İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Açık mektup ya da utanma duygusu…

Açık mektup ya da utanma duygusu… 
TARAF GAZETESİ

TANER AKÇAM

Clark Üniversitesi
takcam@clarku.edu

Şimdi sakinleştik mi? Şöyle arkamıza yaslanıp olayın ne olduğuna dışardan ve sakin bakmaya hazır mısınız? Amerikan Kongresi’ndeki oylamayı canlı futbol maçına çevirmeler; heyecanlı ve ateşli “gol ve pozisyon” tartışmaları geçmiştir ümid ederim. O halde dışardan görüleni söyleyeyim size: Konuya ilişkin yaptığınız yorumlarda, yazdığınız köşe yazılarında, bir “maçın” taktik ve stratejisi ile ilgili herşey vardı ama bir şey eksikti: UTANMA DUYGUSU.

Aklıma şu soru takıldı: Acaba bu insanlarda utanma duygusunu niye yok? Ve niçin bir ulus, tartıştığı konunun ne olduğunu bile unutacak bir hezeyan ortamına itiliyor? Niçin inanılması zor histeri gösterileri sergileniyor?

Arkanıza bir yaslanın ve bakın, sonuçta konuştuğunuz olay şu: 1915-17 yılları arasında sayıları bir milyon civarında Osmanlı vatandaşı Ermeni İttihat ve Terakki partisinin merkezî politikaları sonucunda imha edilmiştir. Evet, söz konusu tartışma, bir milyona yakın insanın imha edilmesiyle ilgilidir (olur olur! Sizin söylediğiniz rakamı kabul edeyim, 600 bin, yoksa 300 bin miydi? Hatta doğru, haklısınız, saha çamurdu, top patlaktı ve hatta hakem de taraf tutuyordu). Ve biz, bu büyük rakamlarla konuşulan bir imha üzerine en küçük bir utanma duygusuna sahip olmadan konuşma ve konuşturulma durumuna sokulduk.

Bir milyona yakın insanın imhası üzerine, bir maç hakkında konuşur gibi konuşan bir topluluk için utanma duygusu ne anlama gelir acaba? Bir milyona yakın insanın imhası üzerine “keyif veren taktik ve strateji analizleri yapan” bir millet, 1938 Dersim hakkında, 1979 Maraş hakkında, 1980 darbesi ve 1993 Sivas hakkında nasıl konuşur acaba?

Ayıp, sadece kitlesel imhalar üzerine “keyif veren” konuşmalar yapma ahlaksızlığı ile sınırlı değil. Bir başka büyük ayıp daha var. Sonuçta, bir devleti tehdit etmek, ona, inandığı şeyi söylemekten zorla vazgeçirtmek de bir meziyet olarak sunulmaktadır. Hikâyenin özeti şudur: Bir yılın 364 gününde Soykırım diyen birileri tehdit edilerek, 365’inci günde bu kelimeyi kullanmaktan zorla vazgeçirilmektedir. Ve bu Türk insanına bir zafer olarak sunulmaktadır. Bundan daha aşağılatıcı, bundan daha onur kırıcı ne olabilir?

Amerikan Kongresi’nin Soykırım konusunda aldığı kararların tarihine bakarsak söylemek istediğimi daha iyi anlarsınız. Kongre 1975, 1984 ve 1994 yıllarında 1915’de yaşananların bir soykırım olduğunu kabul eden kararlar almış vaziyettedir. 1975’de alınan karar ile Amerikan Başkanı’nın her yıl 24 Nisan’da Ermeni Soykırımı’nı kınayan bir açıklama yapması istenmiştir. O yıldan bu yana bir tek Reagan 1981 yılında soykırım kelimesini kullanmış, diğer başkanlar bu kelimeyi bizim tehditlerimiz sonucu kullanmamışlardır. Hemen her seçimde, her Amerikan başkan adayı, başkan seçilirse, soykırım kelimesini kullanacağı sözünü vermesine rağmen…

Konu en az sekiz defa Kongre Dışilişkiler Komisyonu önüne gelmiş, her seferinde 1915’in soykırım sayılması gerektiği karara bağlanmış ve alınan karar Kongre’ye onay için yollanmıştır. Ve her seferinde Kongre ve Amerikan yönetimi, yukardaki üç karar dışında, Türkiye’nin tehditlerinden çekinerek bu kararı almamıştır.

Resmi görebiliyor musunuz?

“Tarihinizle yüzleşiniz” demekten birilerinin ağızlarında tüy bitmiş; biz hâlâ “konuşturtmadık, kullandırtmadık” ile oyalanıyoruz. Bu kadar kör, bu kadar sağır olmak gerçekten mümkün mü?

