İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Devlet Ermenilerden özür dilemeli I-II

Volkan Vural: ‘Ermeni ve Rumlar tekrar vatandaş olsun’
Neşe Düzel – 08.09.2008

“Yaşananlar Cumhuriyet’e yakışmıyor. Ben yetkili olsam, özür de dilerim. Verdiğimiz acılardan ötürü Rumlar’dan, Ermeniler’den özür dileriz. Bizim gibi bir devletin yapması gereken budur.”

“Osmanlı’da tehcire uğramış Ermeniler’e ve 6-7 Eylül’de gönderilen Rumlar’a, devlet, ‘Ben, sana ve senin soyundan gelenlere tekrar vatandaş olma hakkını veriyorum’ demeli.”

“Ermeni sorununu tarihçi değil siyasetçi çözer. Gerçeklerin bilinmediğine katılmıyorum. Tarihî gerçekler biliniyor. Sorun, bilinenlerin nasıl algılanıp geleceği nasıl etkileyeceği.”

NEDEN? VOLKAN VURAL

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Erivan ziyaretiyle Türkiye çok önemli bir adım attı. Tarihteki olaylar nedeniyle diplomatik ilişki kurmayı reddeden iki ülke, ilk kez cumhurbaşkanları düzeyinde bir ilişki kurdu. Bu yeni hamlenin devamının geleceği beklentisi ortaya çıktı. Peki iki ülke bugüne dek sürdürdükleri gerginlikten ne kazandı? Dostluktan ne kazanacaklar? Niye Ermenistan şimdi davet etti Gül’ü? Gül niye bu daveti kabul etti? Bu yakınlaşmanın Kafkaslar’daki dengelere etkisi ne olacak? Devlet, tarihî meseleler hakkında ne yapmalı? Ermeni sorununu tarihçiler mi yoksa siyasetçiler mi çözebilir? Bütün bu soruları Türkiye’nin uzun yıllar en önde gelen ve en deneyimli diplomatlarından biri olan emekli büyükelçi Volkan Vural’a sorduk. Sovyetler Birliği’nin dağıldığı ve Ermenistan’ın bağımsız devlet olduğu süreçte Moskova Büyükelçisi olan Volkan Vural, 1993’te Başbakan Tansu Çiller’in başdanışmanlığını yaptı. Daha sonra da Bonn’da büyükelçilik, AB Genel Sekreterliği gibi görevlerde bulundu.

***

NEŞE DÜZEL: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Ermenistan Cumhurbaşkanı’nın daveti üzerine futbol maçını izlemek için Erivan’a gitti. Ermenistan’la aramızda tarihî olaylara dair anlaşmazlıklar var. O anlaşmazlık hallolmadan Ermenistan Cumhurbaşkanı’nın Gül’ü davet etmesi kendisi açısından siyasi bir risk değil miydi?

VOLKAN VURAL: Elbette risktir. Türkiye Cumhurbaşkanı’nı futbol maçına davet etme kararı, Ermenistan açısından kolayca alınabilecek bir karar değildi. Biz, dünyaya sadece kendi gözlüklerimizle bakıyoruz. Bir de olaylara karşı tarafın gözlükleriyle bakmalıyız. Ermenistan’da bir Türkiye nevrozu vardır. Dolayısıyla Türkiye’ye ilişkin bir karar vermek kolay değildir. Siyasetçiye büyük bedeller ödetir bu. Nitekim ödetti de.

Kime ödetti?

Eski cumhurbaşkanı Ter Petrosyan, Karabağ sorununa çözüm aradığı ve Türkiye ile ilişki kurmak istediği için iktidardan uzaklaştırıldı. Ona, Türkiye’yle ilişki kurmanın bedelini ödettiler. Bugün Ermenistan halkının önemli bölümü ilişkilerin gelişmesini ve sınır kapılarının açılmasını istese de… Türkiye dosyası sanıldığı gibi kolay bir dosya değildir orada.

Türkiye’de Ermenistan dosyası kolay mı?

Türkiye’de de zor. Ama şu da bir gerçek ki, Ermenistan’la aramızdaki hadise, sadece tarihçilerle çözümlenebilecek bir olay değil. Çünkü bu olay, tarihî olmaktan çok psikolojik ve siyasi bir olay. Geçmişte yaşananların insanlarda yarattığı bir psikoloji, güvensizlik, korku ve dehşet var.

