İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

IISS: TÜRK-ERMENİ YAKINLAŞMASINDA SUYA DÜŞEN UMUTLAR

IISS: TÜRK-ERMENİ YAKINLAŞMASINDA SUYA DÜŞEN UMUTLAR

25.11.2010 14:00
——————————————————————————–
ANKARA, 24/11(BYE)— Merkezi Londra’da bulunan düşünce kuruluşu Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsünün (IISS) internet sayfasında, Kasım 2010 tarihiyle ve yukarıdaki başlık altında yer alan metnin çevirisi şöyledir:

–Ankara Uzlaşma Jesti Olarak 95 Yıl Sonra Akdamar Ermeni Kilisesi’nde Ayin Yapılmasına İzin Verdi–

İkili ilişkilerin normalleştirilmesi amacıyla Türkiye ve Ermenistan arasında protokoller imzalanmasının üstünden bir yılı aşkın bir süre geçti, anlaşmalar hâlâ onaylanmadı ve iki ülke arasındaki sınır halen kapalı. ABD, Rusya ve AB’nin çabalarına rağmen protokollerin onaylanmasına ilişkin kısa vadeli beklentiler gerçekleşmedi. Protokollerin onaylanmasının önündeki önemli engeller arasında, Türkiye’nin Azerbaycan’a, Ermenistan Dağlık-Karabağ’ı çevreleyen alanlardaki kontrolünü bırakana kadar sınırı yeniden açmama sözü vermesi ve Ermenilerin 1915 yılında Osmanlı güçleri tarafından katledilmesinin “soykırım” olarak kabul edilmesi yönünde yürütülen kampanya bulunuyor. Herhangi bir diplomatik yakınlaşmanın başarısı, sınırın her iki yakasındaki kamuoyunda da değişimi gerektirecektir.

–Anlaşmazlığın Kökenleri—

Normalleşme sürecine dahil olanlar açısından ve özellikle de Türkiye için en büyük hata, Azerbaycan’ın önemini yeterince değerlendirememiş olmalarıdır. Azerbaycan, Ekim 2009 tarihinde imzalanan protokollere giden süreçte yer almadı. Dışlanan Azerbaycan, Türkiye’nin içinden Türkiye-Ermenistan normalleşme sürecine muhalefet kampanyası başlatmak için, Ermenistan’ın topraklarının büyük kısmının işgalinden duyduğu sıkıntı kadar Türkiye ile tarihi ve kültürel bağlarını da kullandı. Bu durum, Türk kamuoyunun, Dağlık Karabağ konusunda bir gelişme yaşanmaması halinde protokollerin onaylanmasına gösterdiği muhalefete güç kazandırdı.

Ermenistan, normalleşmeden en fazla kazanç sağlayan taraf olarak ortaya çıkabilir, zira 1993 yılında Türkiye ile sınırının kapanması, ülkenin ekonomik gelişimini engellemişti. Ne var ki bu girişim dünya genelinde Ermenilerden destek görmüyor. Bu durumda, Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın protokolleri onaylama kararı bir kumar. Daha çok diaspora ve yurt dışındaki Ermenilerle birlik olarak hareket eden Miras Partisi ve milliyetçi Daşnaklar gibi iç siyasi güçler tarafından açık bir şekilde ifade edilen Ermenilerin çekinceleri, normalleşme sürecinin 1915 katliamının “soykırım” olarak tanınmasına yönelik uluslararası kampanyayı zedeleyeceği düşüncesine dayanıyor. Sarkisyan, katliam konusunda bir alt komite kurulmasını kabul etmesinin ardından zaten baskı altındaydı. Bu karar, diaspora ve diasporaya bağlı taraflarca Türkiye’ye verilmiş bir taviz ve ortaya koyulan gerçekleri çarpıtmanın bir aracı olarak kabul edildi. Böylece Sarkisyan’a, Dağlık Karabağ konusunda uzlaşma sağlamada kullanacağı siyasi bir sermaye pek kalmadı.

