İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Benzerlikler

OKUMA NOTLARI 10.06.2010
Halil Berktay
Benzerlikler

Biri yetmedi; bu da ikinci parentez oluyor. İlki, bir Kuzey Kore – İsrail karşılaştırmasıydı. Şimdiki, İsrail milliyetçiliğine (Siyonizm), Türk milliyetçiliğine ve Kürt milliyetçiliğine dair bir karşılaştırma. Hani tam, Çetin Altan’ın köşe başlığıyla “şeytanın gör dediği” türden.

Baştan başlayalım: ABD ve Avrupa’nın tüm dengecilik manevralarına, Atatürkçülerin “ama olmadı şimdi” yollu şikâyetlerine (ve protesto mitinglerinin İslâmî atmosferinin tırmandırdığı irtica korkusuna), Fethullah Gülen’in İsrail’den izin alınmalıydı şeklindeki görüşüne (ve bunu Bülent Arınç’ın doğru bulmasına), ya da İsrail şimdi bize neler neler yapacak türü endişelere karşın… ben İsrail komandolarının vahşetine karşı çıkmakla kalmıyor; başlangıçtaki eylemi, yani Gazze için toplanan yardımın gemilerle gönderilmesi ve ablukayı kırma denemesini de doğru buluyor ve destekliyorum.

Genel ve soyut bir anti-emperyalizmi Solun bunaklık hastalığı olarak gördüğümü defalarca yazdım, söyledim. Buna karşı, somut, spesifik, seçici bir anti-emperyalizmi savundum. İyi bir örnek, ABD’nin kitle imha silâhları bahanesiyle (yalanıyla) giriştiği Irak saldırısıydı. Son Gazze olayı, daha da iyi bir örnek sunuyor.

Çünkü İsrail’in onyıllardır izlediği politika, giderek derinleşen tahammül edilmezliğinin beslediği isyan duygusunun ötesinde, dünya barışı için de en büyük tehlike haline geldi. Bu yaranın böyle sürekli kanatılamayacağının, başta ABD, bütün dünyaya bir şekilde ihtar edilmesi gerekiyordu. Zaten gelen tepkiler de bunun haklı zemininin oluştuğunu doğruluyor.

(1) Başta İlan Pappé (The Ethnic Cleansing of Palestine, 2006), İsrailli “Yeni Tarihçi”lerin de defalarca gösterdiği gibi, İsrail Filistinlilerin sistematik bir etnik temizlikten geçirilmesi temelinde kuruldu. Etyen Mahçupyan’ın son yazdıkları (Lanet, 6 Haziran 2010), Golda Meir’in ağzından, bunun nasıl Filistin halkını yok sayan bir ırkçılıkla pekiştirildiğini bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor.

(2) İsrail bu kuruluş şiddetinin yol açtığı tepkileri hep şiddet ve daha fazla şiddet ve daha daha fazla şiddetle aşmaya çalıştı. Ama tabii bu, sorunu iyice müzminleştirmekten başka bir şeye yaramadı. Bir İsrail esprisine göre, “Filistinliler barış fırsatını kaçırmanın hiçbir fırsatını kaçırmamış”lardır. Aynı şey üç aşağı beş yukarı İsrail için de geçerli. Üstelik bu, uzlaşma yanlısı İsrail liderlerinin katlini bile içerdi. Bugün İsrail’in bir “güvenlik sorunu” var mı ? Evet, var –kendi elleriyle yarattığı ve büyüttüğü bir sorun. Bu bir fâsit daire. Şimdiki “güvenlik” kaygılarından hareketle her “anti-terör”ünde geleceğin “güvenliği” daha içinden çıkılmaz hale geliyor.

(3) Son dönemde bu, Gazze’ye saldırı ve ardından Gazze ablukasıyla ayyuka çıktı. İsrail Hamas’la mücadele gerekçesiyle, bütün Gazze halkını aç ve susuz bırakmaya, her geçen gün daha yoksul ve sefil kılmaya girişti. Tekrar söylüyorum : bu, soykırıma açılan (genocidal) bir durumdur; belirli bir topluluğun maddî ve manevî varlık koşullarının kısmen dahi yok edilmesi açısından, 1948 Konvansiyonunun kapsamına girer. Bütün insanlık hiçe sayılarak sürdürülen bu fütursuzluk, ablukayı aşma ve/ya dünyanın dikkatini bu ablukaya çekme çabalarını haklı kılmaya yeterlidir.

