İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ruhani Kurul’un Son Basın Bildirisi İle İlgili Görüşler  (1-2-3-4-5-6-7)

Ruhani Kurul’un Son Basın Bildirisi İle İlgili Görüşler
(1)
TARİH YENİ AKTÖRLER İLE KENDİSİNİ TEKRAR EDİYOR
Geçen hafta çok önemli iki olay cemaat içinde zihinleri tedirgin etti ve Patrik Mesrob II Hazretleri’nin hastalığının açıklanmasından sonra cemaatimizin içine sürüklendiği parçalanma veya bölünme zincirine bir halka daha ekledi. Sorun anlaşılacağı üzere yeni bir Patrik seçmek ve Patrikhanenin beş asırlık makamında oturan etkin bir Patrik’e sahip olma gerekliliği ile ilgili. Burada “gereklilik” kelimesini bilinçli olarak özellikle kullanıyoruz çünkü biz bir Patrik seçmenin kaçınılmaz bir “gereklilik” olduğunu söylemek istiyoruz. Cemaat içinde birçoklarının da aynı şekilde düşündüğünden kuşku duymuyoruz. Hatta ve hatta ilk başlarda Ruhani Kurul’un da düşüncesinin bu yönde olduğunu iddia etmeye hakkımız var. Beklenmedik veriler ışığında geleneklerimize uygun olacak şekilde bir Patrik seçmemiz gerekiyor. 

İşte geçen hafta bu sorun ile ilgili her ikisi de son derece can sıkıcı ve yanlışlarla dolu iki gelişme yaşandı.
Bunlardan ilkinde bir Patrik seçmek ve patriklik seçimi için oyunu kullanmak istediğini söylemek için ortaya çıkan bir grup Ermeni, ulusal medya için bir basın toplantısı tertipleyerek sorunu cemaat çerçevesinin dışına taşıdılar. Bu grubun içinde bildiğimiz kadarıyla bugüne kadar cemaat için önemli bir hizmet getirmemiş kişiler olduğu kadar, cemaatte etkin ve çalışkan kişiler olarak tanınanlar da var. 

İkinci gelişme Ruhani Kurul’un alelacele yayınladığı ve bir gün önce yapılan basın toplantısının neden olduğu rahatsızlık ve asabiyet içinde yazıldığı belli olan Basın Bildirisi oldu. Bu Basın Bildirisi 3 Aralık tarihli sayımızda yayınlandı.
Ruhani Kurul’un bu kadar aceleyle ve kesin bir üslupla basın toplantısına bir yanıt vermesinin en az o basın toplantısını tertiplemek kadar yanlış bir girişim olduğunu üzülerek söylemek zorundayız. Bunun sonucunda Ruhani Kurul’un bildirisindeki birçok gerçek bir kaç tane tartışmalı veya eksik değerlendirme yüzünden kaybolup gitti. Bunların ne olduğunu sırayla inceleyeceğiz. Fakat bundan önce bir kaç satır ile Patriklik seçimi isteyen birkaç cemaat üyesinin ulusal medya için tertiplediği basın toplantısına değineceğiz. 

Böyle bir basın toplantısı düzenlemek temelden yanlıştır ve cemaatimize zarar verir. Neden mi? Bunun yanıtı çok basit. Böyle bir basın toplantısı tertiplemek bize hiç bir şey kazandırmaz, ama çok önemli ve onarılamaz hasarlara yol açabilir. Öyle de oldu zaten. Basın toplantısını düzenleyenler ne elde ettiler? Böyle bir basın toplantısının Ruhani Kurul’u veya Patrikhane Genel Vekili Başepiskopos Aram Ateşyan’ı yola getirerek onların hemen görüşlerinden vazgeçip Patriklik seçimi yapmalarını sağlayacağına inanacak kadar saf olabilirler mi? Bu toplantıyı düzenleyenler böyle bir basın toplantısının karşılarındakilerin tutumlarını daha da sertleştirmesine neden olacağını, Ruhani Kurul tarafından kabul edilen doğru veya yanlış kararların arkasında durmalarını körükleyeceğini düşünemeyecek kadar da mı ileri görüşlü değillerdi? 

Söz konusu basın toplantısının ertesi günü de yazmış olduğumuz gibi toplantıyı tertipleyenler onu cemaatimizin kurumlarının yöneticileri, cemaat içinde ağırlığı olan kurumlarımız ve aydınlarımız, hatta Ruhani Kurul üyeleri çerçevesinde tertiplemiş olsalardı çok akıllıca ve alkışlanacak bir adım atmış olurlardı. Sorunlarını her şeyden önce onların masasına yatırmaları gerekirdi. Her cemaat üyesi tabii ki cemaat ile ilgili bir konuyla ilgili görüşlerini açıklama, talepte bulunma hakkına sahiptir. Fakat bize göre kimsenin o sorunları cemaatimizin dışında çeşitli kurumların ve organların gündemine taşımaya, başkalarının müdahalesini talep etmeye hakkı yoktur. Biz de Patrik seçmek istiyoruz, biz de Genel Patrik Vekilliği seçimi ile yetinmek istemiyoruz, kısacası biz de aynen o basın toplantısını düzenleyenler gibi düşünüyoruz fakat onlardan ayrıldığımız bir nokta var: böyle bir basın toplantısının düzenlenmesine temelden karşıyız. Birçokları da böyle düşündü. Bu basın toplantısını düzenleyenler bize hiç bir şey kazandırmadı. 

Fakat hemen ertesi günü Ruhani Kurul tarafından yayınlanan ve çalakalem yazıldığı belli olan basın bildirisi bize ne kazandırdı? Bizim için bu soru da en az öteki kadar önemli, hatta belki ötekinden de daha önemli. Ruhani Kurul’un değişik çözüm olanakları gözetmeden ve cemaatin deneyimli ve bilinçli üyelerinin görüşlerine başvurmadan böyle aniden çok kesin kararlar açıklaması bizim için anlaşılır bir tutum değil. 

Ruhani Kurul’un basın bildirisini madde madde incelemek gerekir, biz de birkaç gün sürecek bir yazı dizisiyle bunu yapmaya çalışacağız. Ancak bu incelemeye başlamadan önce bir kez daha bu kadar övgüye layık özelliklere sahip hayırseverlere, yöneticilere ve üyelere sahip cemaatimizin aklı başında ve kendi çıkarlarına uygun bir yaklaşımla el ele vererek Patrik Mesrob II Hazretlerinin hastalığı nedeniyle ortaya çıkan krize bir çözüm bulamayışından duyduğumuz üzüntüyü belirtmek isteriz. 