Sınırın, Dağlık Karabağ çatışmasına ve Ermenistan’ın Azerbaycan’ın topraklarını işgaline cevaben ilk olarak Türkiye tarafından kapatılmasına rağmen protokollerde açık bir şekilde Dağlık Karabağ konusunda atıfta bulunulmamış olması Ermenistan için diplomatik bir zafer olarak görülebilir. Ermenistan’ın Dağlık Karabağ meselesine çözüm getirmeyi reddetmesi, protokollerin başarısızlığa uğramasına katkıda bulundu. Bu durum, dokümanlarda birbirleriyle ilişkilendirilsin ya da ilişkilendirilmesin, Dağlık Karabağ ve normalleşme sürecinin siyasi olarak iç içe olduğunu açıkça ortaya koydu.

Türkiye’de normalleşme süreci hassas bir siyasi mesele haline geldi. Konu, Eylül 2008 tarihinde iki ülke arasındaki Dünya Kupası maçı için ilk defa Ermenistan’a giden ve herhangi bir koşul olmaksızın normalleşmeden yana olan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile en başından beri daha sert bir tutum benimseyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan arasındaki gerginliği gözler önüne serdi. Erdoğan ön koşul olarak Ermenistan’dan Dağlık Karabağ konusunda taviz vermesini talep etti ve böylece bu konuyu, Türkiye’deki ve AK Parti içindeki destek temellerini sağlamlaştırmak için kullandı. Erdoğan 2009 yazında Bakü’yü ziyaret etti ve Azerbaycan Parlamentosunda duygusal bir konuşma yaptı ve bu konuşmasında Dağlık Karabağ konusunda taviz vermedikçe ve diğer işgal altındaki topraklardan çekilmedikçe Ermenistan ile sınırı açmama sözü verdi.

Rusya’nın normalleşme süreci konusundaki tutumu açık değil. Günümüzde Ermenistan-Türkiye ticaretinin çoğunun Gürcistan topraklarından geçtiği göz önüne alındığında Moskova, başlangıçta sınırın açılmasını, halihazırda Rusya’nın ekonomik yaptırımlarına tabi olan Gürcistan’ı daha fazla izole etmenin ve ekonomisini zayıflatmanın bir yolu olarak destekledi. Ancak protokollerin imzalanması yaklaştıkça Moskova, Güney Kafkasya’da başlıca ara bulucu ve kudret simsarı olarak yerini kaybetmekten korkmaya başladı. Bu rolü, aktif bir şekilde normalleşmeyi destekleyen ABD’ye devretmeye istekli değildi. Ayrıca Osmanlı dönemindeki rekabeti hatırlatan, Türkiye’nin bölgede artan etkinliği nedeniyle alarma geçmişti. Bu nedenle Moskova için protokollerin imzalanması ama onaylanmaması daha tercih edilir bir durumdu. Geçen yıl Moskova, askeri ilişkilerini genişleterek hem Ermenistan hem de Azerbaycan üzerindeki nüfuzunu güçlendirme fırsatından yararlandı. Bu arada, ne ABD ne de AB, Ermenistan ve Azerbaycan’a Dağlık Karabağ konusunda ilerleme sağlamaları yönünde kayda değer ödüller önerdi. Ve şimdi Türkiye’nin katılım çabalarının da durmasıyla AB’nin konuyla ilgili Ankara’yı etkileme gücü de azaldı.

–Normalleşmenin Durmasının Sonuçları–

Başarılı bir Türkiye-Ermenistan yakınlaşması Dağlık Karabağ’daki durumu iyileştirme ve bölünmüş Güney Kafkasya’da işbirliğini destekleme potansiyeline sahipti. Başarısızlığı ise tehlikeli bir geri tepmeyle sonuçlandı.

En önemlisi, petrol zenginliği nedeniyle daha iddialı halde olan Azerbaycan görüşmelerden dışlanmışken ve Ermenistan ödün vermeye pek de yanaşmazken Dağlık Karabağ ihtilafının tırmanması tehlikesi bulunuyor. 175 kilometrelik temas hattında ateşkes ihlallerinin sayısında önemli bir artış var. Artan uluslararası kaygıya ve AGİT Minsk Grubunun üç eş başkanı -Rusya, Fransa ve ABD- arasındaki işbirliğinin iyileşmesine rağmen müzakerelerde çok az ilerleme kaydedildi ve Bakü kısa süre içinde somut sonuçlar elde edilmezse askeri bir çözüme gideceğini söyleyerek söyleminin hararetini artırdı.

