İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Vatan” mevzubahis olunca “adalet”…

Baskın ORAN
Şubat’ın 6’sında yazdığım, Süryanilerin Mor Gabriel manastırı olayı var ya, düşündükçe yüreğim daralıyor. Açık söyleyeyim, manastırın topraklarını komşu Kürt köylerinin asırlardır kemir kemir kemirmelerini anlayabiliyorum. Çünkü hem kırlık yerde köylü köylünün kurdudur, hem de kemiren Müslüman kemirilen gayrimüslim ise bu ülkemizin en doğal, en anlaşılabilecek bir şeyidir.  

Ama benim hiç hazmedemediğim iki husus var:
1) Devletimizin bu kemirmeyi önlemediği bir yana, Hazine’nin kalkıp da, bu mazlum halkın 1.644 yıllık kadim manastırına nasıl dava açabildiği. Üstelik de şöyle diyerek: “Benim kadastrom buradan geçerken bu arazileri senin adına tescil etmiş. Geri vereceksin!” Yahu, tam tersi olsa, yani kadastro geçerken manastırın kadim arazilerini devlete yazmış olsa, anlayacağım. Kadastro devletin kadastrosu değil mi? Ölçüm yapmasını mı bilmiyorlar, yoksa manastırın kara sakallı papazları bunları aforozla korkuttuğu için mi böyle yapmışlar? 2) Yerel yargı Hazine’nin davasını reddedince,  Kadastro Kanunu md. 14’ün açık hükmüne rağmen Yargıtay’ın nasıl da kalkıp Mor Gabriel aleyhine karar verdiği.
Hadi, birincisi “ulus-devlet refleksi”dir diyelim. Yargıtay? Onu da korkarım “tutarlılık”la açıklamaktan başka çare yok. 71, 74 ve 75’te üç kere üst üste “Türk olmayanların kurduğu vakıfların mal edinmesi yasaktır” diyerek “Gayrimüslim vatandaşlar yabancıdır” içtihadını oluşturmuş. Gayrimüslim vakıf mallarına çatır çatır el konmasına hukuki kılıf dikmiş. Böylece, bu ülkede “Müslüman” olunmadan “Türk” olunamayacağını tescillemiş.
Yerim azalıyor, ben esas olaya geleyim. Anlatacağım öykü, Yargıtay’ın bu tutarlılık öyküsü. Bir de, bundan 23 yıl evvel, Hükümetimizin daha insaflı ve âdil olduğunun öyküsü. “Türkiyeli Gayrimüslimler” adlı yeni kitabımı hazırlarken bulduğum 86 ve 88 tarihli iki yazımdan özetliyorum.
Pinelopi Hanımın mirası
Pinelopi Hanım bir İstanbullu Rum. Fatih nüfusuna kayıtlı TC vatandaşı. Yine İstanbullu bir Rum genciyle başgöz ediliyor. Kocası Yunan uyruğu olduğu için o günkü mevzuat gereği kendisi de eşinin uyruğuna geçmiş oluyor. 1980’de ölmeden önce, taşınmaz mallarını Türk vatandaşı Elpida Frangopulo’ya vasiyet ediyor. Elpida Hanım İstanbul 13. Sulh Hukuk’tan mirasçılık belgesi alıyor.
Olayın bundan sonrası bir kocaman hüzün. Hazine devreye giriyor, diyor ki: “1964’te bir gizli kararname çıkartılarak Yunan uyrukluların malları dondurulmuştur, Pinelopi miras falan bırakamaz. Temyize gidiyoruz”. Yargıtay o zaman da bugünkü gibi. Hazine’yi haklı buluyor. Dosya İstanbul’a dönüyor. Orada 3. Sulh Hukuk yine Elpida Hanım lehinde karar veriyor. Hazine yine temyiz ediyor. Yargıtay bir daha bozuyor. Dosya bu sefer gidiyor 11. Asliye Hukuk’a. Orası, Pinelopi Hanımın durumunun 64 Kararnamesine girmediğine, yani vasiyetinin geçerli olduğuna üçüncü kez hükmediyor. Hazine yine temyiz ediyor. Ay, içim karardı vallahülazim. Yargıtay (2. Hukuk) yine kararını tekrarlıyor, ama bu sefer ibret-i âlem bir biçimde. Diyor ki:
“Pinelopi, Türkiye’de Yunan asıllı kimselerden doğmuş olmakla, kararnamenin öngördüğü şekilde Türk soyundan değildir. Daha sonra Yunan uyrukluğuna geçmekle Yunan asıllı ve Yunan uyruklu olmuştur. Vasiyetname düzenlemeye hakkı yoktur”.
Yargıtay’ın “soy” merakı
Lâhavle ve lâ kuvvete. 1) Gizli kararnamede “Türk soyundan” veya “Yunan soyundan” diye bir ayrım yok; bu ayrım sadece Yargıtay üyelerinin kafasında. 2) Kararnamenin 7. maddesi, başından beri Yunan uyruğunda olmayan, sonradan geçen kişileri kapsam dışı bırakmış; boşuna zarar görmesinler diye. Nitekim 8. madde bunun tam tersi: Yunan uyruklarının sonraki tabiiyet değişikliklerinin dikkate alınmayacağını söylüyor. 3) Eğer Pinelopi Hanım gizli kararname kapsamında olsaydı, her şeyden önce kendi mallarına tasarruf etmesi engellenirdi. Oysa 1964’ten 1980’deki ölümüne kadar kiralarını topluyor, vs. 4) Yargıtay nasıl anlıyor Pinelopi Hanımın “Yunan soyundan gelme” olduğunu? İsminden anlıyorsa, Melisa’lar da yandı, başta Kebapçı olmak üzere Türkiye’deki bütün İskender’ler de. 5) Bir Yunan uyrukluyla evlenip Yunan uyruğuna geçen bir Alman kadını Yunan asıllı mı oluyor bu mantıkla? 6) Tabii, her şeyin başında, Anayasa md. 35 “Mülkiyet ancak kanunla sınırlandırılabilir” derken, bir kararnameyle ve özellikle de gizlisiyle sınırlandırmayı Yargıtay nasıl içine sindirir yahu? Yoksa, “Adalet Mülkün Temelidir” gitti de “Vatan Mevzubahis Olunca Adalet Teferruattır” mı geldi? Devam edelim.
Elpida Hanım, Yargıtay’ın bu ibret-i âlem kararına karşı “karar düzeltme” istiyor. 2. Hukuk hemen ret. Dosya yine İstanbul’a. 11. Asliye Hukuk, Elpida Hanıma hak veren eski kararında ısrar ediyor. Aynen, Pınar Selek’in beraat kararında üçüncü kez ısrar eden günümüz 12. Ağır Ceza gibi. Bu sefer dosya gidiyor, böyle konularda son sözü söyleyecek Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na. Aynen bugün, Pınar’ın davasının Ceza Genel Kurulu’na gittiği gibi. Genel Kurul, 02.04.1987’de 2. Daire’ye hak veriyor. Elpida Hanım buna karşı yine “karar düzeltme” istiyor.
“Burası Türkiye abicim”
İstek tam görüşülecek ve dava sonuçlanacak, hiç umulmadık bir olay oluyor. Özal-Papandreu’nun ünlü Davos buluşması vuku buluyor ve gizli 64 Kararnamesi 6 Şubat 1988’de yürürlükten kaldırılıyor. Bu durumda Yargıtay ne yapıyor dersiniz? Karar düzeltme’yi yine reddediyor!
Peki, bunun üzerine ne oluyor dersiniz? 29 Nisan 1988 günü, İstanbul 11. Asliye Hukuk’a resmî bir yazı ulaşıyor: “Hazine, Elpida Frangopulo aleyhine açılmış vasiyetin iptali davasından feragat etmiştir – Maliye ve Gümrük Bakanı A. K. Alptemoçin”.
Memleketin birinde seyirciler hakemi beğenmedikleri zaman, kendisinin eğilimleri üzerine yakışıksız tezahürat yaparlarmış. Gel zaman git zaman, kanun çıkmış, böyle şeyler bağıranlara şöyle yapılacak böyle yapılacak diye. İlk maçta bir seyirci kalkmış, avazı çıktığı kadar bağırmış: “Hakeeeem! Anlarsın ya!” Bu kadar ettiğim lafı Hazine’miz anlar mı, bilmiyorum. Ya nasib!
/Radikal2
http://www.sivildusunce.com/2011/03/vatan”-mevzubahis-olunca-“adalet”…/

Yorumlar kapatıldı.