Sizce Ermeni ve Türk tarihçiler oturup geçmişteki olayları serbestçe tartışıp objektif bir biçimde ortaya koysalar bu sorun çözülmez mi?

Tek başına tarih yoluyla bu soruna çözüm bulmak mümkün değil. Çünkü bu sorunun çözümü insanlardaki psikolojik sıkıntıların giderilmesindedir. Çözüm, iki halkın yeniden sevgiyle, saygıyla birbirlerine yanaşabileceği ve birbirleriyle rahat konuşabilecekleri bir güven ortamının yaratılmasındadır. Tarihçilerin üstesinden gelebileceği bir durum değil bu. Ermeni sorunu, tarihçilerin değil, siyasetçilerin çözebileceği bir sorundur. Tarih, sadece bazı olayları aydınlatabilir ve çözümü kolaylaştırıcı bir rol oynayabilir, o kadar.

Peki, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Ermenistan’ı ziyaretinden sonra diplomatik bazı adımlar atılacak mı sizce?

Atılmasını bekliyorum ve umut ediyorum. Bu ziyaret Türkiye ile Ermenistan arasında bir başlangıca zemin olabilir. İki devlet arasında diplomatik ilişkilerin vakit geçirmeksizin kurulması lazım.

Diplomatik ilişki dediğiniz nedir?

Diplomatik ilişki, Erivan’da Türk diplomatlarının, Ankara’da da Ermeni diplomatların bulunmasıdır. Bu da iki devlet arasında artık normal bir ilişki var demektir ki, bu şekilde aradaki sınır kapıları da açılır. İlişkilerin normalleşmesinde ilk adım karşılıklı temsilcilikler açılması olmalı. Bir anlaşma yapacağız ve ‘karşılıklı büyükelçilikler kuracağız’ diyeceğiz. Sınır kapılarının açılması sadece Ermeniler’in ihtiyacı da değildir. Ben o kapıyı gördüm.

Ne gördünüz?

Alican kapısına gittim. Bizim askeri uzaktan selamladım ve geri döndüm. Erivan’a 10-15 kilometre uzaklıkta bir kapı bu. Bakın… Biz, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bağımsızlığına kavuşan Ermenistan’la 1991’den beri temas içindeyiz.

Nasıl?

Mesela Ermenistan’ı ilk ziyaret eden Türk büyükelçisi benim. O sırada Moskova Büyükelçisi’ydim. Ermenistan tam bağımsızlığa geçiş dönemindeydi. Türkiye’deki Ermeni Patriği Şınorhk Kalustyan Erivan’ı ziyareti sırasında vefat etti. Ben de Ermenistan Cumhurbaşkanı’na bir mesaj gönderdim. “Vatandaşımız olan patriğin cenazesiyle ilgilenmek ve Türkiye’ye naklini sağlamak benim görevimdir. Yapılacak törenlere de katılmak suretiyle her türlü katkıyı vermeye hazırım” dedim.

Bunu Ankara’ya sorarak mı yaptınız?

Hayır. Kendi inisiyatifimle yaptım. Çünkü Patrik bir Türk vatandaşı. Bizim bir dinî azınlığımızın ruhani lideri. Ermenistan’la Türkiye arasında hiçbir ilişki yoktu ama… O sıralar Ermenistan Sovyetler Birliği’ne bağlı bir cumhuriyetti ve Moskova Büyükelçisi olarak diğer cumhuriyetler gibi o da benim sorumluluğum altındaydı. Cenaze töreni Moskova’daki Ermeni kilisesinde yapıldı. Ermeniler’in şaşkın bakışları altında ben eşimle bu törene katıldım. Bir Türk büyükelçisinin Ermeni kilisesindeki törene katılması onları gerçekten çok şaşırttı. Bu, Ermenistan’la aramızda büyükelçi olarak ilk temas oldu.

Peki, Ermenistan’la bu temaslar sürdü mü? Sürdüyse nasıl sürdü?