Her Patrik seçimi söz konusu olduğunda bu cemaatin bölünmesi veya parçalanması ne acı bir kaderdir. Buna benzer trajedileri biz bundan önce de yaşadık, yeni neslin haberdar olmadığı acı deneyimlerimiz oldu. Bunlardan bugünkü nesillerin yararlanması gerekirdi. Ne yazık ki bu deneyimleri yaşamış olan olgun nesiller geçmişi çok çabuk unutuyor, geçmişle birlikte geçmişte yapılan yanlışlar da geçmişte kalıyor; ona karşın, yetişen her yeni nesil kendisini bir başlangıç olarak görüp sorunların tarihin derinliklerinden gelen ve değerlendirilmesi gereken incelikleri olduğunun farkında bile olmadan temelsiz bir özgüvenle meydana iniyor. Tarih yeni aktörler ile kendisini tekrar ediyor. 

Kısacası bugün bir parçalanma içinde olduğumuzu hissediyoruz. Ruhani Kurul’un bildirisinde “parçalanma” kelimesini kullanmadan işaret ettiği ilk noktada da zaten bu. Okuyalım bu paragrafı:
“Bazı çevreler huzur karşıtı tutumlarını sürdürerek kişileri, başta Patriklik Makamı olmak üzere kuruluşları ve tüm cemaati Devletimiz nezdinde, ayrıca iç ve dış kamuoyu önünde sıkıntıya sürüklemektedirler”.
Kuşkusuz burada doğru bir tespit var. Bizim kilisemizle ve sorunlarımızla ilgilenen her Ermeni kişi veya kurum, dünyanın her tarafından dikkatle cemaatimizin içinde bulunduğu krizi izliyor ve aralarından bazıları ne yazık ki kendi görüşlerine veya politik çıkarlarına paralel yersiz veya hatalı yorumlar yapıyorlar. Dışarıdakiler, bizim içinde yaşadığımız şartları tam anlamıyla bilmediklerinden dolayı yanlış çıkarımlarda da bulunuyorlar. Aklımız başımızda ve uyum içinde el ele vererek cemaatimizin çıkarları için en yararlı seçimi yaparak yeni bir Patrik seçip asırlık Patriklik makamına oturtabilmiş olsaydık bunların hiç biri olmayacaktı.
Neden yapamadık?
Şimdi Ruhani Kurul ne diyor?
İncelemeye devam edelim.
R.H.

(2)
ÇIKMAZDAN ÇIKMAK İÇİN AKILLICA BİR ÇÖZÜM BULMAMIZ LAZIM 

İstanbul Valiliğinden Patriklik seçimi için cemaatin iki birbirine ters düşen başvurularına yanıt geldiğinde, içimizden veya dışarıdan çok sayıda kişi Devlet’in Patriklik seçimine müdahalede bulunduğunu, hatta cemaatimizin Patrik seçme hakkını iptal ettiğini düşündü veya iddia etti. Bugün de hala bunu iddia eden çok sayıda insan var. Kimileri konuyu iyi bilmediklerinden dolayı böyle bir iddiada bulunuyorlar, kimileri de işlerine öyle geldiği için bu iddiayı sürdürüyorlar. Ancak biz devletin böyle bir müdahalede bulunmadığını düşünüyoruz. Devlet Patriklik seçimini yasaklamış değil, sadece onu ertelemiş bulunuyor. Önce bunu iyice kavramak lazım, böyle bir ertelemeye de kesinlikle karşı olabiliriz, o ayrı konu. Devlet ile bu konuyla ilgili ilişkilerimizi daha da çıkmaza sokmamak için bunu çok iyi anlamamız gerekiyor. Ruhani Kurul’un da bildirisinde zaten ilk yaptığı kamuoyunu bu konuyla ilgili aydınlatmak. Ruhani Kurul Patrik Hazretlerinin vefatından sonra kilisemizin örf ve adetlerine uygun bir şekilde Patrik seçiminin yapılacağını hatırlatıyor. Devletten gelen resmi yazı bu konuda açık ve net. 

Ruhani Kurul bildirisinin ilk bölümünde bu tekzibi yapıyor ancak Ruhani Kurul’un daha önce seçim yapmaya ve bir Eş Patrik seçmeye karar aldığına ve bu amaçla zaten bir Müteşebbis Heyet kurmuş olmasına rağmen Patriklik seçiminin ertelenmesine neden gerek görüldüğünü açıklamıyor. Ruhani Kurul devletin tutumu hakkında açıklamalarda bulunuyor ancak erteleme yönünde devletten gelen öneriyi neden hemen kabul ettiğine, neden Eş Patriklik seçimi yönündeki ilk kararında ısrar etmediğine dair hiç bir açıklamada bulunmuyor. Bu konuya tekrar döneceğiz, fakat şimdi önce Ruhani Kurul’un bildirinin ikinci bölümünde ne dediğine bakalım. 

“2. Patrik Genel Vekili Başepiskopos Aram Ateşyan’ın Patrik Mesrob II Hazretleri’nin hayatta olduğu sürece seçim yapılmayacağı ifadesi kendi kişisel görüşü olmayıp Ruhani Meclisimizin Nizamname hükümlerine dayanarak almış olduğu bir karardır”.
Bu birkaç satırın amacı eğer Başepiskopos Aram Ateşyan’ı seçimin ertelenmesi ile ilgili olarak savunmak ise, Ruhani Kurul boşuna yoruluyor. Boşuna yoruluyor çünkü öyle ya da böyle değişen bir şey olmayacak. Kuşkusuz böylesine önemli bir kriz söz konusu olduğunda karar Ruhani Kurul tarafından verilecek, ancak şimdiye kadar ne zaman Ruhani Kurul Ruhani Reis’iyle veya Patrik Vekiliyle aynı görüşte olmadı? Şu yakın geçmişimizde yaşamış olduğumuz birçok önemli sorun sırasında Ruhani Kurul ne zaman Ruhani Reis’inden farklı bir görüş savunabildi, farklı bir tutum sergileyebilme cesaretini gösterebildi? Ruhani Kurul üyelerini ayıplamıyoruz, her biri de sevdiğimiz, değer verdiğimiz insanlar, ancak onların her zaman Ruhani Reis’in göstermiş olduğu yolda yürümüş olduklarını biliyoruz. Daha unutmadık. Patrik Mesrob II Hazretleri de her konuda kendi aldığı kararları Ruhani Kurul’a atfetmiyor muydu? Şimdi Ruhani Kurul’un bu son bildirisiyle yine aynı şey mi oluyor? Fakat bizim için değişen bir şey yok. Eğer seçimin ertelenmesine karşı isek, bizim için o kararın kimin aldığı önemli değil. Kim isterse alsın, bizim tasvip etmediğimiz kararı alan kişi değil, kararın kendisi. 

