İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Tatyos Efendi Enkserciyan

http://atomt-mak.blogspot.com/2010/04/tatyos-efendi-enkserciyan.html

Ahmet Rasim, Cidd ü Mizah’dan
TATYOS EFENDİ ENKSERCİYAN

Yine bir sanatkâr, çaresizlik kefeni sırtında olarak memleketin bir bucağında açılmış olan yokluk çukuruna yuvarlandı, gitti. Ne basın, ne Ermenilik üzüntülü oldu, ne de Osmanlı musikiperverliği üstadın vefatından haberdar bulunduğunu ispat edecek bir kederlenme sesi çıkardı.
Arada sırada değil, pek sık zamanlarda sanat ve hünere karşı gösterdiğimiz nankörlük ve kayıtsızlıktan dolayı yazık bize!
Zavallı musikişinas, ömrünün son günlerini yoksulluk ve sefillik içinde geçiriyordu. Bir buçuk seneden beri çektiği karaciğer hastalığı, senelerden beri uğradığı maddi sıkıntının, gam dolu yüzüne serptiği sarılığı siyaha değiştire değiştire, çaresizi kara toprağa kadar sürükledi. Yazık ki, cenazesini kaldıracak değil, akrabasına çekilecek vefat telgrafına yetecek yüz para bile yok idi.
Son bestelerinden olan Kesikkerem tarzındaki Dilnişın bir eserciğinin iki perişan kıtasında, durumunu ne kadar temizce tasvir etmişti:
‘‘Gamzedeyim, deva bulmam(Kedere tutulmuşum, çaresizim)
Garibim, bir yuva bulmam(Kimsesizim, bir yuvam yok)
Kaderimdir hep çektiren(Kaderimdir hep çektiren)
İnlerim hiç reha bulmam(İnlerim, hiç kurtuluşum yok)
Ehl-i dilin yoktur kadri(Gönül dostunun gücü yoktur)
Uğraşma Tatyos gayri(Artık uğraşma Tatyos)
Neşatın çok, kıymetin yok(Çalışman, yaptığın işler çok; ama kıymetin yok)
Taliine gel küs bari(Talihine gel küs bari)’’

Bilmem daha ne kadar zamana kadar fazilet sahipliği ve maharete karşı tembel, güçsüz kalacağız? Bir zamanlar kemanının beğenilen nağmelerini dinlemek için etrafına toplanan bin, bin beş yüz dinleyiciden, dün cenazesinde on, on beş fert bulunamadı. Kadıköy Ermeni Kilisesi’nde ruhunun dinlenmesi için ruhanî ayin icra edildiği zaman mabedin içi çok tenhaydı. Ebedî dinlenme yerine cesedini nakleden arabadan başka, üç araba ardı sıra koşuyordu. Mezarlıkta kabrini bile sayıca çevreleyemedik.
İnsanın:
– Yuf olsun sana ey sanat, buralarda ne sürünüp duruyorsun?
Diyeceği geliyordu.
***
Üstad-ı Şehîr Tatyos Efendi, Manok Ağa namında birinin sülalesinden, Ortaköy’de dünyaya gelmiştir. Öldüğü zaman 55 yaşlarında olduğu özel kaydından anlaşıldı. Şu durumda 1274 senesinde doğmuş demektir. Üç fakir kız kardeşi, bir dul haremi (eşi) şimdi matem tutmaktadırlar. Osmanlı müziğine Rast, Uşşak, Hicazkâr, Kürdî, Karcığar, Suzinâk peşrevleriyle bir Karcığar, bir de Hüseynî’den olmak üzere iki saz semaîsi ve çeşitli makamlardan pek çok şarkı armağan etmiştir. Bilhassa Rast’tan:
– Çeşm-i cellâdın ne kanlar döktü Kâğıthane’de
– Beni dilsîr ederken visali, ah visali (Beni gözü gönlü tok ederken kavuşması, ah kavuşması)
– Mey-i lâliyle dil mestane olsun (Kırmızı dudağının şarabıyla gönül sarhoş olsun)
Uşşak’tan:
– Rahmi yok bir yâre düştüm el aman ey gonce dehen (Merhameti olmayan, gonca ağızlı bir sevgiliye düştüm el aman)
– Ruhum musun ey ruh-ı safa-bahşı cinânın (Ruhum musun ey cennetlerin gönlü hoş eden ruhu)
Hicazkâr-ı Kürdî’den (günümüzde Kürdilihicazkar demekteyiz):
– Ehl-i aşkın neşvegâhı kuşe-i meyhanedir(Aşk ehlinin neşe ve keyif yeri meyhane köşesidir)
– İltiyâm-ı zahm-ı aşkın var mı doktor çaresi(Aşk yarasının kapanmasının çaresi var mı doktor?)
– Ye’s ü matem hanedir şimdengeru âlem bana(Şimdiden sonra, dünya bana ümitsizlik ve yas evidir)
Suzinâk’ten:
– Suzinâk-i fasl-ı aşkı söyleyeyim dinle yeter(Aşk mevsiminin suzinâkini söyleyeyim dinle yeter)
– Atfetme sakın hançer-i müjgânını ey mâh(Meyletme sakın kirpiğinin hançerini ey ay[yüzlü])
– Gel elâ gözlüm efendim yanıma
Hüseynî’den:
– Of gönül düştü yine gülzâr-ı zevke(Of gönül düştü yine zevkin gül bahçesine)
– Pek cüda düştüm gönlümden ah(Pek ayrı düştüm gönlümden ah)
Hicaz’dan:
– Bilsen ne belâ geçti şu biçare serimden(Bilsen ne [çok] bela geçti şu çaresiz başımdan)
Mısralı şarkıları gibi bir hayli bestesi halkın hafızasının ziyneti(süsü) olmuştur. Bununla birlikte henüz duyulmamış bir hayli eserleri de mevcuttur.
***
Hatırımızda kaldığına göre piyasa çalgıcılığına başlangıçta kanun çalmakla dahil olmuştur. Romanya’da, İzmir’de ve şehrimizde gençliğinde Pirinççi namıyla bilinen Kuledibi’ndeki gazinoda dahi hünerini icra eylemiştir. Şöhretinin başlangıç (yeri), kendisinin hikâye ettiği cihetle Şehzadebaşı’nda Direklerarası’nda merhum Mehmet Efendi’nin kıraathanesidir. Kendisini ilk defa olarak burada gördüğümü hatırlıyorum. Fevziye Kıraathanesi’ne devamı esnasında üstadane eserleri yavaş yavaş yayılmaya başlamıştır.
Merhum bestekâr Şevki Bey’le yakın dostluğu vardı. Notası çok kuvvetli, kemanı bir zamanlar müzikseverlerin gözbebeği idi. Şarkı ara nağmelerinin düzenlemesinde, sıralamasında, icat ve vücuda getirilmesinde benzerine rastlanmaması ile namlı olduğu gibi bilhassa peşrevlerindeki nağmelerin güzelliği ile de özel bir şöhret kazanmıştır.
Karcığar makamını rahmetlinin peşrev ve semaisine borçluyuz desem çok görülmez. Bu makamdan:
‘’O mehtab-ı işve…’’
Terkibi ile başlayan galiba ‘’Çember’’ usulünde bir de bestesi olduğunu biliyorum.
Şarkılarında güfte taksimi konusunda çok az görülen kusurdan başka müziğimizin ışığına uymayan hiçbir (en ufak miktarda) bozukluk yoktur. Peşrevlerinde ise bu kusur asla işitilemez. Hicazkâr-ı Kürdî peşrevi bu makamın en ince, en küçük bir seyredilecek örneğidir.
Kendisi gibi yine bu sanatın hor ve kıymetsiz darbeleri altında ezilip hayatı terk eylemiş olan Kemençeci Vasil her ne zaman Tatyos’un ustalığından bahsedilse:
– O yapsın, ben çalayım.
Derdi. Geçmiş zamanlarda pek çok defa rastladım, Tatyos da Vasil’i ağlamadan dinlemezdi.

