atatürk’ün hazırladığı ‘Müstakiller’ listesindeki 43 aday arasında 12 gayrimüslimin adı vardı. Görüldüğü üzere bu kişilerin ‘kutsal’ CHP listelerini lekelemeleri istenmemişti! Müstakillerden 13’ü seçilmeyi başardı: Bunlar arasında dördü; Ermeni Bankacı Berç Türker (1934’te Soyadı Kanunu çıktığında Atatürk, Keresteciyan olan soyadını Türker yapmıştı) Afyon Karahisar, Yahudi Dr. Abrevaya Marmaralı (1939’a kadar Özçelik) Niğde, Rum Dr. Nikola Taptas Ankara, Ortodoks Türk (Karamanlı), Avukat İstamat Zihni Özdamar Eskişehir milletvekili olarak Meclis’e girdi. (Bir iddiaya göre Abrevaya Marmaralı, seçimlerden sonra Niğde’nin yerini bulmak için haritaya bakmıştı.) Böylece adeta Osmanlı’nın ‘millet sistemi’ gibi bir sistem ihdas edilmişti.
Bu kişilerden Berç Nikola Tapas ve Abravaya Marmaralı 1939, Berç Türker 1939, 1943; İstamat Z. Özdamar ise 1939, 1943, 1946 Genel Seçimleri’nde TBMM’ye girdiler. (Bazı kaynaklarda aynı yıl seçilen kadın milletvekilleri Behire Bediş Morova’nın Yahudi asıllı, Huriye Öniz Baha’nın Rum asıllı olduğuna dair iddialar varsa da, bu konuda uzman bir araştırmacı olan Rıfat N. Bali, bu kişileri ‘gayrimüslim milletvekili’ olarak ele almadığı için ben de almıyorum.) 1943’te bu kişilere Yahudi asıllı ‘Türk milliyetçisi’ Avram Galanti Bodrumlu ve Rum Mihal Kayakoğlu (Kayaoplu) eklendi.
Çok Partili Dönem’de gayrımüslim seçmenin keşfi
1946’da Çok Partili Dönem’in ilk seçiminde Yahudi asıllı Salamon Adato ve Rum asıllı Ahilya Moshos DP’den, Rum asıllı Nikola Fakaçelli ve Vasil Konos CHP’den seçildi. Vasil Konos Patrikhane ile yaşadığı bir olay yüzünden yemin bile etmeden istifa etti. Salamon Adato ise CHP’nin seçimlere hile karıştırdığını iddia ederek CHP’nin İstanbul milletvekillerine itiraz etti. CHP’liler de deniz hukukçusu olan Adato’nun Sovyetler Birliği ile iş bağlantılarından kalkarak ‘Sovyet ajanı’ olduğunu, milletvekilliğinin düşürülmesi gerektiğini söylediler. Gazetelerde süren polemiğe Meclis Anayasa Komisyonu noktayı koydu: Salamon Adato’nun milletvekilliğinin düşürülmesini gerektiren bir durum yoktu. Ancak Adato ile CHP milletvekilleri arasındaki gerilim Meclis’te devam etti.
Gayrimüslimlerin İstanbul’da önemli bir seçmen kitlesi oluşturduğunun iyice fark edildiği 1950 seçimlerinde Ermeni asıllı Andre Vahram Bayar ve Rum asıllı Aleksandros Hacopulos DP’den Meclis’e girdi. 1954 Genel Seçimleri’nde, CHP’den Türkçülük şampiyonu Munis Tekin Alp (Moiz Kohen), DP’den Hanri Soryano, CMP’den de Cemil Beraha olmak üzere üç Yahudi İstanbul milletvekili adayı olarak listelerde yer aldılar. Ancak Yahudi gazeteci İlyazer Menda’nın “Türkiye Yahudilerinin anısını hâlâ taze tutan CHP’ye karşı hiçbir sempati duymadıklarını” belirterek Yahudileri 2 Mayıs 1954 genel seçimlerinde DP’ye oy vermeye davet etmesi üzerine, seçimleri DP kazanırken, üç adaydan sadece Hanri Soryano, 327. 741 oy alıp DP’den İstanbul Milletvekili seçildi.