Ruhani Kurul bildirisinin üçüncü maddesine geçtiğimizde burada da boşuna havanda su dövüldüğünü ve tartışma konusu yaratıldığını görüyoruz. Bu bölümde Patriklik makamının boş veya dolu oluşundan söz ediliyor. Önemli bir konu, ama gerçekçi olalım ve bunun sonucu etkileyecek öneme sahip olmadığını kabul edelim. Görelim 3. maddeyi:
“3. Patriklik Makamı’nın boş kalamayacağı ve Patrik Seçimi yapılmasının gerekli olduğu iddia edilmektedir. Patrik Mesrob II Hazretleri’nin cemaat tarafından seçilmiş olduğu unutulmamalıdır. Hayatta olduğu ve istifa edemeyeceği için de Patrik ünvanını halen taşımaktadır. Bu bakımdan, Patrik Mesrob II Hazretleri’nin sağlık sorunları yaşamasına rağmen Patriklik Makamı münhal olmayıp Nizamname hükümleri uyarınca Makam’ı Cemaat adına münhal ilan edecek bir kurum da bulunmamaktadır. Bu nedenle de seçime gitmek mümkün değildir”. 

Bu kadar doğrunun yan yana gelip ortaya yanlış bir sonuç çıkarmasına hayret etmemek mümkün değil. Bildirinin yukarıdaki bölümünü üzülerek okuyor ve kendimize, neden birlik olmayı beceremediğimizi, makamın boşluğu veya doluluğu konusunda beceriksizce tartışmalara yol açıp kendi el ve ayaklarımızı bağlayarak sorunları daha da içinden çıkılmaz hale getirdiğimizi soruyoruz. 

Taht boş mu yoksa değil mi? Böyle içi boş bir tartışmaya girmek artık anlamsız değil mi? Bu kendilerine iş yaratmak isteyenlerin parmaklarına doladıkları bir konu değil mi acaba? Mutlaka makamın boş olup olmadığını sormak gerekiyorsa gerçekçi olmamız lazım. Hepimiz aslında makamın durumunun ne olduğunu çok iyi biliyoruz ve hiç kelime oyunu yapmaya gerek yok. Her şey ayna gibi açık ve net. Pratik anlamda makam artık boştur çünkü Patrik Hazretleri o tahta oturmaya muktedir değil, öte yandan manevi anlamda makam dolu çünkü Patrik Hazretleri sağ. Doğal olarak bu ikisi birbiriyle çelişkili, ancak eğer sağlıklı ve akıllı şekilde düşünecek olursak bizler bu iki çelişen görüşlerden birinden yola çıkmak zorunda değiliz, veya bu iki çelişen görüşü birbiriyle örtüştürmek için nasıl bir çıkış yolu bulabileceğimizi aramalıyız. O halde bunların elimizi bağlamasına izin vermemeliyiz. Çünkü makam ister boş olsun ister dolu, bizim şu anda Patrik görev ve otoritesini üstelenecek birine ihtiyacımız var. 

Bildirinin dördüncü bölümü üçüncü bölümün devamı gibi görünüyor. Bu bölümde bugünkü anlayışla Patriklik görevinin ömür boyu sürdüğü, artık Patrik’i gerektiğinde görevden alabilecek, onun istifasını kabul edebilecek, veya istifasını isteyebilecek bir organın mevcut olmadığı savunuluyor. Doğrudur, aynı görüşteyiz. Ancak ne kadar görüş birliğinde olursak olalım, Patrikleri görevden alabilecek bir sistem olmadığını kabul edersek edelim, ne kadar böyledir veya şöyledir dersek diyelim, bu çıkmazdan çıkmak için biz bir çözüm bulmaya mecburuz. Patrik Mesrob Hazretlerinin hasta olup tüm hafızasını kaybedeceği, hatta Patrik olduğunu dahi unutabileceğini öngörememiş örf ve geleneklere yapışıp kalarak kadere boyun eğmek akılsızlık hatta intihar etmek değil midir? Zorunluluklar kuralları değiştirir, ve değiştirmesi gerekir. Fakat kimileri sırf kendi çıkarlarını korumak için o kurallara yapışıp kalırsa o zaman bu mümkün olamaz. Bu konu üzerinde de sırası geldiğinde söyleyeceklerimiz var. Şimdilik şartların sürekli değiştiğini ve insanların veya kurumların bu değişen şartlara yeni çözümler bularak uyum sağlama becerisinden yoksun olmaları durumunda bir kenara atılacaklarını belirtmekle yetinelim.
R. H.

(3)
BU OLGUNLUĞU GÖSTEREBİLİR MİYİZ? 

Ruhani Kurul’un bildirisini incelemeye devam ediyoruz. Sırada beşinci madde var ve kanaatimize göre bu madde acele ile ve başarısız bir ifade ile kaleme alınmış, bir konudan diğerine atlıyor. 

Ruhani Kurul bu maddede Patriklik seçiminin sivil ve ruhani delegelerin oylarıyla yapıldığını hatırlatıyor. Bu hatırlatma gerekli ve yerinde bir hatırlatma çünkü Türk medyasında da Patrik’in neden sadece ruhanilerin oyuyla seçildiğini soran konunun aslından habersiz köşe yazarlarına rastladık. Böyle bir şey söz konusu değil. Sivillerin de katıldığı bir heyet Patrik’i seçer ve seçtikten sonra görevi sona erer. 

Bu düzeltmenin ardından bildiride aşağıdaki satırları okuyoruz:
“Ruhani Meclisimiz her çeşit iddiaya rağmen cemaatin seçme hakkının sonsuza dek korunması adına çaba sarf etmektedir. Patriklik Makamı’nın münhal olduğunu iddia etme cüretinde olanların bunu yaparken Cemaat adına karar vermekte olduklarını da göz önünde bulundurmaları gerekir. Ruhani Meclis, gereğinde Patrik Seçiminin teamüller uyarınca yapılabilmesi için, taşıdığı sıfata rağmen böyle bir eğilimde bulunmamıştır”. 

Bu paragrafta ve bunu izleyen satırlarda söylemek istenilenin tam olarak ne olduğunu biz çözemedik. Bu bölümün üzerinde fazla zaman harcamadan içinde Patrik Genel Vekili görevi ve devletin bu konudaki müdahalesiyle ilgili çok önemli görüşlere yer verilen altıncı ve son maddeye geçelim. Burada Patrik vekaleti müessesesinin bizim teamüllerimizde zaten var olduğu, devletin herhangi bir atama yapmadığı, sadece teamüllerimizin ve geleneklerimizin korunması yönünde bir müdahalenin söz konusu olduğu ileri sürülüyor. Yani Patrik Genel Vekili sisteminin Patriklik Makamı’nın iç yönetim düzeninde yeri olduğu belirtiliyor, ancak bu noktada çok önemli bir cümle ile karşılaşıyoruz. Okuyalım:
“‘Genel Vekil’ sistemi Patriklik Makamı’nın iç yönetim düzeninde yeri olan ve geçici “Kaymakam”lık sistemidir. Çeşitli müdahaleler sebebiyle kalıcı bir çözüm mümkün olmadığından “Patrik Genel Vekilliği” geçici bir çözüm olarak uygulanmıştır.” 

