İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Livaneli, soykırım kurbanlarını anlatıyor

Zülfü Livaneli’nin yeni romanı ‘Serenad’, 9 Mart Çarşamba günü Doğan Kitap etiketiyle raflarda olacak. Kitaptan ‘tadımlık’ bir bölüm yayımlıyoruz.Roman, yıllar sonra Türkiye’ye dönen 87 yaşındaki Alman profesörün genç akademisyen Maya’yla tanışmasıyla başlıyor. Kişisel trajediler, 30’lu ve 40’lı yıllarda dünya politikasının kurbanı olan insanlara işaret ediyor. Struma ve Yahudi soykırımı, Ermeni tehciri gibi devletlerin unutulmaz kabahatlerini hatırlatan bir roman. Ve tabii 60 yıl boyunca süren etkileyici bir aşk hikayesi.

İşte kitaptan tadımlık bir bölüm:
* * *
Babaannem bir hafta sonra o hastanede, kalp yetmezliğinden öldü.
Cenazesi camiden kalktı, imam “Salihat-ı nisvandan Semahat Duran hanımefendiye” dualar okudu. “Nasıl bilirdiniz?” diye sordu. Cemaat hep bir ağızdan “İyi bilirdik!” diye haykırdı.
Evde babaannemin çekmecesini açtığımda gerdanlığı buldum. Çok eski ve çok değerli olduğu belliydi. Babaannemin böyle bir şeyi çocukluğundan beri, hiç kimseye göstermeden saklamış olmasına hayret ettim. Aynı kutunun içinde, eski nüfus cüzdanı ve bir de küçük haç vardı. O da çok eskiydi ve pek değerli bir taştan yapılmamıştı anlaşılan. Biraz paslanmıştı. İyice silip temizledim o ata yadigârını. Sonra sakladım. Gerdanlığı ise, önemli kabul ettiğim günlerde kullanmaya karar verdim.
Babaannem sırrını kimseye söylemememi istemişti, ben de söylemedim; bir kişi hariç.
Ağabeyime anlattım, inanmadı. Bunun üzerine eski nüfus cüzdanındaki “mühtedi” yazısını gösterdim. Şaşkınlık ve öfkeyle doldu yüzü. Beni çok üzen ve ilişkimizin soğumasına yol açan bir söz söyledi.
“Demek ki bizim de kanımız pismiş.”
“Ne diyorsun sen?” dedim. “Babaannem, babam, sen, ben. Biz buyuz. Ne demek kanımız pis? Pis kan olur mu?”
“Asala bizim ne kadar çok diplomatımızı öldürdü!” dedi. “Hiç gazete okumuyor musun? Şimdi de dünyadaki bütün Ermeniler bize karşı savaşıyorlar.”
“Babaannemin terör örgütüyle ne ilgisi var?”
“Babaannemin demedim.”
“Ama babaannem Ermeni, dolayısıyla biz de yarı Ermeni’yiz. Artık bunu kafana soksan iyi olur.”
Çok öfkelendiğim için özellikle damarına basıyordum.
“Neyse” dedi. “Senden ricam bunu kimseye söylememen. Ağzını sıkı tut lütfen. Çünkü bende Ermeni kanı olduğu ortaya çıkarsa orduda yükselemem, terfi alamam, general olamam, hatta belki binbaşılıktan emekli edilirim, geleceğim mahvolur. Sen hiç Ermeni bir general gördün mü?”
“Pis kan sözünü geri alırsan susarım” dedim.
Bir daha bu konuyu açmamam şartıyla sözünü geri aldı. Ve o günden sonra, düğünü, oğlunun sünneti gibi zoraki bir iki buluşmanın dışında hiç görüşmedik.
Albay olduğunda bir kere kutlamak için evlerine gittim. Bana yakın bir yere, Uçaksavar Mahallesi’ne taşınmıştı.
Annemle babam, her hükümetin oy kazanmak yüzünden verdiği avantajlarla biri 46, diğeri 48 yaşındayken emekli olma şansını yakalamışlardı. Üsküdar’daki daireyi satıp Bodrum’da Gümbet tarafında deniz kıyısı bir kooperatif evi almışlardı. Yaz kış orada oturuyorlardı. Onlarla bu konuyu zaten hiç konuşmamıştık. Ağabeyime gittiğim o gün de, babaannemle ilgili daha önce konuştuklarımızı hatırlamıyoruz gibi davrandık. Belki de sahiden unutmuştu bile.
Ama dün rektörün odasındaki o adamlar… Belli ki başka bilenler, hatırlayanlar vardı. Birdenbire müthiş bir huzursuzluk duydum içimde. Daha doğrusu var olan huzursuzluğumun sebebini buldum. Bunun kaynağı profesör değildi, bizi takip edip üniversiteye gelen, beni tehdit eden o üç adamdı. Hele o gri elbiseli zayıf olanın yüzündeki kurt sırıtışını unutamıyordum. Beni bildiklerine göre Necdet’i de biliyorlardı mutlaka. Buna rağmen ona ilişmemişlerdi. Yükselmiş, albay olmuştu, general olması da yakındı, hatta duyduğuma göre askeri istihbaratla ilgili birimde yolu açıktı.
Böyle şeyleri hep söylenti olarak duyardık zaten. Kimse net bir şey söylemezdi. Sadece seslerini alçaltıp, gözlerini kısarak “İstihbarat galiba” derlerdi.
(s. 95-97)
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetayV3&ArticleID=1042022&Date=06.03.2011&CategoryID=82

Yorumlar kapatıldı.