İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

2010 Yılında Türk Amerikan İlişkileri İnişli Çıkışlıydı

2010 Yılında Türk Amerikan İlişkileri İnişli Çıkışlıydı 

Barış Ornarlı | Washington 29 Aralık 2010

Türk Amerikan ilişkileri açısından yoğun; inişli çıkışlı bir yılı geride bırakıyoruz. Bu yıl ikili ilişkilere, İran, İsrail, Ermeni tasarısı, füze savunma sistemi gibi konular damgasını vurdu… Türkiye’nin yönü tartışıldı.

Amerika’nın Sesi, 2010 yılında Türk Amerikan ilişkilerinde yaşanan olayları derledi.

Başkan Barack Obama 2009 yılının Ocak ayında göreve başlarken Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir döneme girileceği beklentisi yaygındı. Obama, iktidarının hemen başında Ankara’ya gitmiş, Türk Amerikan ilişkilerine verdiği önemi vurgulamış; model ortaklıktan söz etmişti.

Ancak 2010, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetiyle Amerikan yönetimi arasındaki görüş ayrılıklarının su yüzüne çıktığı bir yıl ve Türk-Amerikan ilişkilerinin tarihinde önemli bir dönemeç olarak hatırlanacak. 2010 yılının başında Türkiye’nin İsrail’le ilişkileri sorunlu, İran konusunda batının kaygılarını aynı düzeyde paylaşmadığı izlenimi mevcuttu; Amerikan yönetiminin büyük destek verdiği Türkiye – Ermenistan yakınlaşma süreci tıkanma noktasına gelmişti. Obama yönetimi ise iktidardaki birinci yılında Bush Yönetimi’nden sonra Washington’un üslubunu değiştirmiş olmanın rahatlığı içinde, ikinci yılında sonuç almaya bakıyordu. Yeni bir Afganistan stratejisi geliştiriliyor; İran’ın nükleer programına diplomatik çözüm bulunması için girişimler yapılıyor; Irak’tan bir bölüm asker çekiliyor; Rusya’yla ilişkiler yenileniyor; Ortadoğu barışı için yeni bir girişim başlatılıyordu.

Obama, ‘Birliğin Durumu’ konuşmasında şöyle demişti: “İktidara geldiğim günden beri dikkatimizi ülkemizi tehdit eden teröristlere çevirdik. Afganistan’da asker sayımızı arttırıyoruz, Afganistan güvenlik güçlerine eğitim veriyoruz ki 2011 yılında güvenlik sorumluluğunu devralabilsinler ve askerlerimiz yurda dönebilsin. El Kaide üzerinde yoğunlaşırken, Irak’ı sorumlu bir şekilde halkına emanet ediyoruz. İki cephede savaşırken, Amerikan halkına en büyük tehdidi oluşturan nükleer silahlara karşı önlem alıyoruz. Bizim sergilediğimiz liderlik bu. Amerika’nın en büyük gücü idealleridir.”

Türk-Amerikan ilişkilerindeyse Obama’nın öne sürdüğü model ortaklık kavramının içeriği tartışılıyor, işbirliği alanlarına bakılıyordu. Ancak yeni yılın ikinci ayında ikili ilişkileri yeniden krize iten açıklama Kongre’den geldi.

Yine Ermeni Tasarısı

Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanı, Demokrat Partili California milletvekili Howard Berman, Ermeni soykırımı iddialarına ilişkin tasarının Komisyon’un gündemine alındığını açıkladı. Hemen her yıl gündeme gelen Ermeni tasarısı 1915 olaylarını soykırım olarak nitelendiriyor ve Amerikan dış politikasının bu konudaki hassasiyeti yansıtması isteniyor. Amerikan yönetimi, her zaman olduğu gibi tasarının onaylanmaması için Kongre nezdinde girişimde bulundu. O günlerde Amerika Dışişleri Bakanı’nın Avrupa ve Avrasya işlerinden sorumlu yardımcısı Phil Gordon, Amerikan yönetiminin politikasını şöyle açıklıyordu: “Biz, 1915 olayları konusundaki gerçeklerin tümüyle, dürüst ve adil bir şekilde kabul edilmesini arzu ediyoruz. Ancak bunu yapmanın en iyi yolu barış ve kalkınmaya dayalı bir gelecek kurmaya çalışan Türklerle Ermenilerin, tarihi konulara eğilmeleridir. Dışişleri Bakanı Clinton ve Savunma Bakanı Gates de söyledi, Kongre’nin bu konuda daha fazla adım atması [Türk – Ermeni] ilişkilerinin normalleştirilmesini zorlaştırabilir. Bu nedenle bu tasarıya karşıyız.”