Sürdü. Beni bir kış günü Ermenistan’a davet ettiler. Ter Petrosyan cumhurbaşkanıydı. Ermenistan dramatik şartlar altındaydı. Elektrik dahil büyük yokluklar içindeydi. Cumhurbaşkanı Ter Petrosyan’la, Türk-Ermeni ilişkilerini nasıl geliştirebiliriz, düşmanlığı nasıl kaldırabiliriz diye uzun ve çok yararlı bir görüşme yaptım. Ter Petrosyan da benimle aynı fikirdeydi.

Bugün muhalefet partisinin lideri olan Ter Petrosyan size ne dedi?

“Ben geçmişin acılarını unutamam. Ancak geçmişe takılı kalmak da istemiyorum. Sorumlu bir devlet adamı olarak çocuklarımın, torunlarımın geleceğini düşünmek zorundayım. Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesini samimiyetle arzu ediyorum” dedi. O sırada Türkiye’yi Ermenistan’ın yeni anayasası ve bağımsızlık bildirisi gibi unsurlar rahatsız ediyordu.

Anayasada, bağımsızlık bildirisinde yer alan ifadeler Türkiye’yi şimdi rahatsız etmiyor mu?

Hâlâ rahatsız ediyor. Ama Ter Petrosyan, bunların aşılabileceği izlenimini verdi bana ve ben bu durumu Ankara’ya uzun bir raporla bildirdim. Daha sonra Sovyetler’den ayrılan cumhuriyetler bağımsızlıklarını ilan ettiler. Ben bu aşamada Ankara’ya gittim. Bütün bilgiler değerlendirildi.

Evet…

Bu toplantılarda, Türkiye’nin, bütün cumhuriyetlerin bağımsızlığını tanımasına ve Ermenistan hariç hepsiyle diplomatik ilişki kurmasına karar verildi. Maalesef Türkiye, Ermenistan’la diplomatik ilişki kurmadı. Hayatımda en çok üzüldüğüm ve Türkiye için ‘kayıp yıllar’ olarak gördüğüm dönem odur. 1991 ve sonrasıdır. Zaten 1993’te işler iyice çığırından çıktı ve Ermenistan Karabağ’ı işgal etti.

Eğer Ermenistan’la o gün diplomatik ilişki kurulmuş olsaydı bugün ne yaşanıyor olurdu? Ermeni sorunu çözülür müydü?

Türkiye’de gene bir Ermeni sorunu olurdu ama Türkiye, Ermenistan Cumhuriyeti’yle ilişkilerini normalleştirmiş bir ülke haline gelirdi. İki taraf da bu normalleşmeden yararlanırdı. Yani farklı bir gelişme,farklı bir oyun ortaya çıkardı ve bu diaspora Ermenileri’ne de yansırdı. Ama biz büyük devlet olarak denklem kuramadık. Ayrıca bu normalleşme, Ermenistan’la Azerbaycan arasındaki ilişkilerin de daha iyi olmasını sağlardı. Belki Karabağ’ın işgali önlenebilirdi. Ama biz Ter Petrosyan’a o dönemde yeterli ilgiyi göstermedik, ona yardımcı olamadık, durumu değerlendiremedik. Zaten sonra Ter Petrosyan iktidardan gönderildi ve Koçaryan cumhurbaşkanı oldu. O, radikal Ermeni milliyetçiliği politikası izledi. Biz Ter Petrosyan’a ülkesindeki yoklukları hafifletebilmesinde yardımcı olsaydık, Ermenistan’da milliyetçilik o kadar azgın olmazdı.

O sırada Özal cumhurbaşkanıydı. Demirel de DYP-SHP koalisyonun başbakanıydı. Ermenistan’la diplomatik ilişki kurulmasına kim karşı çıktı? Bürokratlar mı, siyasiler mi?

Dışişleri bürokrasisi içinde buna çok direnenler oldu. Turgut Özal bu fırsatın kaçırılmasına çok üzüldü. Tabii bağımsızlık bildirisinde hem Batı Ermenistan’dan bahsediliyordu, -Türkiye topraklarıydı bu-, hem de soykırımın tanıtılmasına çaba gösterileceğinden söz ediliyordu. Bu da Türkiye’den sanki toprak talebi varmış gibi bir izlenim yaratıyordu ama… Bütün bunlar diplomatik ilişki kurularak aşılabilirdi. Benim elimde de bağımsızlık bildirisini değiştirecek hazırlıklar vardı. Ama o dönemde buna karşı çıkıldı.

