İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

AB’nin Macaristan’la imtihanı

Beril DEDEOĞLU
AB’ye başvuran ülkelerin, öncelikle aday olabilmek için Kopenhag siyasi kriterlerini karşılıyor olmaları gerekiyor. İstikrarlı ve kurumsallaşmış demokrasi, hukukun üstünlüğü ile insan ve azınlık hakları olarak özetlenen bu kriterleri yerine getiren ülkeler, aday ilan edildikten sonra müzakereler başlıyor ve AB müktesebatının benimsenmesi anlamına gelen süreç çalışıyor.

Bugün AB üyesi olan her devlet için farklı biçimlerde de olsa bu süreç çalıştığı için AB hak ve özgürlükler ile kurumsallaşmış demokrasi bakımından istisnai bir oluşum. Bununla birlikte bazen öyle şeyler oluyor ki, siyasal kriterler üye oluncaya kadar geçerli, üye olduktan sonra ihlal edilebilir kurallar bütünü mü diye sormak mümkün olabiliyor. Bu çerçevedeki örnek ise Macaristan.
2010 Nisan seçimlerinde milliyetçi muhafazakar parti Fidesz, parlamentoda üçte iki çoğunluğu almış ve lideri Viktor Orban da başbakan olmuştu. Bu arada Fidesz’in yerel seçimlerin de galibi olduğu ve Avrupa’da bu denli güçlü çoğunluğa sahip başka ülke olmadığı hatırlatılmalı. Orban, politikasını tarih boyunca Macaristan’ın uğradığı haksızlara dayandırmış ve demokratikleşme-AB’ye uyum çerçevesinde yapılanların da Macar ulusal çıkarlarını zarara uğrattığını savunmuştu. Özellikle AB çerçevesinde tarım alanında yapılan düzenlemelerin tarım alanlarını perişan ettiği tezini işleyerek AB’nin Macar tarım ürünlerinin piyasadan çekilmesi için çalıştığını ileri sürmüştü. Bu yaklaşım iktidara geldikten sonra daha da güçlü milliyetçi ifadeler bulmuş, hatta Alman işgali sırasında olup bitenler nedeniyle Almanya’nın Macaristan’a yeniden tazminat ödemesini istemişti.
İktidardaki ilk icraatı ise, dış Macarlarla ilgili olmuştu. Macaristan dışında yaşayan ve ülke nüfusundan fazla olan Macar kökenliler, ülkenin komşularıyla ilişkilerinin başlıca gerilim konusu; bir yandan bu nüfusun Macaristan’la birleşmesini teşvik eden politikalar uygulanıyordu öte yandan da vatandaşı oldukları ülkeye azınlık hakları konusunda baskı yapma aracı olarak kullanılıyordu. AB sürecinde sorunlar büyük ölçüde çözülmüştü, ancak Orban dış Macarlara diğer yabancı ülke vatandaşlarına oranla pozitif ayrımcılık öngören bir uygulama başlattı. Bu arada, ülkedeki Romanların da sınır dışı edilmelerini zira “bütünlüğü” bozduklarını savundu. Irk temelli bu uygulama, AB mevzuatına olduğu kadar temel sözleşmelere de aykırı. ‘Kişi karşısındakini kendi gibi bilir’, Orban, Türkiye’nin Balkanlardaki faaliyetlerini de Osmanlıyı kurma girişimi olarak değerlendirmişti.
Fidesz’in ikinci icraatı ise, yeni bir basın yasası çıkartarak ifade özgürlüklerini sınırlaması. Bu çerçevede örneğin gündüz vakti Amerikalı bazı grupların yaptığı rap müziğin yayınlanması yasaklandı, gerekçesi gençlerin ahlakını korumak ve İngilizce yerine Macarca şarkılar dinlemelerini sağlamak. Bu türden uygulama örneklerinin artması karşısında AB uyarılarda bulundu, ancak başbakan bunun iç işlerine karışma olduğunu söyleyerek anti-demokratik işleri ulusal çıkar kapsamına sokuverdi.
Seçmenlerin yaklaşık yüzde yetmiş oranında oyunu alarak iktidara geldiğine göre, Macaristan meselesini başbakan ve partisine bakarak açıklamak çok doğru olmaz. Gerçi ekonomik kriz ortamını milliyetçi reflekslerle değerlendiren liderlerin varolan milliyetçi duyguları nasıl kaşıyabildikleri biliniyor. Bununla birlikte esas sorun giderek ırkçılaşan, milliyetçi hale gelen toplumda. AB reformlarına evet diyen de aynı Macarlardı, bugün bu partiyi iktidara getiren de. AB’nin gücü üyelerini ehlileştirmeye yeter mi bilinmez, ancak Macarların bu hale gelmesine nelerin neden olduğu sorusu bile AB koridorlarında soruluyorsa ne ala.

http://www.stargazete.com/gazete/yazar/beril-dedeoglu/ab-nin-macaristan-la-imtihani-326710.htm

Yorumlar kapatıldı.