Amerikan Kongresi ve Beyaz Saray için 1915’in soykırım sayılması tartışma konusu bile değil. Sonuçta, yılın 364 günü, 1915’i soykırım olarak kabul eden, buna inanan ve tekrar eden bir topluluğu, 365’inci günde zorla susturuyoruz. “Eğer bu kelimeyi ağzına alırsanız ağzınıza biber çalarız” diyoruz. Ve onlar da “biber korkusundan” bu kelimeyi bir tek bu gün için kullanmıyorlar. Inandıklarından değil, sadece o kelimeyi, o da bir tek gün için kullanmaktan vazgeçiyorlar. Sonuçta, biliyoruz ki, oylama yaptıklarında “1915 soykırım mıdır”ı oylamıyorlar. “Sadece bu gün için, sadece bu bir sefere mahsus “Soykırım dersek Türkler kızar mı” “Soykırım dersek İncirlik hava üssümüz kapanır mı” diye oylama yapıyorlar. Yani aldıkları karar şu: “1915 bir Soykırımdır ama biz Amerika’nın Ortadoğu’daki çıkarları için bu bir gün ve bu özel durumda soykırım kelimesini kullanmayacağız.”

Şimdi bunu Türkiye insanına zafer diye sunduğunuzun farkında mısınız? Anlamadığım şu: “Soykırıma inandıklarını biliyorum ama ben onları tehdit ediyorum, korktuyorum bu bir gün için kullanmalarına engel oluyorum” tutumundan alınan hazzın, bu keyfin nedeni nedir? Birisi bana bunu anlatabilir mi?

Olayın bir başka son derece utanç verici, aşağılayıcı bir boyutu daha var. Bunu pek kimse görmüyor. “1915 için soykırım kelimesini kullandırtmayacağız” kabadayılığını yapanlar bu tutumları ile Türk insanını Neyzen Tevfik’in o ağza alınmayacak dizelerindeki hale soktuklarının farkındalar mı? Hani “bilmem ne dersin kızar ama” ile başlayan dizeleri… Her yıl 24 Nisan’da Soykırım kelimesini kullanmayan Amerikan Başkanları, bu kelimeden çok daha ağırlarını kullanarak Ermeni soykırımını kınar oldular.

Ve bu yöndeki her açıklama, Türkiye’de, soykırım kelimesi kullanılmadı diye büyük sevinç ve zafer gösterileriyle karşılanmaya başlandı. Sonuçta, soykırım kelimesine kızan ve ama ondan çok daha ağır, çok daha onur kırıcı kelimelere aldırmayan hatta bundan keyif alan bir ulus haline sokulduk.

Bir ulusun, 1915’in bir kitlesel imha olarak tanımlanmasından zevk alır hale getirildiğinin farkında mıyız? Washington koridorlarında, “Soykırım kelimesini kullanmayalım ama daha ağırlarını bulalım nasıl olsa Türkler seviniyor”, diyerek ulusumuzu, insanımızı aşağılattığımızın, alay konusu haline getirdiğimizin farkında mıyız?

Soru hep aynı: Niçin utanma duygusunu kaybettik? Ve bu daha ne kadar devam edecek? Ve daha başka bir soru: Gerçekten ne yapmak istiyoruz? Eğer ABD Kongresi veya Başkan’ı, “Eee, yetti be… benim neye inandığımı bir gün için yasaklatarak neyi halledebileceğinizi zannediyorsunuz? Benim bir günlük yalan söylemem üzerine kurulmuş politikalarla nereye kadar gideceğinizi zannediyorsunuz? Şimdi ben, tehditle susturmak istediğiniz o bir gün için de o kelimeyi kullanıyorum. İnandığımı söylüyorum ve 1915 bir soykırımdır, diyorum; ne haliniz varsa görün” dese ne yapacağız?

Bizim 1915 konusunda söyleyeceklerimiz, ABD Kongresi ve başkanlarını o bir gün için tehdit etmekten mi ibaret? 1915’e zaten soykırım diyen birisini, o bir gün için susturmak yerine, “Neye inanıyorsan onu söyle kardeşim” demek daha efendi bir tutum olmaz mı? “Eğer inandığını benim tehditlerim nedeniyle, benden çekindiğin için söylemiyorsan senden özür dilerim” demek daha dürüst, daha medeni bir tutum olmaz mı? Türk insanını ve Türkiye’yi, her sene, ‘Şu Nisan ayını bir atlatsak’ ayıbıyla ugraştırmaktan kurtaracak politikalar geliştirmek gerekmiyor mu? Ve 1915 ile gerçekten yüzleşmeye başlamak, açıkça konuşmak ve o dönemde yaşananlardan dolayı utanmak gerekmiyor mu?

1915 yılında bu milletin alnına İttihatçı çete tarafından bir kara leke sürülmüştür. Ve 95 yıl boyunca bu kara lekeyi silmek yerine, yapılanları savunan, haklı gören bir inkâr politikası geliştirildi. 1915’in kara lekesi yetmiyormuş gibi, her sene 24 Nisan’da Amerikan cumhurbaşkanlarının kendi ifadeleriyle “1,5 milyon Ermeninin imha edilmesini” kınamalarına, kınamada soykırım kelimesi geçmedi diye sevinen bir millet haline sokulduk.

Artık hem bu kara lekeyi silmek hem de bu ayıba bir son vermek gerekiyor. Ama nasıl? Bu da diğer bir yazının konusu..

Yorumlar kapatıldı.