Bu cümleyi okurken tamamen yersiz ve bu şartlarda konumuzla ilgisiz olan “Kaymakam” kelimesinin neden kullanıldığını anlayamadık. Eğer Ruhani Kurul Patrik Genel Vekili görevini “Kaymakam”lık görevi ile özdeşleştiriyorsa, burada bir yanlış var. Bunlar birbirlerinden çok farklı görevler ve Ruhani Kurul’un sevgili üyeleri sakın Patrik Genel Vekilini “Kaymakam” olarak görmesinler. Hepimiz de “Kaymakam”ın görevinin en basit açıklamasıyla Patrik’in yokluğunda yeni bir Patrik seçilene kadar Patrik’in yerine bakmak olduğunu çok iyi biliriz. Sadece yerine bakmakla kalmaz, en kısa zamanda Patriklik seçiminin yapılması için ne gerekiyorsa vakit geçirmeden yapar. Ruhani Kurul’un kendisinin de sürekli bir Patrik’imiz olduğunu ve makamın bir “Kaymakam” gerektirecek anlamda boş olmadığını hatırlattıklarına göre Başepiskopos Aram kelimenin gerçek anlamıyla bir “Kaymakam” değil. Başepiskopos Aram Patrik Genel Vekilidir. Daha önce Başepiskopos Şahan’ın olduğu gibi. Maddenin devamında Patrik Genel Vekilinin teamüllere göre İstanbul’da görev yapan Ruhaniler Genel Kurulu tarafından seçildiğini, bu seçimde herhangi bir ruhaninin seçilebileceğini, diğer adayların Patrik Vekili seçilmesinin engellenmiş olduğu iddiasının asılsız olduğu belirtiliyor. Bu da doğru, ancak gerçekçi olalım ve soralım; Ruhani Kurul, aynı zamanda Patriklik seçiminin üç değerli adaylarından biri olması gibi bir sakınca da mevcut olmasına rağmen, Başepiskopos Aram’dan bir başka ruhaniyi bugünkü verilerin ışığında Genel Vekil olarak seçebilir miydi? 

Ruhani Kurul’un bildirisi Cemaatimizi huzuru sağlama yönünde çalışmaya davet ederek burada noktalanıyor.
Biz bildirinin bugün içinde bulunduğumuz çıkmazın ortaya çıkmasının başlıca nedenleri olan bir kaç önemli gelişmeye de değinmesini beklerdik. Bunlardan biri Patriklik Seçimi Müteşebbis Heyetinin oynadığı roldür. Bir diğeri ise Ruhani Kurul’un Eş Patrik seçmek üzere daha önce almış olduğu karardır. Ruhani Kurul’un bildirisinde bilinçli olarak veya unutkanlık sonucu değinmediği başka noktalar da var. Bu eksik kalan noktalar hakkında da biz görüşlerimizi açıklayacağız, çünkü bunlar cemaatimizin geleceği açısından tarihi öneme sahipler. 

Bugün üzerinde ilk duracağımız nokta Patrikhane’nin sergilediği görüntüdür. Bizim asırlık tarihi ve güçlü Patrikhanemiz ne yazık ki bugün kendi sorunları ve kaderi karşısında sanki yalnız kalmıştır. Patrik Mesrob II Hazretlerinin hastalığıyla içine sürüklendiğimiz kederli ortam, bizleri Başepiskopos Şahan ve Aram’ın etrafında toplanarak birleşmeye ve güç birliğine teşvik etmesi gerekirken, böyle bir birlik ve beraberliği sağlayamadı. Başepiskopos Aram etrafına talihsiz Patrik Mesrob II Hazretlerinin unvanına ve haklarına zarar vermeden yeni bir Patriklik seçimi yapabilmek için ne pahasına olursa olsun kendisine destek verecek bir cemaat toplayamadı veya arkasında göremedi. Bunun nedeni kendi yanlışlarından mı kaynaklandı yoksa başkalarının yanlışları mı buna neden oldu sorusu şimdilik bizim incelememizin dışında kalıyor. Ancak bugün Başepiskopos Aram’ın yalnız başına olduğu bir gerçek ve yalnız başına yapılan her şey başına buyruk yapılmış izlenimini yaratır. Başepiskopos Aram sivillerden oluşan bir danışma heyetini, gayrı resmi olsun zararı yok, acilen toplasa ve onların sözlerine kulak verse ne kadar iyi olurdu. Tam tersine kısa bir süre önce Patrikhane Mali Komisyonu’nun da istifa ederek Patrikhaneyi büsbütün tek başına veya başına buyruk bıraktığını da üzüntüyle duyduk. 

Bu satırları Başepiskopos Aram’ı tenkit etmek üzere yazmadığımızı, tersine önüne çıkan engelleri aşabilmesi için kendisine destek olmak amacıyla yazdığımızı herkesin bilmesini isteriz. Eğer sorunların çözülmesini ve istedikleri gibi bir seçimin yapılmasını istiyorlarsa Başepiskopos Aram’ın karşıtları da dahil herkesin de aynı şeyi yapması gerekiyor. Bu sorunu birbirimize dişlerimizi göstererek değil, birbirimizle el ele vererek çözebiliriz ancak. Bu olgunluğu gösterebilir miyiz? Kendi şahsi duygularımızı dizginleyebilir miyiz?
R.H.

(4)
RUHANİ KURUL NEDEN MÜTEŞEBBİS HEYETE SERT BİR TEPKİ VERMEDİ? 

Sorunun bugünkü tatsız duruma nasıl geldiğini hatırlamakta yarar var. Patrik Mesrob II Hazretlerinin hastalığının ciddi olduğu ve bundan böyle Patriklik görevini yerine getiremeyeceği belli olduktan sonra bir bekleyiş ve bocalama dönemi yaşandı, ardından nihayet Ruhani Kurul bir toplantı yaparak bir takım kararlar aldı. Bu kararlar uyarınca önce Patrik Mesrob II Hazretlerinin ölene kadar patrik olarak kalacağı, ardından Ruhani Kurul’un bir Eş Patrik seçme kararı aldığı açıklandı. Eş Patrik, makamı Patrik Mesrob II ile paylaşacak ve gerçekte Patriklik görevinin tüm yetkilerini üstlenmiş olacaktı. İstanbul Patrikliği olarak bir Eş Patriklik sistemini daha önce yaşamamış olduğumuz bir gerçekti, ancak geçmişte böyle bir durumla da karşılaşılmamıştı. Şimdi eğer Patrik Mesrob II Hazretleri talihsiz kaderini yaşarken ondan saygımızı esirgemek istemiyor ve son nefesini verene kadar onun Patriklik unvanını taşımasını istiyor idiysek, en iyi çözüm bir Eş Patrik seçmekti. 

Belki de bu çözüme giderken yapılan ilk büyük hata Ruhani Kurul’un yönetmeliğimize derhal Eş Patriklik sistemini eklemek üzere bir çalışmaya girişmemiş olmasıydı. Eş Patrik seçimine karşı çıkanlar iddialarını hep yönetmeliğimizde Eş Patriklik sisteminin olmadığı üzerine kurdular. Bu doğruydu, ancak bunun o kadar da üstesinden gelinemeyecek bir zorluk olmadığını düşünebilirdik. Eğer Müteşebbis Heyet Patrik seçmek üzere ikinci ve kendi başına buyruk bir başvuru yapmak gibi inanılmaz büyük bir hata yapmasaydı sıra yönetmeliği değiştirmeye de gelebilir ve gayet kolaylıkla da gerçekleştirilebilirdi. 