Protokollerin onaylanmasının gecikmesi aynı zamanda, Türkiye’nin yeni “sıfır sorun” dış politikasının uygulanabilirliğine ve bölgesel ve küresel bir rol arzusuna gölge düşürdü. Emellerine rağmen Ankara henüz böylesine karmaşık, siyaseten hassas ilişkiler ağını başarılı bir şekilde idare etme kapasitesine sahip olduğunu kanıtlamış değil.

Normalleşme sürecinin şu ana kadarki başarısızlığının yanı sıra Azerbaycan ile ateşkes hattında gerilimlerin tırmanması Ermenistan’ı Rusya’nın güvenlik garantilerine bağımlı kalmak zorunda bıraktı. Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev’in Ağustos 2010’daki Erivan ziyareti sırasında Ermenistan, Moskova’dan herhangi bir tazminat almaksızın Rusya’nın Gümrü askeri üssü sözleşmesini 2044’e kadar uzatmayı kabul etti.

Normalleşme süreciyle beraber bölgesel kalkınma da durdu. Kapalı sınırlar ve bölünmeler ülkelerin küresel mali krizin sonuçlarının üstesinden gelmelerini ve ekonomilerini yeniden inşa etmelerini zorlaştırıyor.

–Değişimin Arkasındaki İtici Güçler–

Normalleşme sürecinin başarılı bir şekilde tamamlanmasına dair kısa vadeli ihtimaller düşük olsa da önümüzdeki iki ila üç yılda tamamlanma ihtimali daha parlak olabilir.

Sürecin lehine işleyen en önemli faktör, hükümet düzeyindeki çıkmaza rağmen protokollerin, Türk kamuoyunda, ülkelerinin Ermenilerle tarihi ilişkilerine dair yeni bir ilgi düzeyi başlatmış olması. “S” kelimesinin telaffuzunun bile hapis cezasını veya hatta ölümü -2007’de Ermeni kökenli Türk gazeteci Hrant Dink’in suikasta uğramasında olduğu gibi- garantilediği sadece birkaç yıl öncesinin aksine, bugün tarihi miraslara dair tartışmalar çok daha açık ve makamlar tarafından artık bastırılmıyor. Nisan 2010’da yüzlerce Türk’ün ilk kez, Ermeni katliamının yıldönümünü anmak üzere İstanbul ve Ankara’da toplanmasına izin verildi. Bu yeni açıklık düzeyinin bir yansıması olarak şimdi Türkiye’nin Ermeni toplumunun akıbetine ve uzlaşma gerekliliğine ilişkin daha fazla medya tartışması var. Öte yandan, Ermenistan ile Türkiye arasındaki doğrudan uçuşların sayısı da arttı. Eylül ayında, yüzlerce Ermeni turistin 95 yıldır ilk kez Akdamar Ermeni Kilisesi’nde düzenlenen ayine katılmasına izin verildi. Uzun vadede, bu türden bir halk uzlaşması, daha sürdürülebilir bir siyasi uzlaşmanın temelini oluşturabilir.

Bir başka önemli unsur ise normalleşme sürecine çok sert şekilde karşı çıkan Azerbaycan’ın -Bakü’nün fazla ileri gidip şimdi bu süreci engellemiş olmaktan ötürü daha kötü bir duruma düştüğü yönündeki iddialar sürerken-, tutumunu gözden geçirdiğine dair artan kanıtlar bulunması. Azerbaycan, Dağlık Karabağ ihtilafını tırmandırmaması konusunda Türkiye’nin baskısı altında bulunmasına ve 2000 yılından bu yana savunma bütçesini artırıyor olmasına karşın, Bakü’nün Dağlık Karabağ ve işgal edilmiş bölgeleri güç yoluyla geri alabileceğine inanan pek az kişi var.