Stockholm Sendromu
6-7 Eylül 1955’te devlet örgütlü bir yağmaya maruz kalan gayrimüslimler, ‘Stockholm Sendromu’nun kurbanı olduklarından mıdır bilinmez, olaylardan DP’yi sorumlu tutmadılar. 1957 seçimlerinde Ermeni asıllı Zakar Tarver ve Mıgırdıç Şellefyan (1960’larda Süleyman Demirel’in yakın çevresine girdi ve adı bazı yolsuzluk ve hayali ihracat işlerine karıştı), Yahudi asıllı Yusuf Salman ve İzak Altabev ile Rum asıllı Hristaki Yoannidis DP’den milletvekili oldu.,
 Yusuf Salman seçim konuşmalarında “CHP devrinde azınlık olarak korku içinde yaşıyorduk. Sonumuzun ne olacağını bilmiyorduk. Varlık Vergisi çıkardılar. Malımızı mülkümüzü alarak bizleri Aşkale’ye sürdüler. Üniversite mezunu çocuklarımız asker oluyordu. Biz bu vatanda doğmamış gibi herkese silah bize kürek veriyorlardı. 20 kur’a ekalliyeti silah altına aldılar. Bütün Anadolu’yu gezdirerek ‘işte gavur taburları’ diyerek bizi takdim ettiler. Azınlık bunların hepsini unutmadı. Çok şükür DP sayesinde bütün vatandaşlık ve insan haklarına sahip olduk. Ölsek CHP’ye oy vermeyeceğiz” demişti. Derin devlet bu bağlılığın bedelini ödetmekte geri kalmadı: 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra, DP’li Zakar Tarver ve İzak Altabev Menderes ve arkadaşlarıyla birlikte Yassıada’ya götürüldüler, Tarver orada kalp krizi geçirdi ve hayata gözlerini yumdu.
 Kurucu Meclis’te üç üye
Darbeciler, Kurucu Meclis’e ‘Devlet Başkanı temsilcisi’ sıfatıyla üç gayrımüslimi alarak ‘yasak savma’ geleneğini devam ettirdiler. Ermeni asıllı Hermine Ağavni Kalustyan (ilk gayrımüslim kadın üyeydi), Yahudi asıllı Erol Dilek, Rum asıllı Kaludi Laskari 5 Ocak-25 Ekim 1961 tarihleri arasında ‘Kurucu Meclis Üyesi’ olarak görev yaptı. 15 Ekim 1961’de yapılan seçimlerde, Ermeni asıllı Berç Sahak Turan eklendi. Berç Sahak Cumhuriyet Senatosu üyeliğine seçildi. 7 Haziran 1964’te görevini tamamlamasından sonra TBMM’de bir daha gayrımüslim milletvekili görmek ancak 31 yıl sonra Cefi Kamhi ile mümkün olacaktı.
 Gayrimüslimler nöbete
Cefi Kamhi’yi Meclis’e götüren süreç 1987’de Milletvekili Seçimleri’nin 110. Yıldönümü dolayısıyla gazeteci Yılmaz Çetiner’in kaleme aldığı bir yazıyla başlamıştı. Çetiner “Dışa açıldığımız, açılmaya mecbur da olduğumuz Doğu’ya, Batı’ya bağlantılar kurduğumuz şu günler; güçlü ve haklı Türkiye’yi (sembolik de olsa) seçilecek gayrimüslim milletvekilleri, Ermenilerin yalancılığını, Rumların şımarıklığını, Wall Street’e herhangi bir menfaatimizi daha inandırıcı, daha sempatik ortaya koymaz mı? Hiç değilse birer milletvekili diyoruz. Fazla değil!” diye yazmıştı. Üç ay sonra işadamı Sakıp Sabancı, benzer bir görüşü Başbakan Turgut Özal’a “Tanrı sana deseydi ki, Turgut Bey dile benden ne dilersen, ne isterdin? Bak düşün” dedim, “Ne istiyorsan Tanrı hepsini verdi. 280 tane parlamenter, koalisyonsuz hükümet. Bu işi sen yapabilirsin” dedim. “Bu fırsatı kullan, 10 kişiyi bunun içine koy.” Etkilendi. Sonra, “Bunu Adnan Bey’le (Kahveci) konuş” dedi.”