Gerçeği görmemiz gerekiyor. Bugünkü içinden çıkılması zor durumun birinci sorumlusu Patriklik Seçimi Müteşebbis Heyetidir. Ruhaniler ve siviller tarafından bir Eş Patrik seçimi düzenlemek üzere göreve çağırılan Müteşebbis Heyet, muhtemelen Heyetteki iki avukatın yöneltmesiyle, kendisine görevin bir Eş Patrik seçmek üzere verildiği gerçeğini sessizce görmezden gelerek başına buyruk bir şekilde bir Patrik seçmek için izin isteyen bir dilekçeyle Vilayete başvurdu. Bir Patrik seçmek için, bir Eş Patrik değil! 

Biz şahsen bugüne kadar hala Müteşebbis Heyette yer alan bu kadar akıllı, bu kadar değerli ve bu kadar deneyimli sevgili kişilerin nasıl olup da bu kadar alışılagelmedik bir tutum içinde olabildiklerine hayret ediyoruz. Kaç kere yazdık, yine yazmak zorundayız. Müteşebbis Heyetin saygıdeğer üyeleri, eğer Eş Patrik seçme önerisini yanlış buluyor idiyseler, baştan bu görevi kabul etmeyi reddedebilir, veya eğer sonradan bunun yanlış olduğunun farkına vardılarsa, istifa edebilir ve görevi iade edebilirlerdi. Ruhani Kurul tarafından kabul edilen kararı ve kendilerine itimat edilen görevi görmezden gelmeye hakları yoktu. Bizim şahsi düşüncemiz bu sorunun oluşmasında iki avukatın ağır sorumluğu olduğu yönündedir. Müteşebbis Heyet Ruhani Kurul’un Eş Patrik seçme yönünde almış olduğu kararı yok sayarak Vilayete başı buyruk bir başvuru yapmakla inanılmaz bir itaatsizlik ve hedeften sapma örneği sergiledi. 

Ancak anlaşılamayan bir başka nokta daha var. Ruhani Kurul neden Müteşebbis Heyet’e sert bir tepki göstermedi ve ilk aldığı kararı ısrarla savunmaya devam etmedi? Mantıken Ruhani Kurul’un Müteşebbis Heyeti azletmesi, yeni bir heyet toplayarak Eş Patrik seçimini gerçekleştirmek için çalışmaya devam etmesi gerekirdi. Eş Patrik görüşünde ısrar etseydi, her şey başka türlü gelişmez miydi? Biz, kendi aramızdan başkaları bu sürece başka bir yön vermiş olmasalardı, Devletin kesinlikle Eş Patrik seçimine itiraz etmemiş olacağına inanıyoruz. Devlet için Patrik’in Eş olması veya olmaması ne fark eder? Veya fark eder mi? Bize göre fark etmezdi. Biz Devletin Patriklik Makamında bir Ermeni Patrik’in oturması ve onun Türkiye Ermeni cemaatini temsil etmesi taraftarı olduğuna inanıyoruz. 

İkinci yanlış bu iki çelişen başvurudan sonra bir bekleyiş dönemine girmemiz oldu. Ruhani Kurul ve Müteşebbis Heyet, birbirlerinden bağımsız olarak Devletin kimin başvurusuna yeşil ışık yakacağını görmeyi beklediler. Eğer yanlış veya eksik biliyorsak, lütfen düzeltsinler, ancak her iki taraf da Devletin yasal süre bitmeden bir yanıt vereceğine emindi. Ancak yanıt gecikiyordu. Bizim tanımadığımız zeminlerde temaslar oluyor muydu, bunu bilmiyoruz. Bizim bildiğimiz yanıtın geciktiği, hatta Müteşebbis Heyet’in Devlet’e karşı dava açmak gibi cüretkar veya düşüncesiz bir karardan söz etmeye başlamış olduğuydu. 

Süre dolduğunda, Vilayetten en başta iyimser ümitlerimiz olmak üzere her şeyi altüst eden o resmi yazı geldi. Vilayet Patrik Hazretlerinin henüz hayatta olduğunu, bu yüzden Patriklik seçimi yapamayacağımızı, ancak bir Patrik Genel Vekili seçebileceğimizi söylüyordu. Bir başka deyişle İstanbul Valiliği bize Patrik Hazretleri son nefesini verene kadar Patrik’siz kalacağımızı söylüyordu.
R.H.

(5)
VİLAYETTEN GELEN YANIT EMİR MİYDİ YOKSA TAVSİYE Mİ? 

İstanbul Valiliğinden gelen ve Patriklik seçim yapamayacağımız ve sadece Bir Patrik Vekili seçebileceğimizi bildiren yazı bizi çok şaşırttı. Devlet Patrik Mesrob II Hazretlerinin haklarını mı savunuyordu acaba seçimi reddederken, yoksa Ruhani Kurul ve Müteşebbis Heyet arasındaki görüş ayrılığını bu şekilde ortadan kaldıracağını mı düşünüyordu? 

Bu ani gelişme üzerine Ruhani Kurul’un itiraz ederek Devlet yöneticilerine cemaatimizin mutlaka seçim istediğini bildirmesi gerekirdi. Vilayetten gelen yazı bir emir miydi, yoksa öneri, yol gösterme, tavsiye miydi? Bilmiyoruz. Ancak eğer öneri değil de kesin emir bile olsa, Ruhani Kurul itiraz etmeli, bu çözümün gerçekte çözüm olmadığını anlatması gerekirdi.
Böyle yapmadı. Başepiskopos Aram Ateşyan’ın 24 saat içinde Genel Ruhani Kurul’u toplayarak Patrik Genel Vekili seçimini yaptığını görünce hayretler içinde kaldık. Genel Kurul da kendisini Patrik Genel Vekili seçti. 

Sonuna kadar Başepiskopos Aram’ın neden bu kadar çabuk ve cemaatin görüşüne başvurmadan Vilayetin emrini kabul ettiğini ve Patriklik seçimini bilinmeyen bir tarihe ertelemiş olduğunu soracağız. Birçokları Vilayetten gelen emrin Başepiskopos Aram’ın işine geldiğini, o yüzden hemen yerine getirdiğini söyleyecekler. Zaten söylüyorlar. Başepiskopos Aram ise bugün bize kendisinin ilk günden beri Patrik Mesrob II Hazretleri hayatta iken normal Patrik seçmemeye yemin ettiğini söylüyor. Bunun kendisi için kutsal bir görev ve gönül borcu olduğunu söylüyor. Bir Eş Patrik seçmek o yemini bozmuyor, fakat bir Patrik seçmek o yemini bozuyor, çünkü Patrik Mesrob II Hazretlerini görevden almadan yeni Patrik seçmek mümkün değil. O halde madem ki biz kendi içimizde Eş Patrik seçimini imkansız kılmıştık, o zaman kendisi de Vilayetten gelen emre uyarak Patrik Genel Vekilliğini üstlendiğini söylüyor. 