Niye karşı çıkıldı?

Ben bunu cesaret yoksunluğu olarak yorumluyordum. Ben Ter Petrosyan’la görüşmemi ilettim ama… Eğer diplomatik ilişki kurulmuş olsaydı, Türkiye Ermeni sorununda dünyada bu kadar sıkıştırılmazdı. Ermenistan’la münasebetlerini çok iyi tutan bir Türkiye’yi dünyada suçlamak o kadar kolay olmazdı. Meseleye sadece soykırım açısından odaklanmamalıyız biz.

Peki, ne yapmalıyız?

Biz bu bölgenin önemli bir ülkesiyiz. Bu bölgede barış ve istikrarın olması bizim lehimize. Geniş bir perspektiften bakıldığında hem Türkiye’nin hem Azerbaycan’ın hem de Ermenistan’ın çıkarı açısından Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi çok önemlidir. Sadece soykırım iddialarına odaklanmamalıyız derken, şunu demek istiyorum. Soykırım iddiaları diasporayı yaşatan bir unsur haline geldi. Soykırım iddiası bir endüstri oldu. Kendi insanlarını, müteşebbislerini, siyasetçilerini, sanatçılarını ve para mekanizmalarını doğurdu.

Ermenistan’la ilişki kurmayarak, Türkiye soykırıma odaklanmış olmadı mı peki?

Neticede öyle oldu. Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin gelişmesi, soykırım iddialarını tamamen bir kenara atmaz ama… Ter Petrosyan bana Alican sınır kapısını gösterip, “Bak,” dedi, “Bu kapı açılsa, insanlar birbirlerini görecekler, tanıyacaklar, kaynaşacaklar. İhtiyacımız olan bir sürü şeyi sizden alacağız. Geçmişteki sıkıntıların aşılmasına yardımcı olacak bu.” Ama bizim tuhaf bir çekingenliğimiz var. Biz kırmızı çizgileri ve tabuları bol olan bir ülkeyiz. ‘Ermenistan bize düşmanlık gösteriyor, Türkiye’den toprak talep ediyor’ deniyor. Artık retorikle hayatın gerçeğini birbirinden ayırmak lazım.

Hayatın gerçeği nedir?

İnsanlar retorik olarak bazı şeyler söyleyebilir, talep edebilir, hayal edebilirler. Onlar çok büyük bir Ermenistan’ın hayalini kurabilirler. Hayal etmenin sonu yok. Ama gerçekler ortada. Ermenistan’ın Türkiye’den toprak alabilmesi mümkün mü? Hangi aklı başında biri bunu düşünebilir? Ermenistan nüfusunun tamamı kadar Silahlı Kuvvetlerimizin asker sayısı var bizim. Kendimize biraz daha güvenmeliyiz.

Sokaktaki adam korkabilir ya da korkutulabilir ama gerçekleri bilen asker ve sivil bürokratların böyle korkulara ve kırmızıçizgilere sahip olmalarını nasıl açıklıyorsunuz?

Türkiye bu. Dışişleri, elbette ihtiyatlıdır. Meslek icabı çok ihtiyatlı davranmak bir kuraldır ama, sıfır risk almak da hiçbir sorunu çözmez. Türk kamuoyunca eleştirilmeyi de göze alamamaktır aynı zamanda bu. Bütün mesele şudur. Bir olay var. Ya bu olayın esiri oluyorsunuz. Ya da o olayı değiştirmeye çalışacak yöntemler buluyorsunuz. Biz olayın esiri olduk.

Türkiye Ermeni sorununun esiri oldu…

Evet. Bu sorunu çözecek başka bir denklem aramalıydık ama, açık verme ve içeride eleştirilme kaygılarıyla risk alınmadı. Ve, bir şey yapmayalım noktasına gelindi.

Şimdi Ermenistan’la diplomatik gelişmeler olurken tarihteki olaylar da tartışılacak mı?