Bu cevap üzerine Sabancı Devlet Bakanı Adnan Kahveci’ye meseleyi açacak ancak projesini gerçekleştirmek için sekiz yıl beklemesi gerekecekti. 24 Aralık 1995 Genel Seçimleri’nde, 1492’de İspanya’dan kovulan Sefarad Yahudilerinin Osmanlı Devleti’ne gelişinin 500. Yılı dolayısıyla kurulan vakfın başkanı Jack Kamhi’nin oğlu Cefi Kamhi, Tansu Çiller’in partisi DP tarafından milletvekilliğine aday gösterildi. Baba Jack Kamhi, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan beri devletin el altından görevlendirmesiyle ABD’de lobi faaliyetleri yürüten ‘vatansever’ bir gayrimüslimdi. Kamhi ve arkadaşları her yıl ABD Kongresi’ne sunulan 24 Nisan gününün Ermeni soykırımını anma günü olarak kabul edilmesini teklif eden karar tasarılarını başarıyla engellemişlerdi.
Bu tarihçeye rağmen Cefi Kamhi’nin adaylığı kamuoyunda ve partide büyük gürültü kopardı. Zaman gazetesinden Fehmi Koru, Hergün Gazetesi’nden Ayşe Önal, Yeni Sayfa Gazetesi’nden Necdet Sevinç ve Yeni Şafak Gazetesi’nden Ahmet Taşgetiren, Kamhi hakkında ağır iddialar içeren yazılar yazdılar. Kamhi ezilmedi, bütün suçlamalara tekzip gönderdi. Seçim çalışmaları boyunca sürekli Türk olduğunu vurgulayan Kamhi, Türk bayrağı önünde çekilmiş fotoğraflarını halka dağıttı ve sonunda milletvekili seçildi. Cem Boyner’in YDH (Yeni Demokrasi Hareketi) partisinden aday gösterilen bir diğer Yahudi Mario Rodrik ise seçilememişti.
Faydacı bir bakışla değil, sadece bu ülkenin eşit haklara sahip vatandaşları oldukları için bir gayrimüslimi Meclis’e taşıma şerefinin en az gayrimüslimler kadar dışlanan BDP’ye düşmesi hakikaten hoş bir ‘tevafuk’ (yakışırlık) olacak…
ABD Kongresi için lobici aranıyor
Sakıp Sabancı, 24 Ocak 1995 tarihli Tempo dergisinde yayımlanan röportajında Meclis’e gayrimüslim milletvekili sokma teklifinin temelini şöyle açıklamıştı: “Bir tarihte, Sayın Büyükelçi Şükrü Elekdağ’ın Washington’daki evinde bir davete katılmıştım. Birçok Amerikalı Kongre üyesi vardı. Konuşma esnasında ben diyorum ki, niçin peşin hükümlüsünüz. Kıbrıs’ta sanki biz işgalciyiz, onlar haklı biz haksız, Ermeni meselelerinde yine tek yanlılar. Bu neden böyle oluyor? Adamlar dediler ki, ‘Sabancı, bu memlekette beğen veya beğenme bazı ehemmiyetli kriterler var. Bunlardan biri, Rum’un veya Ermeni’nin oyu var kardeşim. Size nazaran daha fazla oyu var. Onlar bize maddi kaynak veriyor, paraları var, gücü var. Sizde o da yok. Bu ikisi olmadığı için sizle yürümez. Biz sizi dinlerken zaten yeterince sıcak değiliz, bu meseleden etkilenmişiz…’ Ermeni meselesini veya Kıbrıs işini ben anlatırken hayalimden geçiyordu ki, ah şurada azınlıklardan birileri olsa, onlar bizim parlamenterlerimiz deseydik. Bunu konuşurken bir Ermeni milletvekilimiz olsa yanımızda, daha dikkatli dinlerlerdi bizi…”
O yılın sonunda Sabancı’nın hayali bir nebze olsun gerçekleşti. Ermeni değil ama bir adet Yahudi milletvekilimiz oldu ama Avrupa Parlamentosu toplantısında da gördüğümüz gibi, Batılılar böyle göstermelik adımlara kanmadılar…
Ayşe Hür / Taraf 17.04.2011
http://www.facebook.com/note.php?note_id=10150160229087955&comments

http://www.taraf.com.tr/ayse-hur/makale-meclis-yine-gayrimuslimsiz.htm

.

Yorumlar kapatıldı.