Amerikan yönetiminin girişimleri, Türk hükümetinin telkinleri ve Türk lobisinin çabaları yetersiz kaldı, Ermeni tasarısı 22’ye karşı 23 oyla kıl payı onaylandı. Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Namık Tan istişareler için Merkeze çağrıldı. Tasarı daha önce de olduğu gibi Komisyon’dan geçti, ancak Türk-Amerikan ilişkilerine vereceği zarar hesaba katılarak Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’nun gündemine alınması engellendi. Yılın sonunda yapılan son dakika girişimleri de sonuçsuz kaldı.

Kasım 2010 ara seçimlerinde Kongre’de tamamen yeni bir siyasi tablo oluştu. Demokrat Parti’nin ağır kayıp vermesi nedeniyle Ermeni lobisinin en çok desteklediği isimlerden biri olan Demokrat Partili California milletvekili Nancy Pelosi, Temsilciler Meclisi Başkanlığını bırakmak durumunda kalıyor. Önümüzdeki ay yeni yasama dönemi başladığında Temsilciler Meclisi Başkanı Cumhuriyetçi Partili Ohio Milletvekili John Boehner olacak, Dışişleri Komisyonu Başkanlığı’na da Cumhuriyetçi Partili Florida Milletvekili Ileana Ros-Lehtinen’in geçmesi bekleniyor. Temsilciler Meclisi liderliğindeki değişim – özellikle Pelosi ve Berman’ın görevlerini bırakması– Ermeni tasarısı açısından Türkiye’nin lehine bir gelişme olarak yorumlanabilir, ancak muhafazakar kesimlerin Türkiye’yle Amerika arasında yaşanan diğer sorunlar karşısında daha sert bir tutum sergilemeleri de muhtemel. Özelikle İran ve İsrail konularında…

İran Politikasında Görüşayrılıkları

Türk-Amerikan ilişkilerine bu yıl en olumsuz etkiyi yapan olay – şüphesiz, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde İran’a ek yaptırım uygulanmasına ret oyu vermesiydi. Gerçi Türkiye’yle Amerika’nın İran konusunda ayrıştığı önceden de belliydi. Mart ayında Gordon şöyle demişti: “İran konusunda uluslararası toplum Tahran hükümetine koordine edilmiş, tek bir mesaj vermeye çalışırken Türkiye zaman zaman farklı mesajlar veriyor. Türkiye’nin İran’ın nükleer silah edinmesi olasılığı konusundaki kaygılarımızı paylaştığını biliyoruz ve İran’ın nükleer programı sorununa diplomatik bir çözüm bulunması çabalarını destekliyor. Ancak bu soruna barışçı, diplomatik bir çözüm bulunması yönündeki ortak hedefimizi zedeleyecek ya da zorlaştıracak adımlarından kaçınılması son derece önemli.”

İran konusunda atılacak adımlar Nisan ayında Washington’da yapılan nükleer güvenlik zirvesinde de ele alındı. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada Başkan Obama ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, İran’ın dünyaya nükleer tehdit oluşturmamasının önemi konusunda uzlaştıkları belirtildi. Müzakere çağrılarına tatmin edici yanıt alamayan Amerikan yönetimi, uluslararası yükümlülüklerini yerine getirmediği için İran’a ek yaptırım uygulanmasını istiyordu.

Obama, Temmuz ayında Amerika’nın İran’a yaklaşımını şöyle anlatmıştı: “Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme anlaşmasına taraf olan ülkelerden sadece bir tanesi Uluslararası Atom Enerjisi Dairesi’ne nükleer programının barışçı olduğunu kanıtlayamadı. Sadece bir ülke: İran. İran hükümeti yıllardır sorumluluklarını ihlal etti, BM Güvenlik Konseyi kararlarına karşı çıktı ve nükleer programını devam ettirdi. Bunu yaparken de bir yandan terör örgütlerine destek verdi ve İran halkının arzularını bastırdı.”

Türkiye ise farklı düşünüyordu. Türk hükümeti, diplomatik çağrıların sonuç vereceğine inanıyor ve İran’a yaptırım uygulanmasına karşı çıkıyordu.