2008 yılında Gürcistan-Güney Osetya ihtilafının tırmanışına tanıklık eden büyük güçler, çok daha yıkıcı sonuçlar doğurabilecek ve ayrıca Rusya, Türkiye ve bölgenin diğer aktörlerini içine çekebilecek Dağlık Karabağ konusunda bir çatışmayı engellemeye çalışıyorlar. Minsk Grubu eş başkanları hem Bakü’ye hem de Erivan’a bu yönde mesajlar verirken, Medvedev de yoğun temaslarda bulunmak üzere iki ülke liderleriyle son altı ay içinde üç kez bir araya geldi. Bu görüşmelerde, sadece AGİT’ten birkaç gözlemci tarafından aralıklı olarak izlenen ve herhangi bir dış güç tarafından korunmayan ateşkes hattında öldürülenlerin cesetlerinin karşı tarafa iade edilmesi konusunda bir anlaşma dışında pek bir ilerleme kaydedilemedi.

AGİT on yıl aradan sonra aralık ayında Kazakistan’ın Astana şehrinde ilk toplantısını yapacak ve bu toplantının Dağlık Karabağ meselesinde bir ilerleme sağlaması umuluyor. Azerbaycan Dışişleri Bakanı Elmar Memmadyarov, toplantıda, sorunun çözümü için bir “yol haritası” benimsenmesini umduğunu söyledi. Ancak Ermeniler buna şüpheyle yaklaşıyor ve bu aşamada uzlaşmak konusunda pek istekli değiller. Bu toplantıda sembolik de olsa bir ilerleme kaydedilebilirse bu, Türk-Ermeni ilişkilerinin normalleşme sürecine de katkıda bulunabilir. Ancak bir sonuç elde edilememesi halinde bu durumda AGİT’in güvenilirliği sınanmış olacak ve ayrıca Dağlık Karabağ ihtilafı tırmanmaya devam edecek ve hatta belki de tehlikeli yeni bir seviyeye ulaşacak.

Şayet Dağlık Karabağ meselesini çevreleyen dinamiklerde bir ilerleme kaydedilebilirse o halde Türkiye’nin iç politikası bir uzlaşma için yola koyulabilir. Erdoğan’ın Eylül 2010’daki anayasal reformlar konusundaki referandumda elde ettiği zafer, seçmen kitlesini güçlendirdi ve bu da iç siyasi mücadelelerinde Dağlık Karabağ ya da Ermenistan konusunda popülist bir üslup kullanmasına gerek kalmadığı anlamına geliyor. 2012’de yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimleri -ki Erdoğan’ın büyük olasılıkla aday olması bekleniyor- protokollerin onaylanması bağlamında Erdoğan’ın hareket alanını kısıtlayacak gibi görünüyor. Dahası, Türkiye’nin iç ve dış siyasi gündeminin yoğunluğu karşısında bir kez gündemden çıktıktan sonra normalleşme sürecini yeniden öncelikler listesinin başına geçirmek kolay olacağa benzemiyor. Ancak öte yandan Türkler meseleyi sonsuza dek görmezden de gelemez.

Şayet Ermenilerin kitlesel olarak öldürülmesinin 100. yıldönümüne denk gelen 2015 yılına dek Türk-Ermeni ilişkileri normalleşme sürecinde bir ilerleme kaydedilemezse Türkiye pek çok ülkenin daha -ve belki de ABD’nin de- ölümleri “soykırım” olarak kabul etmesiyle uluslararası olarak aşağılanma riskiyle karşı karşıya kalabilir. Mart 2010’da Beyaz Saray’ın son dakikada oylamayı iptal etme çabalarına rağmen, ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonunda -soykırım kelimesinin kullanımı yönünde- bağlayıcılığı olmayan bir karar da kabul edildi. Ayrıca İsrail-Türkiye ilişkilerinde son dönemde yaşanan bozulma göz önüne alındığında, Washington’ın ölümleri soykırım olarak tanımasına engel olan ABD’deki İsrail yanlısı güçlü lobi bir tutum değişikliğine gidebileceğinin sinyalini veriyor. Ancak yine de diplomatik yakınlaşma konusunda bir miktar ilerleme kaydedilebilirse 100. yıldönümü hem Türkiye hem de Ermenistan için en sonunda, tarihlerinde ve dış politikalarındaki en zorlu meseleleri çözme konusunda bir imkân sağlayabilir.

Yorumlar kapatıldı.