(4) Kurucu kuşaklarının yönetimi altında ve Soğuk Savaş yıllarında İsrail, gene de bir nebze daha ölçülü ve dikkatliydi. Bu göreli dengeler Sovyetler Birliği’nin çökmesi sonucu bozuldu. Bir kere Irak-Suriye-Mısır’ı koruyan bir süper devlet ortadan kalktı. İkincisi, Rusya ve Doğu Avrupa’dan İsrail’e büyük göçmen akını oldu. Ve yeni gelenler, eskilerden çok daha hırslı, yırtıcı, tırmanıcı, küstah. Bunda, biraz 19. yüzyıl tarzı bir “Eski Dünya” kültüründen geçmemiş olmalarının da büyük payı var. Amerika’daki neo-con’larla kader birliğine de, Islamofascism teranesine de en çok bunlar yatkın. Diplomatik kurallardan dahi nasibini alamamış kabalıkları, David Ayalon, Avigdor Lieberman gibilerinde somutlanıyor.

(5) Bu körlüğün sonuçları, sadece İsrail’i değil, bütün dünyayı etkiliyor. Filistin ve Gazze sorunu, İslâm âlemindeki Batı düşmanlığının en önemli nedeni. Cihad ideolojisi de, El Kaide de buradan besleniyor. Bu yarayı sarmadan, ABD’yi o kadar korkutan “İslâmî terör”e çare bulmak mümkün değil.

Yukarıda sözünü ettiğim İlan Pappé, enfes bir yazı yazmış Independent’ta : The deadly closing of the Israeli mind’dan söz ediyor, yani İsrail’in zihnini kapatmasının ölümcüllüğünden (6 haziran, pazar). Bunun içinde, Türk ve Kürt milliyetçiliğinin ölümcül darkafalılığına dair birkaç ders de vardır kuşkusuz.

Peki, nedir, İsrail milliyetçiliğinin ve/ya Siyonizmin “devlet sesi” ile Türk ve Kürt (hattâ Ermeni) milliyetçiliklerinin ortak yanları; İlan Pappé’nin deyişiyle “ölümcül darkafalılık”ları ?

Bir kere, çoğunun geçmişinde, şu veya bu şekilde etnik temizlikler var –sadece onlara yapılan değil; onların da başkalarına, kendi ötekilerine yaptığı. 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında Balkan devletleri Türk-Müslüman ve diğer “yabancı” nüfus kesimlerini “bize ait” saydıkları topraklardan sürüp atarak kuruldu. Buna karşılık modern Türkiye, 1913-14’te, sonra 1915’te, sonra 1923’te, sonra 1964’te, 1967’de, 1974’te… Anadolu’nun peşpeşe ve sürekli Türkleştirilmesiyle oluştu. İsrail kendi teritoryalitesini Filistin’in Arap halkını kovarak ve kovdurarak elde etti. Ermenistan benzer şeyleri Nagorno-Karabağ’da Azerîlere yaptı ve yapıyor. (Acaba PKK’nın bütün farklı akım veya gruplara, hattâ tek tek Kürt aydınlarına karşı hegemonyacı acımasızlığı, Kürt milliyetçiliğinin “Türklerce eğitilen” bu varyantının, gelecekte neler yapabileceğini haber veriyor mu ?)

İkincisi, bu lekeli geçmişlere karşın, kendi gözlerinde hepsi tertemiz, günahsız. Ve hepsi mağduriyet rantına son derece düşkün. Rakip milliyetçiliklerin “paylaşamadığı miras”ların (contested patrimonies) en vazgeçilmezi, paylaşılamayan mağduriyet. Biliyor musunuz, bize çok ama çok kötü şeyler yapıldı geçmişte –Naziler tarafından (İsrail): Büyük Devletler, Yunanlılar ve Bulgarlar tarafından (Türkiye): Türkler tarafından (Kürtler ve Ermeniler). Bak, hep kuşatılmış, ezilmişiz; herkes bize düşman. Massada (İsrail): Sèvres (Türkiye): soykırım (Ermenistan ve Ermeni diasporası). Bu kimlik eksenlerinden, kompleks veya sendromlardan hareketle gelinen nokta : hep başkalarını suçlayıp, asla kabahati kendinde bulmamak. Sonuçta, realite açısından, gerçeklik açısından tipik bir asimetri : hepsinin diğerleri hakkında söyledikleri doğru; kendisine dair söyledikleri ise yanlış veya yalan.