Mayıs ayında, Amerika, Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleriyle, İran’a ek yaptırım uygulanması konusunda uzlaşmaya yakınken, Türkiye’yle Brezilya, Tahran hükümetinin nükleer takas anlaşmasını kabul ettiğini açıkladı. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, anlaşma neticesinde ek yaptırımlara gerek kalmadığını savundu. Ancak batılı devletler böyle düşünmüyordu. İran, Ekim ayında benzer bir anlaşmadan çekilmişti. Ayrıca İran uranyum zenginleştirme çalışmalarına devam edeceğini de açıkladı; bu, Güvenlik Konseyi kararlarının ihlali anlamına geliyordu. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, 18 Mayıs günü Senato Dış İlişkiler Komisyonu’nda, ‘yaptırımlar yolda’ dedi…

Clinton şöyle konuştu: “Tahran’da yapılan açıklama konusunda bazı yanıtsız bırakılan sorular var. İran’ın nükleer programı konusunda uluslararası topluma direnmesi sorununa çözüm bulunmasında Türkiye’yle Brezilya’nın samimi girişimlerinin farkındayız, ancak P5+1 olarak uluslararası toplumun güçlü bir yaptırım tasarısı hazırlamasını teşvik ediyoruz. Bunun İran’dan beklentilerimiz konusunda yanlış anlamalara yer bırakmayacak bir mesaj olacağını düşünüyoruz.”

BM Güvenlik Konseyi’nde yapılan oylamada İran’a ek yaptırım uygulanması kararlaştırıldı. Türkiye ve Brezilya karara “hayır” oyu verdi. Amerikalı yetkililer Türk hükümetinin tutumundan üzüntü duyduklarını bildirdi. Amerikalı gözlemcilere göre, Türkiye’nin oyu ikili ilişkilere ciddi bir darbe vurmuş ve bu gerginlik Kanada’da yapılan G20 zirvesine de yansımıştı.

Amerikan İlerleme Merkezi uzmanı Michael Werz anlatıyor: “Türkiye ve Brezilya’nın ret oyu gerçekten bir geri adımdı. Sorunlar yarattı. Türkiye’nin çekimser kalma seçeneği vardı. Amerika Türkiye’nin İran’ın nükleer emellerinin önüne geçilmesi veya soruna çözüm bulunması sürecinin dışında kalmasını istemiyor. Tam tersi: Türkiye Amerika’nın o bölgede önemli bir ortağı. Ancak ret oyu vererek Türkiye ve Brezilya kendilerini bu tasarıyı destekleyen tüm dünyadan uzaklaştırdı. Türkiye’nin yaptırımlara uyacağını açıklaması iyi bir şey, ancak İran konusunda ne yapacağını farklı bir şekilde düşünmeli. Türkiye batılı müttefikleriyle daha yoğun görüşmeler içinde olmalı.”

Avrupa Birliği Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton, bu ay İran’la yeniden başlayan müzakerelerin, İran’ın istediği gibi Türkiye’de yapılmasını kabul etmedi – uzmanlar da bunu Türkiye’ye bir mesaj olarak değerlendirdi. Ashton, daha sonra, görüşmelerin ikinci turunun önümüzdeki ay İstanbul’da yapılacağını açıkladı.

İsrail’le İlişkiler Kopma Noktasına Geldi

Türk Amerikan ilişkilerini sarsan bir diğer konu Türkiye – İsrail ilişkileriydi. Hamas ziyareti, Gazze savaşı, Davos olayı, Yahudi aleyhtarı Türk televizyon dizileri, koltuk krizi derken İsrail’in abluka altındaki Gazze’ye yardım malzemesi taşıyan Mavi Marmara gemisine baskın düzenlemesi ve dokuz Türk’ün öldürülmesi Türkiye – İsrail ilişkilerini kopma noktasına getirdi. Amerikan İlerleme Merkezi uzmanı Michael Werz anlatıyor: “Bu çok ciddi bir kaygı unsuru. Son derece gereksiz bir şekilde durumun kızıştırıldığını söylemek yanlış olmaz. Dokuz kişinin ölümüyle sonuçlanan Mavi Marmara baskınında ne olduğunu öğrenmemizin ötesinde çok önemli bir nokta var: Uluslararası Yardım Vakfı (İHH) Türk hükümeti veya AK Parti için iyi bir ortak değil. Bu iktidar partisi için iyi bir strateji değil. Bu Türkiye’nin bölgedeki tüm güvenlik ve siyasi çıkarlarını zedeliyor.”