*** *** ***

Günümüz Türkçesine sadeleştiren: Nihan Gençkal
Antalya, Nisan 2010

Sunuş yazısı için lutfen buraya tıklayınız.
Gönderen MAİL zaman: 15:43
5 yorum:
Fikret dedi ki…
Nihan Hanım’a bu titiz çalışmasından dolayı çok teşekkür eder, benzer metinlerin transkripsiyonlarına devam etmesini dilerim.
Eski metinleri sadeleştirmekten yana değilim. Çünkü yeni kuşaklar 100 yıl önceki Türkçe’ye çok uzak düşüyorlar. En doğrusu, gençlerin bilmedikleri kelimeleri ve deyimleri öğrenmeleridir. Bu, “Türkçe biliyorum” demenin baş şartıdır.
Mail adresimi versem, Nihan Hanım bana yazının aslını gönderebilir mi acaba?
karakayafikret@yahoo.com
Şimdiden teşekkür eder,Antalya Tabip Odası Topluluğu’na başarılar dilerim.
Fikret Karakaya

06 Nisan 2010 00:00
Faruk Cenap dedi ki…
Mûsıkî dünyamızın bu benzeri yeni çalışmalara her zaman ihtiyacı olmuştur. Emeği geçenlere teşekkür ederiz.

Faruk Cenap Erdoğan
Genel Sekreter
ENGÜRÜ Türk Müziği Derneği (Ankara)

06 Nisan 2010 00:35
yunis dedi ki…
Fikret beyin eski türkçeyi her yeni genç öğrenmeli düşüncesine ne çok katılmak isterdim lakin bu günümüz koşullarında mümkün gözükmüyor ne yazık ki!

Faruk Cenap beyin de dediği gibi bence bizim bu tür çevirilere gerçekten ihtiyacımız var yetişmekte olan bir genç birey olarak ben böyle düşünmekteyim.

Nihan Gençkal Hanıma da çalışmalarından dolayı teşekkür ederim devamlarını dilerim.

06 Nisan 2010 14:48
Adsız dedi ki…
Nihal Hanım, sonsuz teşekkürler..
Adnan Kılıçarslan
S.Ü. E.F. Müzik Eğitimi Bl.

06 Nisan 2010 15:12
ferit dedi ki…
Gençlerin eski sözcükleri öğrenmeleri için Nihan Hanım’ın yaptığı gibi çalışmalara çok ihtiyacımız var bence. Bu tür çalışmalarla kelimelerin hem eski hem de yeni halini görmeleri mümkün olmakta. Bu vesileyle Nihan Hanım gibi bu çalışmaları yapacak insanlara ihtiyacımız olduğu kanaatindeyim. Çalışmalarınızın ve başarılarınızın devamını diler, saygılar sunarım.

Ferit KÜÇÜK
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
(Antalya)

Yorumlar kapatıldı.