Kaçınılmaz olarak tartışılacak. Bence bu, ilişkilerin normalleşmesinin önünde bir engel değil. Soykırım sözcüğü, bizim tarihî olaylarımızdan çok sonra konmuş bir tanım. Ama bu tanım bugün önemli ölçüde banalleşmiş durumda. Her insanlık dışı olay bir yerde soykırım olarak adlandırılıyor. Bizim de yaşadığımız olayların çok acı veren, çok trajik yönlerinin olduğu muhakkak. Ermeniler’in de bunu kendilerine yapılan büyük bir haksızlık olarak gördükleri muhakkak. Doğup büyüdükleri yerlerden zorla koparıldıklarını düşündükleri bir gerçek. Bu duyguları silemezsiniz. ‘Hayır, siz böyle düşünmeyin’ diyemezsiniz. Ancak onlara şunu söyleyebilirsiniz; ‘Evet, böyle şeyler yaşandı. Ama hayat bununla geçmez. Önümüzde bir başka hayat daha var. O hayatı, gelin birlikte dostluk içinde kuralım’ diyebilirsiniz.

Ermenistan, tarihle ilgili olarak Türkiye’den bu kadarlık bir beklentiye mi sahip? Barışı kurabilmek için onlara bunu söylemek yeterli mi?

Ermeniler elbette soykırım konusunu kurcalayacaklar. Bunu araştıracaklar. Bütün dünyaya benimsetmeye çalışan akımlar da her zaman olacak. Bu arada iki ülke arasında ‘ortak tarih komisyonu’ kurulması da ilk bakışta iyi bir açılım olabilir ama… Ermenistan bence tarihle ilgili çok büyük bir katkı sağlayacak durumda değil. Bence mesele tarihte değil. Ben, tarihî gerçeklerin bilinmediği varsayımını paylaşmıyorum. Gerçekler biliniyor. Pek çok şey biliniyor. Bütün mesele bu bilinenlerin nasıl algılandığı ve izlerinin ne olduğu. Bu izlerin geleceğe nasıl etki yaratacağı…

Anlamadım…

Bir Ermeni samimiyetle, halkının uğradığı durumun soykırım olduğunu düşünebilir. Biz de bunun böyle olmadığını düşünebiliriz. Burada takılır kalırsak hiçbir şeye varamayız. ‘Bunu tarihçiler bize söylesin’ demek de, tarihçilere fazla anlam yüklemektir. Çünkü her tarihçinin her olayı yorumlayışı farklıdır. Burada mesele, psikolojik sorunun nasıl aşılacağıdır. Ter Petrosyan bana, “O konuyu kenarda bırakalım, geleceğe bakalım. Bunda anlaşamayacağımız muhakkak. Toplumlar önce başka yöntemlerle kaynaşsınlar. Soykırım meselesinin üstünden böylece geçelim” diyordu. Bence de yapılacak şey budur. Bu konuyu deşmekten yarar çıkmaz.

Özellikle ABD’de ve Fransa’da yaşayan çok geniş bir Ermeni diasporası var. Soykırımın tanınmasında onlar ısrar etmeyecek mi peki?

Tabii ısrar edecekler. Ama Türkiye-Ermenistan ilişkileri düzelirse, diasporanın bugünkü etkisi olmaz. Çünkü Ermenistanlılar iyi komşuluğun somut yararlarını görecekler. Kapılar açılacak, ticaret artacak, zenginleşecekler.

Türkiye, İttihatçılar’ın yaptığı büyük Ermeni kıyımını kabul edebilir mi?

Zor. Bence biz kendi kendimizi darboğaza soktuk. Başta, hiç böyle bir şey olmamış, sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi davrandık. Şimdi, ‘evet bir şeyler yaşandı. Ama bunlar karşılıklı oldu’ diyoruz. Yarın bu tartışmalar nereye gidecek bilmiyorum. Ama bu konuda da psikolojik olarak yapılabilecek bazı şeyler var.

Neler yapılabilir?

Ben yetkili olsam, ne yaparım? Ben, ‘Osmanlı İmparatorluğu sırasında, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti hudutları içinde yaşayan ve bir şekilde tehcire tâbi tutulmuş olan, velev ki bu tehcir imparatorluğun başka bölgelerine bile olsa, bütün Ermeniler ve hatta başka azınlıklar da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına istekleri halinde otomatik olarak alınabilir’ derim. Kaç kişi gelir bilmiyorum ama… ‘En azından kendi yaşadığı köyden, kasabadan, şehirden seni zorla atmış insanlara karşı, ‘ben Cumhuriyet olarak sana tekrar dönme ve sana ve senin soyundan gelen insanlara bu ülkenin vatandaşı olma hakkını veriyorum’ denilir ve müracaat edenlere bu hak verilir.

