İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

“Cemal Paşa’nın torunu ne diyecek?”

Hasan Cemal/ h.cemal@milliyet.com.tr
Benim için hiç de kolay bir akşam olamayacak” diye başlıyorum konuşmama. “Anadolu’dan size selam getirdim, köklerimiz aynı topraklara uzanıyor, acınızı biliyorum, paylaşıyorum” dedikten sonra, salona birkaç kelimelik Ermeniceyle de hitap edince alkış kopuyor.Uzun ama güzel bir akşamdı.Hiç kimsenin kaygılandığı gibi olmadı.İki yıl önce Boston’daki toplantıdan dönerken havalimanında başımdan geçen bir olayı anlattım toplantı biterken.Yanıma biri gelmişti. Ermeni bir gazeteciymiş. Benim Boston’daki konuşmalarımı izlediğini, beğendiğini belirttikten sonra şöyle demişti:“Sizi oğlum tanıdı. Ama o benim gibi yanınıza gelip elinizi sıkmak istemedi. Diaspora’da gençler böyle…”Bunu anlattıktan sonra devam ettim: “Ben buraya Ermeni gençlerine elimi uzatmak için geldim. Acılar elbette unutulmayacak. Ama acıların barışa giden yolları tıkamasına da izin vermeyeceğiz.”Bu sözler de alkış aldı. 