İki stratejik ortağı arasındaki ilişkilerin kopma noktasına gelmesi Amerikan yönetimini ciddi bir şekilde kaygılandırsa da, Türkiye’nin sorun yaşayacağı esas yer Amerikan Kongresi olacak. Nitekim Mavi Marmara olayından kısa bir süre sonra, Temmuz sonunda Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu’nda yapılan oturumda Türkiye’nin bu politikaları sert bir şekilde eleştirildi.

Komisyon Başkanı Berman Türkiye’nin Hamas’la bağlarının rencide edici olduğunu söyledi, Ankara’nın Amerika’nın “uluslararası terör örgütleri listesine saygı göstermesi gerektiğini” kaydetti. Berman konuşmasında Türkiye’nin Ermeni soykırımını kabul etmesi, Kıbrıs’ta çözüm için daha fazla adım atması ve basın özgürlüğüne saygı göstermesi gerektiğini kaydetti. Dışişleri Komisyonu’nda muhalefetin en kıdemli temsilcisi Cumhuriyetçi Partili Florida Milletvekili Ileana Ros-Lehtinen de Türkiye’yle Amerika arasında beliren “görüş ayrılıklarının ikili ilişkilere ciddi zorluklar getirdiğini” söyledi. Ros Lehtinen bu anlaşmazlıklar arasında Türkiye’nin İran’a ek yaptırım uygulanmasına destek vermemesini ve İran’la ticari ilişkilerini geliştirmesini saydı; Gazze ablukasının delinmesine destek vermesini provokasyon olarak nitelendirdi. AKP’yi “İslami bir parti” olarak nitelendiren Ros-Lehtinen, Ergenekon soruşturmasındaki uygulamaları eleştirdi, Türk başbakanını Rus başbakanına benzeten gözlemciler olduğunu belirtti. Ros Lehtinen, Amerikan Kongresi’nde böyle bir oturumun yapılıyor olmasının, ilişkilerdeki dönüm noktasına işaret ettiğini savundu.

Dışişleri Komisyonu oturumunda söz alan yaklaşık 20 milletvekilinin çoğunluğu Türkiye’nin İran ve Ortadoğu politikalarını eleştirirken, ilişkilerin önemini vurgulayan milletvekilleri bile kaygılarını dile getirdiler.

Türkiye’nin Yönü Tartışıldı

Amerikan Kongresi’nde Türk hükümeti hakkında olumsuz görüşlerin yayılması ikili ilişkiler açısından kaygıyla izleniyor. Neticede, Kongre sadece Ermeni tasarılarını gündeme getirmekle kalmıyor, Amerika’nın yabancı ülkelerle yaptığı silah anlaşmalarını engelleyebiliyor; dış politika gündemini etkileyebiliyor…

Dahası, İran ve İsrail meseleleri Washington’da sıkça ‘Türkiye batıdan uzaklaşıyor mu’ tartışmalarını gündeme getirir oldu.

Amerikan ve Avrupa kamuoyunu yoklamak amacıyla her yıl yapılan Transatlantik Eğilimler araştırmasında bu yıl Türkiye’yle ilgili olarak çarpıcı bir değerlendirmeye yer verildi. Rapora göre, “Türkiye gittikçe artan bir şekilde doğuya yöneliyordu.”

Raporda şöyle deniyor: Türkler arasında uluslararası sorunlarla ilgili olarak Ortadoğu ülkeleriyle işbirliği yapılması gerektiğini düşünenlerin sayısı geçen yıla göre iki kat artmış; Avrupa Birliği’yle işbirliği yapılmasını düşünenlerin sayısı azalmıştır. Geçen yıla kıyasla Türkler, NATO’nun gerekliliğine, AB üyeliğine ve ülkelerinin Batı ile ortak değerlere sahip olduğuna daha az inanmaktadır.”

Amerikalı yetkililer ise ‘Türkiye batıdan uzaklaşıyor’ değerlendirmelerini doğru bulmadıklarını söylüyor. Dışişleri Bakan Yardımcısı Phil Gordon, ‘Türk hükümetiyle yaptığımız görüşmelerde, Türkiye’nin Amerika, Batı ve AB ile yakınlığının devam ettiği sonucuna varıyoruz’ diyor.

Türk yetkililer de eksen kayması değerlendirmelerini şiddetle reddetti.

Washington’daki Uluslararası ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (CSIS) Türkiye Projesi Direktörü Bülent Alirıza, Türk Amerikan ilişkilerinin zor bir dönemden geçtiğini ancak belli bir çıtanın altına inmeyeceğini söyledi.