Peki, tehcir sırasında Ermeniler’in geride bıraktıkları mal, mülk, zenginlik ne olacak?

Bunlar konuşulabilir. Bir fon kurulabilir. Malların geriye verilmesi, bütün bunların hesabının çıkarılması artık çok zor ama… Sembolik bir tazminat verilebilir. Önemli olan bir acı karşısında duyarsız olmadığımızı ve buna empatiyle baktığımızı, insanlık görevi olarak da bir takım telafi edici unsurlar üzerinde durduğumuzu belirtebilecek tutumlardır. Ben özür de dilerim aslında. Hangi şartlar altında olduğu çok tartışmalı ama… Ne olursa olsun, bu ülkeden bir insan gidiyorsa… Bunu sadece Ermeniler için de söylemiyorum. 6-7 Eylül hadiselerinde Türkiye’den giden insanlar için de söylüyorum. Rum vatandaşlar için de söylüyorum.

Özür dilemek derken nasıl bir özür dilemeyi kastediyorsunuz?

Bu olaylar Türkiye’ye yakışmayan hadiselerdir. Biz bunları tasvip etmiyoruz. Buradan giden insanlara sempatiyle bakıyoruz. Onları kardeşimiz olarak görüyoruz. Eğer isterlerse onları tekrar Türk vatandaşlığına kazandırmak isteriz…

Ve, onlara verdiğimiz acılardan ötürü de özür dileriz.

Evet. Acılardan ötürü… Evet… Bence bunlar yapılabilecek en iyi şeydir. Bizim gibi bir devletin yapması gereken şey budur…

Volkan Vural: ‘Rusya’nın üstüne gidilemez’
Neşe Düzel – 09.09.2008

“Rus-Türk ilişkileri çok bozulmaz. Amerika da, Avrupa da Rusya’yı dışlayamaz. Rusya, öyle üstüne üstüne gidilecek bir ülke değil. Gidilirse, çeşitli yerlerde Gürcistan’daki gibi arızalar çıkar.”

“Ermenistan’la önce sınır açılır. Bu, Türkiye’ye de fayda sağlar. Çünkü Türkiye sadece Gürcistan üzerinden Kafkaslar’a açılamaz. Ermenistan yolu, Türkiye’nin Orta Asya’ya çıkışını ve ihracatını artırır.”

-2-

Uzun yıllar boyunca Türkiye’nin önde gelen diplomatları arasında yer alan, Moskova, Bonn gibi önemli merkezlerde büyükelçilik yapan, ardından Birleşmiş Milletler Daimi Delegeliği ve Avrupa Birliği Genel Sekreterliği görevlerinde bulunan emekli büyükelçi Volkan Vural’la, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Ermenistan’ı ziyareti üzerine yaptığımız ve dün birinci bölümünü yayınladığımız konuşmanın ikinci bölümüne kaldığımız yerden devam ediyoruz.

NEŞE DÜZEL: Niye Ermenistan Gül’ü davet etti?

VOLKAN VURAL: Ermenistan, Türkiye ile işbirliğinin hem Ermenistan devletinin hem de Ermenistan halkının çıkarına olduğunu düşünüyor. Böylece bu davetle Ermenistan, hem Türkiye’ye hem de uluslararası camiaya bir jest yaptı. Ermenistan’ın komşularıyla ilişkilerini düzeltmesini isteyen Avrupa Birliği’ne Erivan bu yolla bir mesaj verdi. Aynı AB, biliyorsunuz, Türkiye’den de komşularıyla ilişkilerinde bir normalleşme bekliyor.

Bu davet, aramızdaki sorunların çözümünü kolaylaştırır mı sizce?

Kesin kolaylaştırır. Sanıyorum Cumhurbaşkanı da böyle düşündü ve kabul etti, Ermenistan’a gitti. Aksini düşünün. Eğer Türkiye daveti kabul etmeseydi ve Türkiye bütün dünyaya, kendisine uzatılan dostluk elini geri çeviren, sorun çözmek istemeyen, komşusuyla ilişki kurmayı arzu etmeyen bir ülke imajı verirdi. Sizi sportif bir faaliyete davet ediyorlar ve siz ‘hayır ben gitmem’ diyorsunuz. İçeride siyaseten riskli olsa bile Cumhurbaşkanı Gül’ün daveti kabul etmesi, etmemesinden daha kolay bir karardı.