———————————–
İki sivil polisle arka kapıdan giriyorum. Güvenlik önlemleri galiba biraz abartılmış…
Salon dolu.
Yerde oturan gençler dışarı çıkartılıyor. İtfaiye izin vermemiş…
Farkındayım, dikkatler üstümde.
“Cemal Paşa’nın torunu ne diyecek?”
Kuliste vozurdayanlar olmuş:
“1915’te bizi kesenlerin torununu ne diye davet ettiniz?”
Kulağıma eğiliyor:
“Bizim de Kerinçsiz’lerimiz var.”
“Bizimki kodeste!”
Oturduğum yerden bakışları, yüz ifadelerini izliyorum. Rahatsız edici bir vaziyet yok.
Her şey sıcak, dostça…
Ama yine de zor bir akşam bekliyor beni…
Kısa adı UCLA olan Los Angeles California Üniversitesi’nde büyük bir toplantı salonu.
Kürsüde benimle birlikte üç kişi var.
Biri, Ermeni Diasporası’nın ağır topu, tarihçi Prof. Richard Hovannisian.
Diğeri, Dr. Pamela Steiner.
İki yıl önce Boston’da, başkanlığını yaptığı Harvard Humanitarian Initiative’in çatısı altında benim için benzer bir toplantı düzenlemişti.
Üçüncü kişi, Kurken Berksanlar.
İstanbullu bir Ermeni, işadamı.
Toplantıyı düzenleyen AGBU ASBEDS’in tepe yöneticisi. 1906’da Kahire’de Nubar Paşa tarafından kurulan ASBEDS, Ermeni Diasporası’nın en büyük yardım örgütü…
Kurken Bey toplantının moderatörü.
Bana atış serbest!
Memnunum, lafı istediğim gibi uzatabileceğim. Diğer ikisi benim söylediklerimi tartışacak, sonra da soru cevap faslı…
“Benim için hiç de kolay bir akşam olamayacak” diye başlıyorum konuşmama.
“Anadolu’dan size selam getirdim, köklerimiz aynı topraklara uzanıyor, acınızı biliyorum, paylaşıyorum” dedikten sonra, salona birkaç kelimelik Ermeniceyle de hitap edince alkış kopuyor.
Uzun ama güzel bir akşamdı.
Hiç kimsenin kaygılandığı gibi olmadı.
İki yıl önce Boston’daki toplantıdan dönerken havalimanında başımdan geçen bir olayı anlattım toplantı biterken.
Yanıma biri gelmişti. Ermeni bir gazeteciymiş. Benim Boston’daki konuşmalarımı izlediğini, beğendiğini belirttikten sonra şöyle demişti:
“Sizi oğlum tanıdı. Ama o benim gibi yanınıza gelip elinizi sıkmak istemedi. Diaspora’da gençler böyle…”
Bunu anlattıktan sonra devam ettim:
“Ben buraya Ermeni gençlerine elimi uzatmak için geldim. Acılar elbette unutulmayacak. Ama acıların barışa giden yolları tıkamasına da izin vermeyeceğiz.”
Bu sözler de alkış aldı.
Genç bir kadın geldi yanıma. Ermeni lisesinde öğretmenmiş.
Şöyle dedi:
“İşte biz tam da bunu yapmaya başladık okulda. Ermeni gençlerine Türklerin düşman olmadığını anlatıyoruz. Siz de bunu yapın Türkiye’de, Ermenilerin düşman olmadığını anlatın çocuklarınıza…”
Kulağıma eğiliyor:
“Geçenlerde gazetelerde okuduk. Korkunçtu. Galiba Bayburt’un kurtuluş günü kutlanırken, temsili olarak Ermeni çocuklarının sırtına haç vurulmuştu, yerlerde süngülenenler var. Felaket bir resimdi. Hâlâ böyle kutlama olabilir mi?”
Yerden göğe haklıydı.
Ben de kendisine Karin Karakaşlı’nın bu konuda Radikal İki’de enfes bir eleştiri yazısının çıktığını söyledim.
Bu arada Prof. Hovannisian ilk kez bir Türk’le nasıl karşılaştığını anlattı.
18 yaşındaymış.
1951’de San Francisco’da Japonya’yla ilgili bir konferansta karşısına bir Türk çıkmış. Türk olduğunu yakasındaki Türk bayrağından anlamış. Bir an ne yapacağını şaşırmış. Sonunda ağzından şu cümle çıkmış:
“Hâlâ Ermenileri öldürüyor musunuz?”
Onlara sevgili arkadaşım Bahadır Demir’i anlattım, 1973 yılı Ocak ayında, Los Angeles’ta yaşlı bir Ermeninin cinayetine kurban giden ilk Türk diplomatını…
Sessizce dinlediler.
Bir başkası, bir Ermeni genci, 1980’lerin başında Beyrut’tan Amerika’ya okumak için gelmiş. Üniversite kafeteryasında sıra beklerken yanına biri gelmiş. Türk olduğunu öğrenince duygularını şöyle anlatıyor:
“İlk kez karşımda bir Türk… Elim ayağım boşaldı. Bir Türk! Ne yapacağımı, ona nasıl davranacağımı şaşırdım.”
Bu duvarlar hâlâ yıkılmayı bekliyor.
Türkiye’nin, Ermenistan’ın, Ermeni Diasporası’nın ve iki tarafta da sivil toplumun yapması gerekenler var bunun için.
Diyalog kanallarının çoğaltılması, genişletilmesi lazım. Türkiye-Ermenistan sınırı mutlaka açılmalı. Ankara, Ermeni Diasporası’nın bir öcü olmadığını anlamalı. Ders kitapları yeniden yazılmalı… 1915’in, Türkiye’de çok daha özgürce tartışılması şart.
Bir de 1915 var.
Soykırım, yalnız Ermeniler değil, neredeyse bütün dünya için öyle.
Soykırım gerçeği değişmez.
Ama bu gerçek, Türkiye-Ermenistan sınırının açılmasını, ilişkilerin normalleşme rayına oturmasını, Ermeni Diasporası’yla diyalog kanallarının açılmasını, sivil toplum ilişkilerinin geliştirilmesini engellemez.
Engellememelidir de.
Eğer engellerse, araba atın önüne konmuş olur ki, bu da kimseye yarar sağlamaz.
Kürsüye yaklaşıyor:
“Saydım, konuşmanızda dört kere geçti soykırım sözcüğü… Korkmuyor musunuz?”
Ben ona toplantının broşürünü  gösteriyorum. Üstüne, üç yıl önce Erivan’daki Soykırım Anıtı’na üç sap beyaz karanfil koyarken çekilmiş fotoğrafımı basmışlar.
Uzun ve güzel bir akşamdı.
Yeni şeyler öğrendim ve hissettim.
Sanıyorum, kökleri Anadolu’nun her yanına uzanan Ermeni kardeşlerim için de öyle oldu.
İyi pazarlar!

Yorumlar kapatıldı.