Başepiskopos Aram’ın yeminine sadık kalmasını takdir ediyoruz. Gerçi koskoca bir cemaatin geleceği bir tek kişinin yemine göre şekillenemez, ancak Başepiskopos Aram’ın sadakatinin takdire layık olduğunu farz edelim. Fakat Başepiskopos Aram’ın Vilayetin kararına karşı gelerek ve Eş Patrik seçiminde ısrar ederek de yapmış olduğu yemine sadık kalmayı sürdürebileceğini hatırlatmak isteriz. Bunu yapmadı. Kendisinin bununla ilgili çok ciddi nedenleri olabilir, bunları bilemeyiz, ancak bize göre yanlış yaptı. Burada Vilayetten gelen emrin Başepiskopos Aram’ın işine geldiği yönündeki iddiayı da kabullenmekte zorlanıyoruz. Şöyle bir bakalım gerçekten de işine geliyor muydu acaba? O tarihte Başepiskopos Aram’ın Eş Patriklik makamının üç adayından biri ve en fazla seçilme şansı olan ruhanisi olduğunu unutmayalım. Eğer Eş Patrik seçimi için mücadele etmeyi sürdürse ve Devlet katında bu yönde başarılı olsaydı, o zaman şansı daha da artacak, çok büyük olasılıkla Patriklik makamına yerleşecekti. Patrik seçilme olasılığı varken, neden Genel Vekil sıfatıyla yetinecekti ki?
Ancak sarsıcı gerçek Başepiskopos Aram’ın Vilayetin emrine çok çabuk boyun eğdiği ve bugünkü krizin ister istemez sorumlularından biri olduğu, halbuki bu krizin başlıca sorumlusunun Müteşebbis Heyet olması gerektiğiydi. 

Devam etmeden önce Eş Patriklik önerisi üzerine yine birkaç söz edeceğiz. Biz ilk günden itibaren Eş Patriklik sistemine taraftardık, hatta bildiğimiz kadarıyla Eş Patriklik sistemini ilk kez öneren bu gazetede yazdığımız başyazı ile biz olduk. Bize hakaret edenler oldu, Eş Patrik fikrine karşı çıkarak bize iftira atanlar oldu. Fakat gelin görün ki şimdi Kudüs Patrikliğinde de yaşlı Patrik Torkom Manukyan’ın yanına bir Eş Patrik seçmek için aynı sistemi uygulamaya koymaya çalışıyorlar. Kudüs Patrikliği Ermeni Apostolik Kilisesinin dört yüksek makamından üçüncüsü olmak niteliğinde, yani protokol sırasında bizden önce gelir. Bizden daha yukarıdaki bir makamın yöneticileri Eş Patrik seçimini en uygun çözüm olarak görebiliyorlar, biz neden bunu yapamıyoruz? Kudüs şimdi Eş Patrik seçmek için yeni yönetmelik, yeni nizamname hazırlıyor. Biz de onlardan önce aynı şeyi yapamaz mıydık? Kudüs’ün Srpots Hagopyants Birliği ruhanileri böylece Patrik Torkom Manukyan’ın otoritesi ve sıfatını saymaya devam edecekler, bizler de aynı şeyi Patrik Mesrob II Hazretleri için yapamaz mıydık? Kudüs şimdi büyük olasılıkla bir Eş Patrik seçme kararını gerçekleştirecek. Biz ise bir Patrik Genel Vekili ile yetinecek miyiz? Bu beceriksizliğimiz ile gülünç duruma düşmeyecek miyiz? 

İşte bu nedenle bizim ilk sözümüz, daha sonra da son sözümüz, Başepiskopos Aram Ateşyan’dan kendisinin ve Ruhani Kurul’un kararını yeniden gözden geçirmesi ve Vekillik sıfatını inatla bir Eş Patrik seçme amacı için kullanmasını rica etmek yönünde olacak.
Fakat daha söyleyeceklerimiz var.
R.H. 

Ruhani Kurul’un Son Basın Bildirisi İle İlgili Görüşler (6) 

DEVLETLE İLİŞKİLERDE PATRİKHANENİN YANINDA VE BİRLİK HALİNDE OLMAK 

Patriklik seçimi süreci ile ilgili mütevazı son sözümüzü söylemeden önce cemaatin Başepiskopos Aram Ateşyan’a bir gönül borcu olduğunu hatırlatmakta yarar görüyoruz. Son yıllarda Başepiskopos Aram Patrik Hazretlerinin sağ kolu olarak çok çalıştı, Patrikhane’nin müzesini düzenledi, oraya buraya dağılmış kiliseye ait çok değerli bir çok eşyanın yok olmasını engelledi, ve tüm bunların ardından Patrik Hazretlerinin hastalığı ortaya çıkıp da görevini yapamaz hale gelince doğan boşluğu doldurma ve işyeri yürütme görevini üstlendi. Başepiskopos Aram bugün de ağır bir çalışmanın yükü altında. Biz bunları görmezden gelemeyiz, Başepiskopos Aram’a nankörlük yapamayız. 

Ancak Başepiskopos Aram’ın da, sırtına çok zor bir dönemin sorumluluğu yüklenmiş biri olarak, zor da olsa düzeltmesi gereken bir zayıf noktası var. Bu zayıf nokta kendisi hakkında bazen haklı eleştiriler, çoğu zaman da çok haksız suçlamalar yapıldığında yaralanma ve sinirlenmeye olan meylidir. Başepiskopos Aram, tüm bilge liderler gibi, davranışlarını başkalarının kendisi hakkında yazdıkları veya söylediklerine göre değil, kendi aklı ve vicdanı doğrultusunda, doğru bildiği yoldan giderek ve etrafına güvenilir ve deneyimli danışmanlar ve çalışma arkadaşları toplayarak düzenlemelidir. Liderlerin bazen bizim bilmediğimiz verilere de sahip olduklarını burada unutmamamız gerekiyor. 