Hangisi daha kolaydı? Davet etmek mi, daveti kabul etmek mi?

Her ikisi de önemli ama… Davet edebilmek tabii önemli bir karar.

Peki, Ermenistan’a cumhurbaşkanı düzeyinde ilk ziyaret gerçekleşti. Bu ziyaretten sonra şimdi ne tür adımların atılacağını düşünüyorsunuz?

Birincisi taraflar, yakın bir tarihte diplomatik ilişki kurulacağına dair bir mutabakat metni imzalayabilirler. İkincisi de, demiryolu bağlantısı sağlanabilir ve karayolu sınır kapıları açılabilir. İlk aşamada bunlar yapılmalı. Bence bu aşamaya yaklaşıldı. Kafkasya’daki konjonktür de buna yardımcı olacak. Çünkü Türkiye bir tek Gürcistan üzerinden Kafkaslar’a açılamaz. Ermenistan’la sınırın açılması, Türkiye’nin Orta Asya’ya ulaşımını ve ihracatını rahatlatır. Bütün bu faydalar karşılıklıdır. 

Bu adımların atılmasına Azerbaycan engel olmak isteyecek mi sizce?

Hayır. Çünkü Azerbaycan’la Ermenistan arasında, savaşa ve işgale rağmen yoğun diplomatik temaslar ve ilişkiler var. Barıştan, Azerbaycan da faydalanacak. Artık Karabağ sorununun da sonuna gelindi. Anlaşmanın da ana hatları, planı belli zaten. Karabağ sorununun çözümü için bir umut ışığı var. Ve bu sorunun çözümünü kolaylaştırıcı faktör de Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesidir. MHP lideri Türkeş de böyle düşünüyordu.

Türkeş ne düşünüyordu?

Türkiye ile Ermenistan-Karabağ işgali biter diye düşünüyordu. O da Ermenistan’ın o dönemdeki cumhurbaşkanı Ter Petrosyan’la görüşmeler yaptı. Türkeş’in dış politikaya yaklaşımı son derece yapıcı, yenilikçiydi, hesaplı bir açılımcıydı.

MHP bugün partinin kurucusu Alparslan Türkeş’in tam tersi bir tutum içinde. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?

Beni asıl şaşırtan CHP’nin tutumu oldu. Sorunların çözülmesini istemeyen, Türkiye’yi geçmişte tutmak isteyen yaklaşımlar. Bu politikaların Türkiye’ye bir faydası yok.

Ermenistan’la sınır kapısının bugüne kadar kapalı tutulmasının Türkiye’ye avantajı ne oldu?

Hiçbir avantajı olmadı. Güya Ermenistan’a, ‘biz sizi anayasanız ve bağımsızlık bildiriniz yüzünden cezalandırıyoruz’ mesajı verildi. Bakın… Diplomaside geleceğin daha barışçı ve insani yaşanmasını sağlamak için yaratıcı yaklaşımlar üretmek lazım. Diplomasi sorunları üretmek ve büyütmek değildir. Diplomasi sorun çözmektir.

Şimdi Ermenistan sınır kapısının açılması ne sağlar taraflara?

Ermenistan açısından müthiş bir psikolojik rahatlık sağlar. Ayrıca artan ticaretle ve iş imkânlarıyla birlikte Kars ve Iğdır bölgesindeki halkın Batı’ya iş için göçünü de önler. İhracatçılara ise Orta Asya’ya gidişte iyi bir güzergâh ortaya çıkar. Böylece demiryoluyla büyük miktarda mal nakli mümkün olur. Mevcut enerji projelerine Ermenistan’ın da katılmasıyla enerji güvenliği daha gelişir.

Bu kapı yakında açılır mı peki?

Türkiye eğer tekrar kabuğuna çekilmezse açılır. Elbette Ermenistan’la ilişkilerimizin trajik bir yanı var ama umut ediyorum ki, Cumhurbaşkanı Gül’ün ziyareti ilişkilerde bir güven ortamı yaratarak yeni açılımları sağlar.

