İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Tarihsel ihmaller ve değişen Türk diplomasisi

[Ermeni soykırım sorunu] Tarihsel ihmaller ve değişen Türk diplomasisi

Bugün artık Türk dış politikasının en önemli meselesi haline gelen ve doğrudan Türkiye’nin dünya siyaset sahnesindeki yeri ve prestijini tehdit eden Ermeni soykırım sorununun bu denli karmaşık ve endişe verici boyutlara gelmesinde en büyük etkenlerden bir tanesi de Türk dış politikasını yönetenlerin yakın zamana kadar yaptıkları hatalar ve ihmallerdi.

Ermeni soykırımı iddiaları giderek taraftar bulurken ve soykırım gündemini sürekli canlı tutan Ermeni Diasporası davasında ve iddialarında önemli ilerlemeler sağlarken Türk dış politikası açısından bu sorun uzunca bir süre görmezden gelinmiş ve durumun vahameti çok geç fark edilebilmiştir.

Ancak dış politikada ciddi dönüşüm ve değişimin yaşandığı bu dönemde AK Parti hükümetinin proaktif ve çözüme odaklı tutumu Ermeni soykırımı sorununun çözümünde umutların en azından korunmasını sağlıyor. Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin yakın zamanda imzalanan protokollerle ilgili olumsuz sayılabilecek kararına ve Amerikan Meclis Dış İlişkiler Komitesi’nin yine provokatif kararına rağmen Türkiye’nin çözümde ısrar eder bir görüntü sergilemesi önemlidir. Bu çerçevede tüm olumsuz gelişmelere rağmen “özel temsilci” sıfatı ile bir diplomatın Ermenistan’a gönderilmesi ve Başbakan Erdoğan’ın ABD’de Ermenistan Cumhurbaşkanı ile görüşme ihtimalinin dile getirilmesi bir açıdan kronik ihmallerin telafisi adına Türkiye’nin kararlılığını sergiliyor.

BİZ “YOK” DEYİNCE YOK OLMUYOR

Bu kararlılık her şeyden öte böyle bir sorunun açıklıkla kabul edilmesi anlamına geldiği için önemlidir. Ermeni soykırımı iddiaları ile ilgili en büyük ihmal uzunca bir süre sorunun Türk tarafı için aslında var olmadığı izleniminin verilmiş olmasıdır. Aslına bakılırsa bu, Türk dış politikasının genel sorunlarından bir tanesidir. Kıbrıs ve Yunan sorunlarında da olduğu gibi Türk dış politikasını yönetenler bir problemin varlığını bile kabullenmede isteksiz davranmışlardır. Diğer bir ifade ile sorunlarla baş etmek yerine sorunun yokluğu farz edilmiş, bu da Türkiye’nin müdahil ve etkili olmadığı veya olmayı tercih etmediği ortamlarda sorunun Türkiye aleyhine kök salmasına neden olmuştur. Bu şablon aşağı yukarı Ermeni soykırımı sorunu söz konusu olduğunda da geçerlidir. Türkiye bir Ermeni soykırımı meselesi olduğunu başından beri kabul etmemiş, ancak soykırımı iddialarını tanıyan ülke sayısında belirgin bir artış yaşanınca ve hele de ABD gibi bir müttefiki bu iddiaları tanıyabilir bir pozisyona gelince son derece reaktif bir tutumla aceleci bir tavır geliştirme yoluna gitmiştir. Bu sorunun geç kabul edilmesi ve buna bağlı olarak hazırlıksız ve aceleci karşılık verme düşüncesi beraberinde de bir dizi hatayı getirmiştir.

1- Sorun ile ilgili tartışmaların ‘soykırım’ tartışmalarının teknik bağlamından çok bütüncül bir çerçevede yapılması: Soykırım iddiaları söz konusu olduğunda Türk tarafı son derece rahatsızlık verici ve tepki çekici bir söylem geliştirmiş, bu da Ermeni tezlerinin daha fazla dikkat çekmesine ve desteklenmesine neden olmuştur. Psikolojik olarak mağdur olma iddiası nedeni ile zaten avantajlı olan Ermeni tarafı bu tepkisel söylemi de kullanarak Türkiye’yi rahatlıkla soykırımı hırsla ve şiddetle inkar eden bir ülke olarak gösterebilmiştir. Diğer bir ifadeyle, Türkiye meseleyi soykırım tartışmalarının teknik bağlamında ele almayı başaramamış ve 1900’lü yıllarda ölen yüz binlerce insanın acılarını ve anılarını göz ardı eder bir tutum takınmıştır. Bu da haklı olarak dünyanın dikkat ve tepkisini çekmiştir. Halbuki daha dikkatli ve seçici bir dil kullanılmış olsa ve ölen Ermenilerin Osmanlı teb’ası olduğu ve onların kaybından üzüntü duyulduğu en azından hissettirilse, ancak teknik olarak bu olayların soykırımı olarak görülemeyeceği tezini iyi işlemiş olsaydı bugünkü itici görüntüsünden epey uzakta olurdu. Halbuki Türk tarafı son derece milliyetçi ve yer yer değişik aktörler vasıtasıyla ırkçı bir söyleme dayanarak yaşananlar nedeniyle yalnızca Ermenileri suçlama yoluna gitmiş ve neredeyse ölen Ermenilerin hak ettiklerini bulduğu görüşünde olduğu izlenimini vermiştir.