Füze Savunma Sistemi’nde Uzlaşma

Nitekim – Lizbon’da yapılan NATO zirvesinde Türkiye’nin Amerika’nın Avrupa’da kurmak istediği füze savunma sistemine destek vermesi Türk Amerikan ilişkilerinin önemine vurgu yapanları rahatlattı. Türkiye, bazı şartlar öne sürerek ‘acaba uzlaşma sağlanamayacak mı’ sorusunu gündeme getirmişti. Sonuçta Türkiye de Amerika’yla birlikte Avrupa’nın balistik füze tehdidine karşı korunması gerektiğini onaylayarak NATO’nun yeni stratejik konseptine destek verdi. Washington Enstitüsü Türkiye Programı Direktörü Soner Çağaptay Türk Amerikan ilişkilerinde krizin eşiğinden dönüldüğünü söyledi.

Türkiye’yle Amerika arasında Afganistan, Irak, PKK terör örgütüyle mücadele, enerji güvenliği gibi konularda işbirliği kuvvetli, ancak ilişkilerin iniş çıkışlı olması kaygı yaratıyor. Amerika’nın eski Ankara Büyükelçisi Ross Wilson, Türk Amerikan ilişkilerinin her zaman karmaşık olduğunu, zorluklar içerdiğini söylüyor, ancak her zaman olduğu gibi bu zorlukların aşılacağını düşünüyor.

Büyükelçi Wilson şöyle konuştu: “Türk-Amerikan ilişkileri her zaman için biraz karmaşık ve zorluklarla dolu olmuştur. Bazen gereğinden fazla zorluklarla dolu olmuştur. Son 10 yıl içinde ilişkilerimizde inişler, çıkışlar oldu. İki ülkenin liderlerinin yakın iletişim halinde olmaları önemli. Zorlukları, meseleleri bir şekilde halledeceğiz, her zaman yaptığımız gibi.”

Diyalog ihtiyacı Washington’daki tüm uzmanlar tarafından dile getiriliyor. Amerikalı yetkililer de bunun farkında. Dışişleri Bakanlığı’nın Avrupa ve Avrasya işlerinden sorumlu yardımcısı Phil Gordon, Türk Amerikan Konseyi toplantısında yaptığı konuşmada Amerika’nın hiçbir ülkeyle Türkiye’yle olduğu kadar irtibat halinde olmadığını söyledi: “Amerika’nın Türkiye’yle olan irtibatı dünyadaki hiçbir ülkeyle kıyaslanamayacak bir düzeydedir. Amerika’nın önemli dış politika konularında Türkiye’yle sürdürdüğü irtibatımız en yüksek seviyededir.”

2010 yılının son aylarında Amerika’nın dış dünyayla ve bu arada Türkiye’yle ilişkileri açısından önemli – beklenmedik bir gelişme yaşandı. WikiLeaks adlı Internet sitesi ABD Dışişleri Bakanlığı kriptolarını yayınlamaya başlayınca, Amerikalı yetkililer, bu durumun Amerikan diplomasisine vereceği zararı gidermek için yoğun çaba harcamaya koyuldu. 250 bin kriptodan yaklaşık 8 bin’i Amerika’nın Ankara Büyükelçiliği’nden kaynaklanıyordu. Belgeler yayınlanmaya devam ediyor ve daha ne tür bilgilerin çıkacağı henüz bilinmiyor. Bu durum, belki de iki ülke arasında diyaloğun daha da sıklaştırılmasını gerektirebilir.

Yılın son ayları Türk Amerikan ilişkileri açısından gerçekten hareketli geçti. WikiLeaks; Ermeni tasarısının onaylanması için yapılan son hamleler ilişkileri gerdi. Bu arada, unutmamak gerekir: Cumhuriyetçi Partili Kansas Senatörü Sam Brownback, Amerika’nın yeni Ankara Büyükelçisi Francis Riccardone’nin atanmasını engelledi. Brownback, Vali seçildi, Senato’dan ayrılıyor… Dolayısıyla atama yakın olabilir… Ancak Amerika’nın Ankara’da aylardır büyükelçisi bulunmuyor.

NOT: Başkan Barack Obama, 29 Aralık günü – bu programın yayınlanmasından sonra – Amerikan Senatosu’nun yasama dönemine ara vermesinden istifade ederek Ricciardone’yi Ankara’ya Büyükelçi atadı.

Yorumlar kapatıldı.