Başepiskopos Aram’ın hiç de imrenilecek bir durumda olmadığını da kabul edelim. Kendisinin hala Patriklik seçiminin üç resmi adayından biri sıfatını taşıdığını ve etkin ve iş başında bir Patrik eksikliği sorunu ile bu sıfatın rahatsız edici baskısı altında mücadele etmek zorunda olduğunu unutmayalım. Kendisi için diğer iki aday gibi bugünkü sürecin dışında kalıp Patriklik seçimi sorununun gelişmelerini ve çözümünü beklemek çok daha hayırlı olurdu. İktidarda olanın her gün biraz daha yıpranması ve muhalefette olanın her gün biraz daha güçlenmesi değişmeyen bir kuraldır. Bu kural siyasal ve sosyal yaşamda hiç değişmez. Vekil olarak çalışmayı kabul etmek, bir vekil olarak sürekli saldırılara ve eleştirilere uğrayacağı, ister istemez bazılarının sevgi ve desteğini kaybedeceği için ve ileride Patrik seçilme şansını kaybedeceği için, Başepiskopos Aram’ın çıkarlarına aykırıdır. Başepiskopos Aram “zararı yok, ben bir iki yıl Genel Patrik Vekili olayım, ondan sonra ne isterse olsun, isterlerse beni Patrik seçmesinler” şeklinde yüzeysel düşünecek kadar ileriyi görme yeteneğinden yoksun mudur yani? Hayır, değildir. O halde, başkaları bizle aynı görüşte olsun veya olmasın, onun bugünkü süreçte ve bu sorunun çözümünde başlıca rolü üstlenerek kendisini feda ettiğini kabul etmek gerekiyor. 

Ancak karşı tarafın, bırakın değerlendirebilir olduğunu düşünmeyi, aksine kesinlikle kınadığımız, tutumunu da unutmamak lazım. Bir takım Ermenice veya Türkçe gazetelerde Patriklik seçimi lehine ve Başepiskopos Aram aleyhine kışkırtıcı yayınlar yapılıyor. Fikir özgürlüğü çerçevesinde görüş açıklayan ve önerilerde bulunan cemaatimizde isim sahibi, geçmişte cemaate hizmet etmiş bir kaç kişi de bu yayınlara söylemleriyle katılıyorlar. Söylemlerinin yıkıcı kışkırtmalara ve propagandalara alet edilmesine izin vermedikleri sürece bizim bunlara itirazımız yok. Ancak bu kişilerin yanında bugüne kadar cemaat için işe yarar hiç bir iş görmemiş veya varlık göstermemiş, belki kilisenin yolunu dahi bilmeyen, aralarından bazıları Ermenice bilmediği için örf ve geleneklerimizin tadını ve anlamını tam kavrayamamış, bu yüzden de bir çok hayati soruna yeterince vakıf olmayan başka yazarlar veya kendi kendine durumdan “vazife” çıkarmış olanlar da var ve bunlar Ermeni çevrelerinde kalem oynatarak bir yandan yanlış anlaşılmalara yol açma pahasına sorunları bizim dışımıza taşıyorlar, bir yandan da güya o kadar taraftarı oldukları çözümü ne kadar zorlaştırdıklarını da fark etmiyorlar. Bunların bu duruşlarının bu cemaatin bilinçli ve yapıcı duruş sergileyen veya sorunların çözümü için görev üstlenen deneyimli ve örf ve geleneklerine sadık üyeleri için ne kadar nahoş göründüğü hakkında hiç fikirleri yok mu acaba? 

Başepiskopos Aram bu türden yayınların hedefi haline gelenlerden biri ve onun ister istemez bu olumsuz yayınların etkisinde kaldığını düşünmek mümkün.
Birbirimizle ne kadar görüş ayrılığı içinde olursak olalım bu bölünmüşlüğe son vermemiz gerektiğini söylersek kaç kişiye sözümüz ulaşır, kaç kişiye kardeşlik ve beraberlik çağrısı yapmış oluruz bilmiyoruz. Köprüden güven içinde “birlikte” geçmenin tek yolu, ne kadar da karşıt görüşte olursak olalım, birbirimize el uzatarak ilerlemektir, birbirimizi öteye iteleyerek değil. Olanaksızın peşinde koştuğumuzu zannedenler olacaktır belki, ancak daha önce de söyledik, şimdi de tekrarlayacağız. Hemen hemen hepimiz bir Patriklik seçiminin yapılmasını istiyoruz. Hemen hemen hepimiz hasta Patrik Hazretlerinin sıfatının ve manevi otoritesinin korunmasını istiyoruz. Hemen hemen hepimiz (gerçi bazılarının kesinlikle bilgisi yok) bugün kullanılamayan ancak hala üzerimizde manevi baskısı olan ve mümkün olduğu sürece sadık kalmamız gereken bir nizamnamemiz olduğunu biliyoruz. Hepimiz ruhanilik müessesesinin İstanbul’da diğer üç ana Ruhani Merkezimizde olduğu kadar güçlü olmadığını biliyoruz, ve nihayet hepimiz bu sorunların çözümleri için devlet talimatlarına veya telkinlerine muhatap olduğumuzu, bu nedenle sorunumuzu doğru olarak ve birlik içinde, tek bir ağızdan devlete götürmenin, aramızda ayrılık olduğunu ve farklı şeyler istediğimiz izlenimini yaratmamanın şart olduğunu, bunun hayati önemi olduğunu, hepimizin omuzlarına tarihi bir sorumluluk yükleyen bir şart olduğunu biliyoruz. Gerisi ayrıntıdır. Kime söylüyoruz, kim bizim dilimizden anlar bilmiyoruz, fakat söyleyeceğiz. Sevgili dostlar, gelin bu sorunu birbirimizle kavga etmeden, Patrikhaneyi temsil edenlerle kavga etmeden, Başepiskopos Aram’ın işini zorlaştırmadan çözelim. Birbirimizden farklı düşünüyor olabiliriz, Patriklik seçimi için adaylığını koyan üç ruhaniden birini veya ötekini destekliyor olabiliriz, cemaat içinde bazı önemli kişiler kendi aralarındaki sorunları Patriklik seçimi sürecine yansıtıyor olabilirler, daha bir çok başka etkenler olabilir, fakat gelin belirli bir süre için tüm bunları bir parantez içine alalım, devlet ile bu sorunu çözmek için Patrikhanenin yanında yerimizi almanın hepimizin çıkarına olduğuna ikna olalım. Bu şekilde ifade etmekte sakınca yoksa, “kavgayı erteleyelim” diyelim. 

Üzerinde konuşmaktan anlaşılabilir insani nedenlerden dolayı kaçındığımız çok önemli bir nokta daha var. Patrik Hazretlerinin sağlık durumunun ne yönde geliştiği konusu. Hepimiz Patrik Mesrob II Hazretlerinin hastalığı nedeniyle ortaya çıkan bu sorun için meydana döküldük ancak aramızdan çok azı doktorların hastalığın gidişatı hakkında ve kaçınılmaz son hakkındaki görüşleriyle ilgili gerçek bilgi sahibi. Kolay değil ancak burada romantizmin cemaatimizin çıkarları yanında ikinci planda kaldığını çekinmeden söylemek lazım. Doktorların görüşü nedir? Eğer Patrik Hazretlerinin uzun yıllar yaşayacağı görüşündeyseler o zaman sorun farklı olacak, aksine eğer doktorlar durumun kısa bir süre sonra kaçınılmaz sonla noktalanacağı görüşündeyseler o zaman sorun doğal olarak farklı olacak. Bilgilendirilelim ve hiç bir şey görmeden başkalarına yol gösteren körlere dönüşmeyelim.
R.H.