Ayrıca, meseleleri bütün doğrularda birleşmek değil, bütün yalanlarda birleşmek. Bunun son ve çarpıcı örneği, Gazze’ye yardım filotillasının başına gelenlerden sonra, İsrail sağının Türkiye’deki Kürt ve Ermenilere insanî yardım filosu gönderilmesi önerisi ! Yani şunu demek istiyorlar : bizim Filistin sorunumuz varsa, sizin de Kürt ve Ermeni sorunlarınız var.

Biraz, Türk parti ve politikacılarının birbirlerinin yolsuzluklarını pekâlâ bilmeleri, ama tümüyle temiz bir siyaset uğruna bunları açıklamak yerine saklı tutmaları ve icabında açıklamatehdidinde bulunmalarını andırıyor. Ya da bazı çok zeki milliyetçilerimizin (örn. Hasan Celâl Güzel), ne zaman ABD’nin Ermeni soykırımını tanıması gündeme gelse, “biz de Kızılderililere yaptıklarını hatırlatalım” demesi gibi. İyi de, bundan çıkacak sonuç ne ? Bütün etnik baskı ve zulümlerin tanınması, kabullenilmesi mi, yoksa hepsinin hasıraltı edilmesi mi ? İnsanî yardım filotillalarının hepsini hoş görmek mi, hepsine komando indirip ateş açmak mı ? Amerika’nın yerli halkının, ya da Afrika’dan getirilen siyah kölelerin başına gelenleri, bir adım ötede beyaz ırkçılığını tartışmak, bu konularda yazmak çizmek, doktora yapmak, kitap yayımlamak, ABD’de tamamen serbest. Dahası, devletin herhangi bir resmî tarih görüşü veya çizgisi yok. Böyle bir resmî tarih çizgisi üretmekle yükümlü bir TTK’sı da yok. O zaman biz ne istiyoruz ? Türkiye toplumunun da Ermeni ve Kürt sorunları açısından aynı derecede özgür olmasını (ve devletin resmî tarih çizgisinin kalkmasını) mı, aynı yasak ve kısıtlamaların ABD’ye de getirilmesini mi ?

Üçüncüsü, terörizm heyûlası ve “millî güvenlik devleti.” İsrail’in, Türkiye’nin (ve Ermenistan’ın) ortak takıntısı : “güvenliğimiz.” Yani böyle diye diye, bir başarı mı var ortada ? “Terör gemileri”ymiş, silâhlıymışlar, ateş açmışlar, öyle mi ? Öyleyse neden herkesi serbest bıraktınız ? Ve silâhlar nerede ? Bu da Goebbels tipi bir “büyük yalan” oldu. Irak’ın işgaline gerekçe gösterildikten sonra kayıplara karışan WMD’ler gibi. Peki, bütün bunları bir uluslararası komisyonun araştırmasına niçin karşısınız ?

Son bir nokta : homojenlik, yekparelik projeksiyonları. Türkiye’yi mi eleştiriyorsun ? Mutlaka “Türk düşmanı” olmalısın. İsrail’i mi eleştiriyorsun ? Anti-semitik olmalısın. Ermeni milliyetçi politikalarını mı eleştiriyorsun ? İşte bak, tipik bir Türksün; (bütün) Ermenilerden nefret ediyorsun. PKK’yı, BDP’yi mi, Apo’yu mu eleştiriyorsun ? Sen aslında Kürtlere karşısın. Şimdi İslâmcılık da kendini dokunulmaz ilân ediyor. Her eleştiri “İslâmofobi.” –Bu demagoji ne kadar sürer, merak ediyorum doğrusu.

Yorumlar kapatıldı.