İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ahtamar, Hıristiyanlık ve sekülerizm Rasim Ozan Kütahyalı

ÖZGÜRLÜĞÜN ÇARPINTISI 22.09.2010
Rasim Ozan Kütahyalı
Ahtamar, Hıristiyanlık ve sekülerizm

Van Denizi’nin Ahtamar adasında, Ahtamar Kilisesi’ndeki ayinde ben de vardım… Böyle tarihî bir âna tanıklık etmek hem dünyevi hem de ruhani açıdan beni çok etkiledi. Ahtamar Kilisesi geçirdiği onca badireye rağmen hâlâ mimari bir büyüleyiciliğe sahip. Tek ve mutlak olanın inananlar eliyle yansıtıldığı her hakiki dinî/manevi mimarlık eseri gibi Ahtamar da büyüleyici…

Hangi dinî gelenekten gelirseniz gelin sadece varlığıyla sizi manevi bir dünya içine sokan yerler vardır… Bir Hıristiyan için de koca Mimar Sinan’ın Selimiye’si etkileyicidir. Yahut bir Müslüman için de Chartres Katedrali… Ne olursanız olun, isterseniz müfrit bir ateist olun, kutsal/uhrevi olan her şeyle dalga geçen biri de olsanız Japon Budizm’inin Kyoto’daki Altın Tapınağı’nda, Tunus’taki Keyravan Camii’nde ya da Kudüs’teki Kubbet-üs Sahra’da ya da Ahtamar Kilisesi’nde haliniz başka olur. O kutsal mekânların ortamından etkilenirsiniz… Oraları içinizdeki bambaşka hisleri ortaya çıkartır…

Öte yandan Ahtamar’da çok paradoksal bir ayin yapıldı… Bir tarafta 95 yıldır yüce kutsal mekânlarından uzakta tutulmuş, en temel hakları ellerinden alınmış inançlı Hıristiyan Ermeniler vardı… Düşmanlarını da sev, sana lanet okuyanlara hayır duası et, senden nefret edenlere de iyilik yap ve seni suiistimal edenler, sana zulmedenler için de dua et buyruklarına bağlı olarak yaşamak isteyen, 95 yıllık özlemlerine, ibadethanelerine kavuşmuş, o şevkle gözleri yaşlı biçimde bu günü yaşamak isteyen Hıristiyan kardeşlerimiz… Bu kutsal hislerin yaşandığı kilise ortamında arkada da dünyevi bir kavga ortamı vardı. Haberci arkadaşlarımız amirlerinden azar işitmemek, üç kuruş ekmek paralarından olmamak için en “flaş” görüntüyü elde etmek, en “başarılı” işi çıkarmak için birbirleriyle yarışıyorlardı… O sırada biz, Türkiyeli Hıristiyanların oluşturduğu koro tarafından icra edilen, doğrudan kalbe hitap eden ilahileri dinliyorduk. Koroyu dinlerken aklıma Ahmet Altan’ın “Ezan” yazısı geldi, bir de yıllar önce kadife bir sesten dinlediğim yine beni kalbimden vuran “Uyan ey gözlerim gafletten uyan” diye başlayan ilahi. Tam o anda arkadan bir gürültü daha koptu, bütün bunlar aklımdan uçtu… Sonuç-merkezli, başarıyı kutsayan modernizmin/ sekülerizmin egemenliğindeki bir dünyada inanç ve maneviyat ancak bu kadar yaşanabiliyordu…

Ayine bizim gibi Hıristiyan-olmayan başkaları da katılıyordu. Teorik olarak Hıristiyan bir kökenden geliyorlardı ama burada bulunmaları tamamıyla seküler kaygılarlaydı. Hıristiyanlığın değerleriyle bir ilgileri kalmamıştı, hele ki çok daha deruni bir gelenek olan Doğu Hıristiyanlığı geleneği, Şintoizm kadar bu “Batılılar”a yabancıydı. Öyle ki bir ülkeden “gözlemci” olarak gelmiş üç kişi bacak bacak üstüne atmış, beyzbol maçı seyreder gibi ayini seyrediyordu. Utanmasalar popcorn da isteyeceklerdi garson sandıkları bir rahipten… Yanımda oturan Ermeni kardeşim çok rahatsız oldu, ama yine de ses etmek istemedi… Bense bu toprakları beraber paylaştığımız, bu topraklarının kültür ve medeniyetini beraber oluşturduğumuz Ermeni kardeşlerimize “hami” olarak geldiğini düşünen bu “yabancı”lara karşı utandım… Biz, hepimiz bu toprakların kadim değerlerine uyabilseydik, bilge Hrant Dink’in dediği gibi su akıp yolunu bulabilseydi, modernizmin/ nasyonalizmin/ faşizmin saldırılarına hep beraber direnebilseydik “uzaylı” gibi buraya gelen kendini “Ermenilerin hamisi” ilan etmeye kalkanlar buralara bu şekilde gelemeyecekti… Aynı şey Kürt meselesi,İslam meselesi ve Alevi meselesi için de geçerli….

Hıristiyan yurttaşlarımızın ibadet etme hakkını namussuzca gerekçelerle engellemek isteyenler her zaman “Batılı emperyalistler”den bahsettiler… Oysa bu toprakların kimliğine ve kültürüne bir emperyalist gibi, bir sömürgeci gibi bakan kendileriydi… Batılı emperyalist güçlere zemin veren de kendileriydi…

Öte yandan en çok şuna sevindim… Van halkında bir zerre “Hıristiyan düşmanlığı” denen hastalıktan yok. Bilakis çok mutlular… Medyada “Van halkının tepkisi sebebiyle haç oraya takılmadı” gibi saçmalıklar işittim. Bu ülkenin halkını “bağnaz” gibi göstererek kendini meşrulaştırma çabasından bir türlü vazgeçmiyor malum laikçi takım… O haç oraya takılmalıydı, bu kesinlikle böyle ama o haçın niye orada olmadığını soruşturdukça duyduğum dünyevi/nefsani –ve hiç beklenmedik kaygılardan kaynaklanan- kepazelikler beni yine içinde yaşadığımız dünyanın aynı paradoksuna götürdü… Bu kadar yorum yapıyoruz ama son tahlilde hep zahiri olmak zorundayız galiba…

Bu arada Van Denizi çok güzel… Orası bir göl değil, deniz. Hazar’a deniz deniyorsa biz de Van Denizi diyebiliriz. Fakat kirleniyor bu güzel deniz, üstelik kapalı havza olduğu için çok da çabuk ve geri döndürülemez biçimde kirleniyor, bütün atıklar filtresiz, arıtmasız bu denize akıyor… Çevre Bakanı Veysel Eroğlu’nun bu konuya bir el atması şart, yetki BDP’li Van Belediyesi’ne mi ait, başkasına mı onu bilemem. Sonuç olarak hiçbir bahanesi yok, bu güzel kapalı deniz, Van Denizi derhal kurtarılmalı… Veysel Eroğlu operasyonel bir hamleyle bunu yapabilir, maliyeti de çok değil bu işin ya da herkes bahane üretmeye devam eder ama olan bu ülkenin bu güzelliğine olur… Ahtamar gibi bir mimari harikayı kurtardık, doğal bir harika olan etrafındaki suları kaybetmeyelim…

rasim.ozan@hotmail.com

Yorumlar kapatıldı.