Ruhani Kurul’un Son Basın Bildirisi İle İlgili Görüşler (7)

HAYIRSEVERLERİMİZE BİR ÇAĞRI 

Patriklik seçimleri sorunu ile ilgili yaptığımız bu yazı dizisini görünüşte bu sorunla ilgisi olmayan, fakat aslında çok yakından ilgili bir başka sorun üzerinde durarak sonlandırmak istiyoruz. Bu sorun cemaatimizin tanınmış hayırseverleri arasındaki düşmanlıktan demeyelim ama anlaşmazlıktan, sürtüşmeden kaynaklanıyor. Hepimizin bu kadar yakından tanıdığı, bu kadar sevdiği bir kaç değerli hayırseverimiz arasında bugün böyle bir rekabetin, çekememezliğin yaşandığı bir gerçek. Onlar kısa bir süre öncesine kadar örnek bir birliktelik içinde, el ele vererek, diğer cemaatlere de Ermeni cemaatinin nasıl birlik ve dirlik içinde cemaat kuruluşlarına sahip çıktığını öğretecek şekilde davranıyorlardı. Şimdi ise ne yazık ki aralarına bir mesafe girdi ve kimilerinin gayet iyi bildiği, kimilerinin ise fikri dahi olmadığı gibi bu mesafenin Patriklik seçimi üzerinde çok hayati bir etkisi oldu. 

Ayrıntılara girmek istemiyoruz, kısaca özetleyeceğiz. Patrik Mesrob II Hazretleri’nin önerisiyle Tüm Ermeniler Katolikosu Karekin II Hazretleri’nin İstanbul ziyareti günlerinde cemaatimizin üç hayırseverine nişanlar takmasıyla cemaatimizin o muhteşem yapısının temeline sanki onu içinden kemiren bir kurtçuk giriverdi. Kuşkusuz cemaatimizin içinde bu üç kişi dışında aynı onlar gibi ödüllendirilmeyi ve nişan ile taltif edilmeyi hak eden tanınmış başka büyük hayırseverler de vardı, ancak kabul etmemiz gerekir ki ödül kütlesel düzeyde dağıtılamaz, dağıtılmaması gerekir, çünkü ödül çok sayıda insana dağıtılırsa öneminden ve ağırlığından çok şey kaybeder. O gün üç hayırsever haklı ve adil bir seçimle ödüllendirildiği sırada, biz hepimiz sıranın kısa süre içinde diğerlerine de geleceğini biliyorduk. Ancak anlaşılan birkaç düşüncesiz kişi hayırseverlerimiz arasına nifak sokup tartışmalar çıkartarak yavaş yavaş aralarında bir soğukluğun gelişmesine neden oldular. Sonunda çok sayıda hayırseverlere sahip olma ayrıcalığı ve şansı bir avantaj olmaktan çıkıp bir dezavantaja dönüştü, aleyhimize işlemeye başladı, cemaatimizin içinde bir bölünmenin oluştuğunu görmeye başladık. Patrik Mesrob II Hazretleri de, bariz bir şekilde ortaya çıkan ve kurumlarımıza zarar vermeye başlayan bu tatsız ortamı yok etmek için, o sıralarda bizim henüz farkında olmadığımız hastalığının da etkisi altında, gerekli zamanı bulamadı. 

Aynı bölünmenin bugün de Patriklik seçimi sorunu üzerinde olumsuz anlamda etkili olduğuna bizim hiç kuşkumuz yok. Sorunun sadece Patriklik seçiminin üç adayı arasındaki anlaşmazlık değil, herkesin yardımına koşan hayırseverlerimiz arasında ortaya çıkan daha hayati bir öneme sahip rekabetten kaynaklandığını görmek bizim için zor değil. Bu rekabet başkalarının yaktığı ateşi de körüklüyor, yangını daha da büyütüyor. 

Yazı dizimizi sonlandırmadan önce isimlerini de vermekten çekinmeden asil ve cemaatini seven hayırseverlerimize bir çağrı yapmayı bir görev sayıyoruz. Onlar bu son on yıllar boyunca cemaatimizi gururlandırdılar, kurumlarımızı yaşattılar, cemaatimize servetlerinden büyük paylar ayırdılar, Hastanemizde kendi isimleriyle bölümler açtılar, Patrikhanemizin asırlık binasını yenilediler, kiliselerimizi onardılar, kültür kurumlarımızın sponsorları oldular, yapılarımızı yeni binalar ve donatılar ile zenginleştirdiler, adlarını cemaatimizin son yıllardaki yaşamına silinmez harfler ile yazdılar. Biz onlara minnettarız, ancak onlara sormak istediğimiz bir soru var. Bu emeklerinin meyvesinin sarsılmasına ve yıkılmasına razı mıdırlar? Soralım. Böyle bir yıkıma razı mısınız sevgili Bedros Şirinoğlu, Dikran Gülmezgil, Hayk Aslanyan, Apik Hayrabedyan, Cezo Taş, Aret ve Monik Eraganyan, Arman ve İrma Polat, Selma ve Berc İskenderöz, Bozacıyan ailesi, Kevork Santalu ve daha kimler kimler, Melkon Karaköse, Efrim Bağ, Dikran Altun, Garabed Paylan, Nişan Kara, Baron Nalband ve başkaları… 

Sevgili dostlar, gerçekten sizin teberrularınız ve çalışmanızla inşa edilen bu binanın yavaş yavaş yıkılmasına izin verebilir misiniz? Buraya kadar geldiğinize göre, bundan sonra da omuz silkip sırt çeviremeyeceğinizi biz çok iyi biliyoruz. Gelin kişisel sorunlardan kaynaklanan duyarlılığınızı unutun ve cemaat sorununun çözümü için el ele verin. Biz sizin el ele verdiğinizde nasıl bir güç oluşturduğunuzu gördük, şimdi de bizi bu çıkmazdan çıkarmak için el ele verip aynı gücü ortaya koymanız gerekiyor. Göğsünüzde bir nişan ister olsun, ister olmasın, cemaat sizinle ve sizi seviyor. Her zaman en büyük nişanın, en büyük ödülün cemaatin sevgi ve minnet duygusu olduğunu söyledik, sizler için de en önemli nişan budur ve siz bunu çoktan göğsünüze yerleştirdiniz. Cemaatin size verdiği bu nişanı göğsünüzde gururla taşıyın ve bu yeni krizi çözmek için harekete geçin. Yenilemiş olduğunuz ve bir saraya dönüştürdüğünüz o tarihi binanın, Patrikhanemizin etrafında yeniden toplanın, ve binayı tekrar cemaatini seven insan ruhuyla doldurun, çünkü orada yaşayanların sizlerin kayıtsız şartsız desteğine ve anlayışınıza ihtiyacı var. Bu birlik ve beraberliği oluşturmayı başarabilirseniz, emin olun, her birinizin alacağı nişanın yanında kiliselerimizin yöneticileri tarafından verilen yüzlerce nişan dahi gölgede kalacak. 

ROBER HADDECİYAN

Yorumlar kapatıldı.