İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘İç’ acıtan bir rapor

Beril Dedeoğlu
Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu (ECRİ), beş ülke hakkında yeni raporlar yayınladı.Türkiye’yi farklı kılan özelliklerin başında ırkçılık ve hoşgörüsüzlük kapsamındaki uluslararası sözleşmeleri onaylamamış, bunlara uygun anayasal ve yasal düzenlemeler yapmamış ve gerekli kurumları oluşturmamış olmak geliyor. Dolayısıyla yapısal bir sorun olduğu açık. Uygulama sorunlarını giderecek denetim mekanizmalarının bulunmaması ile uygulamada karşılaşılan ayrımcılık, ırkçılık ve hoşgörüsüzlük listesinin uzunluğu da iç burkuyor ve Türkiye’nin neden hala AİHM’de en çok davası olan ülke olduğunu, neden bir türlü AB ülkelerinin güvenini kazanamadığı anlaşılabiliyor.

—-
   Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu (ECRİ), beş ülke hakkında yeni raporlar yayınladı. Ermenistan, Bosna-Hersek, Monako, İspanya ve Türkiye hakkında kaleme alınan raporlardan en uzun olanının Türkiye’ye ait olduğunu üzülerek belirtmek gerekiyor.
AB ilerleme raporları arasında da en uzun olanın her zaman neden Türkiye olduğunu sorduğum bazı Türkiyeli yetkililer, Türkiye’nin diğer AB adayı ülkelerden büyük olduğu için raporlarda daha fazla yer kapladığı yolunda açıklama yapmışlardı. Ülke kalabalık olunca, insan hak ve özgürlük ihlallerine ilişkin vaka sayısı artıyor, dolayısıyla raporlar uzuyor denmişti. Polonya da kalabalık ama raporları daha kısa mealinden yaptığımız itirazlar ise Türkiye’nin jeopolitik konumu üzerinden yapılan açıklamalarla aydınlatılmıştı. Bugün insan hakları, hukuk devleti ve demokratikleşme konusunda neyse ki bu türden bir bakış söz konusu değil. Bununla birlikte hala insan hakları, azınlık hakları, ırkçılık ve hoşgörüsüzlük konularındaki sicilin pek parlak olmadığı söylenmeli.
ECRİ’nin İspanya raporu 56 sayfa, bunun üç sayfası ise hükümetin görüşü, tavsiye ve uyarılar ise bir buçuk sayfa. Ermenistan raporu 45 sayfa, 5 sayfası hükümet görüşü; Bosna -Hersek raporu ise altısı hükümet görüşü olmak üzere 61 sayfa. Türkiye raporu ise toplam 104 sayfa, 65. sayfadan itibaren ise Türkiye’nin bu rapor hakkındaki görüşleri yer alıyor. Devlet görüşü olarak raporlara eklenen ekler, esasen incelenen ülkedeki durum hakkında hükümetin ne tür önlemler alacağını ifade ettiği bölüm anlamına geliyor. Türkiye raporunun hükümet görüşü kısmında ise bugüne kadar yapılan reformların ve iyileştirmelerin yarının teminatı olacağı anlamına gelen bir anlatım söz konusu, ancak bundan daha önemlisi bir tür savunma niteliğinde. Anlaşılan o ki raporu değerlendirenler Türkiye’ye haksızlık yapıldığını düşünmüşler.
İçeriğe bakıldığında raporun bir haksızlık ima ettiğini söylemek zor oluyor. Zira diğer ülke raporlarıyla karşılaştırıldığında Türkiye’deki temel eksikler açıkça ortaya çıkabiliyor. Türkiye’yi farklı kılan özelliklerin başında ırkçılık ve hoşgörüsüzlük kapsamındaki uluslararası sözleşmeleri onaylamamış, bunlara uygun anayasal ve yasal düzenlemeler yapmamış ve gerekli kurumları oluşturmamış olmak geliyor. Dolayısıyla yapısal bir sorun olduğu açık. Uygulama sorunlarını giderecek denetim mekanizmalarının bulunmaması ile uygulamada karşılaşılan ayrımcılık, ırkçılık ve hoşgörüsüzlük listesinin uzunluğu da iç burkuyor ve Türkiye’nin neden hala AİHM’de en çok davası olan ülke olduğunu, neden bir türlü AB ülkelerinin güvenini kazanamadığı anlaşılabiliyor.
Diğerlerinde olmayan “anti-semitizm” sorunu ise neden Türkiye raporunda ırkçılık, ayrımcılık, azınlıkların korunmaması gibi genel başlıkların ya da Kürt, Alevi, Rum, Ermeni, Yahudi ve diğer azınlık sorunları gibi özel başlıkların dışında ayrı bir başlık olarak değerlendirilmiş, orası biraz garip. Ayrımcılık, hoşgörüsüzlük ya da insan ve azınlık hakları konularında sicil zaten pek iç açıcı değilken ayrıca anti-semizim konusunda bir duyarlılık mı aranmış, yoksa diğer konular bir yana bu bir yana mı alınmalı denmiş açık değil. Bununla birlikte, rapor yapılabileceklerin neler olduğunu da söylüyor. Hukuksal ve idari alanlardan kurumsal ve toplumsal alanlara kadar her bir düzeyde atılacak adımlar belli. Bugün daha demokratik bir Türkiye’nin önünde ne tür direnç duvarları varsa, anlaşılan o ki atılacak adımlar da o duvarlara çarpıyor. Güçlü Türkiye olmanın yolunu nüfus ve coğrafyada değil yaşam ve yönetim kalitesinde aramayı sürdürmek gerekiyor.
http://www.stargazete.com/gazete/yazar/beril-dedeoglu/-ic-acitan-bir-rapor-haber-329864.htm

Yorumlar kapatıldı.