2- Hukuki açıdan çok geçerli olmayan ve inandırıcılıktan uzak tezlere bel bağlanması: Ermeni soykırımı iddiaları karşısında tutarlı ve etkili bir yöntem ve duruş belirleyemeyen Türk dış politikası zaman içinde değişen ve çoğu kere de uluslararası hukuka pek de uygun olmayan tezlere dayanarak soykırımı iddialarına cevap vermeye çalışmıştır. Bu değişen tutum ve söylemler haliyle Türkiye’nin iddia ve argümanlarının güvenirliğini olumsuz etkilemiştir. Soykırımı suçu ile ilgili uluslararası literatür ve genel temayül, daha da önemlisi uluslararası ceza hukukunda soykırımı ile ilgili gelişmeler yeterince incelenmeden ve kavranmadan geliştirilen tezler Türkiye’nin davasına hizmet etmemiş, tam tersine Ermeni diasporasının işini kolaylaştırmıştır. Soykırım ısuçunun geriye işlemeyeceği tezinin vurgulanması hem stratejik olarak hata olmuş hem de hukuki açıdan en tartışmalı olan bir konuya dayanarak geliştirilen bu argüman Türkiye’nin hukuki açıdan hazırlıklı olup olmadığı konusunda kuşkular yaratmıştır. Soykırımı suçunun geriye yürümeyeceği kabul edilse bile böylesi bir teze yaslanmak aslında Osmanlı döneminde Ermenilere karşı bir soykırımı işlenmiş olabileceği ancak hukuken bu suçu araştırmanın imkânsız olduğunu ileri sürmek anlamına gelir ki Ermeni iddialarının dolaylı ve zımni kabulü gibi de algılanabilecektir.

Ayrıca Türkiye’nin meseleyi uluslararası yargıya taşıma yönündeki talepleri de çerçevesi çok iyi hazırlanmış bir girişime işaret etmemektedir. Zira sanki bu meseleyi halletmek üzere hazırda bekleyen bir uluslararası mahkeme veya yargı organı varmış gibi muğlak bir kuruma işaret etmek pek tutarlı ve güçlü bir yaklaşım değildir. Ermeni soykırımı iddialarının uluslararası yargıya taşınması gerektiğini söylemek cezbedici gelebilir; ancak bu seçeneği işaret edenler ayrıca hangi mahkemenin hangi yetkiye ve hangi uluslararası belgeye dayanarak meseleyi halledeceğini de belirtebilir olmalıdırlar.

3- Sorunun siyasi olduğu bilinmesine rağmen siyasi tedbirlerin alınmamış olması: Ermeni soykırımı iddiaları sorunu büyük ölçüde siyasidir; meseleye dünya ülkelerinin parlamentolarının dahil olması bunun en büyük kanıtıdır. Türkiye de bunun pekala farkında olmuştur; esasında Türk tarafı meselenin siyasi tarafına sürekli vurgu yapmaktadır. Ancak paradoksal bir şekilde sorunun çözümü için gerekli siyasi ve diplomatik tedbirler üzerinde yakın bir zamana kadar kafa yorulmamıştır. Devamlı reaktif ve defansif bir tutum takınan Türk dış politikasının diplomatik ve siyasi becerisi, soykırımı kararının ABD Kongresi’nden geçmemesini sağlamak üzere lobicilik faaliyetlerinin geliştirilmesi ile sınırlı kalmıştır. Halbuki yapılması gereken, gerek Türk-Amerikan ilişkilerinde gerekse Türkiye’nin dış dünya ile ilişkilerinde Ermeni soykırımı iddialarının kabul edilip edilmemiş olmasının fark yaratmayacağı bir konjonktürün Türk diplomasisi eliyle yakalanmasıdır.

PROTOKOLLER SİYASİ BİR ÇÖZÜM ADINA ÖNEMLİ

Bunun kolay bir şey olmadığı açıktır. Ayrıca böylesi uygun bir ortamın oluşması büyük ölçüde sabırlı ve proaktif bir dış politika tutumunun geliştirilmesini de gerektirir. Ancak Ermeni soykırımı meselesinin halli için bundan daha köklü ve sağlam bir yol yok gibidir. Bugüne kadar Ermeni soykırımı iddiaları karşısında devamlı savunmada kalmayı tercih eden ve siyasi bir tutum geliştirmeden Osmanlı Devleti’nin soykırımı suçunu işlemediği argümanını kullanan Türk dış politikası bu defansif zinciri bir türlü kıramamıştır. Halbuki yapılması gereken artık işe yaramadığı ve yaramayacağı belli olan ve pek de tutarlı olmayan hukuki argümanlar yerine aktif bir diplomasi dili geliştirmek ve siyasi çözümler geliştirmek idi ki son dönemde aslında yapılmak istenen de budur. Başarılı olup olmayacağı belli olmasa bile Ermenistan ile imzalanan protokoller bu çerçevede değerlendirilebilir. Soykırım iddiaları bağlamının tamamen dışına çıkarak geliştirilen bu tutum, başarısızlık riskini taşımasına rağmen bu son derece önemli siyasi sorunun diğer tarafı olan Ermenistan’ı ve Ermeni diasporasını yeni bir hamleye zorlayıcı nitelikte olmuştur. Bu tür hamleler netice itibarı ile karşılıklı siyasi hamleleri de beraberinde getirecek ve nihai bir siyasi çözümün yolunu açacaktır.

ZAMAN

Yorumlar kapatıldı.