Abdullah Gül’ün Erivan’a ziyareti ne tür bir zihniyet değişikliğinin sonucu olarak gerçekleşti?

AKP’nin dış politikaya yaklaşımı, sorunları örtbas etmeye ve ertelemeye değil, sorunları çözmeye yönelik yenilikçi bir yaklaşım. Kıbrıs’ta bunun olumlu bir örneğini gördük. Şimdi Ermenistan konusunda da uzatılan eli geri çevirmeyerek doğru davrandı AKP.

Bugün Dışişleri Bakanlığı, Ermeni sorunu hakkında ne düşünüyor?

Dışişleri, Ermeni sorunu konusunda çok acı bir deneyime sahip. ASALA terör örgütüne kurban vermiş bir kurum o. Bütün bunlara rağmen, Ermenistan’la ilişkiler konusunda son yıllarda çok daha bilinçli ve sistematik çalışan bir kurum haline geldi Dışişleri. 1990’lardaki o ilk hatalar daha sonra anlaşıldı. Şimdi kendi trajedisini ve acılarını unutarak Ermenistan’la ilişkilerin normalleşmesine çalışıyor.

Gürcistan-Rusya gerginliği, bu gezinin düzenlenmesinde bir rol oynamış olabilir mi sizce?

Ermenistan Cumhurbaşkanı’nın daveti Gürcistan krizinden önce oldu. Ama Türkiye’nin daveti kabul etmesinde, Gürcistan faktörü de tabii rol oynamıştır.

Ermenistan’la ilişkileri, Türkiye’nin Kafkas politikasını nasıl etkiler?

Ermenistan’la ilişkilerin olumlu gitmesi, bize Kafkasya’da daha büyük bir rol oynama imkânı verir. Mesela Kafkas İşbirliği Platformu diye bir önerimiz var bizim. Eğer buna Kafkas ülkeleri dahil olamazsa, bu platform çöker. Karabağ sorunu varken, Azeri-Ermeni münasebetleri bu haldeyken, bu platformun sağlam ve başarılı olması beklenemez. Demek ki Kafkasya’da sorunların çözülmesi lazım.

Gürcistan’da dişlerini gösteren Rusya’yla bundan sonraki ilişkilerimiz nasıl olacak?

Çok bozulmaz. Rus-Türk ilişkileri çok sağlam ve bağlayıcı gerekçelere dayanıyor. İki ülke arasında inanılmaz bir ekonomik işbirliği var. Kimse bunu feda edemez. Ne Türkiye birdenbire Rusya’ya olan doğalgaz ve petrol bağımlılığını azaltabilir, ne de Rusya Türkiye gibi önemli bir pazarını kaybedebilir.

Rusya ile Batı arasındaki gerginlik tırmanırsa Türkiye nasıl bir politika izler?

Batı’nın da Rusya’yı dışlaması mümkün değil. Rusya dışlanacak bir ülke değil. Rusya’ya karşı zaman zaman haksızlıklar yapılıyor. Onun görüşlerine biraz daha itibar edilmeliydi ve hassasiyetleri biraz daha anlaşılmalıydı. Üstüne üstüne gidilemez Rusya’nın. Gidilirse, Gürcistan’da olduğu gibi çeşitli yerlerde arızalar çıkabilir.

Ermenistan ile ilişkilerimizin düzelmesi Rusya’yla ilişkilerimizi nasıl etkiler sizce?

Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin gelişmesi Rusya’nın aleyhine bir faktör değil. Bu yüzden Rusya’nın çok itirazı olacağını, bu konuyu ön planda tutacağını sanmıyorum.

Ermenistan ile ilişkilerimizin normalleşmesi Batı’yla ilişkilerimizi nasıl etkiler peki?

Olumlu etkiler. Ermenistan-Türkiye ilişkilerinin düzelmesinden zararlı çıkacak olanlar, Türkiye, Ermenistan ve dünyadaki aşırı milliyetçilerdir. Bunlar, düşmanlıktan beslenenlerdir.

Türkiye, Suriye’de dörtlü zirveye katılıyor, Suriye ile İsrail arasında arabuluculuk yapıyor, Ermenistan’la yeni bir süreç başlıyor. Dış politikada yeni bir dönem mi açılıyor?

Türkiye çok boyutlu olmak zorunda. Bu ülkenin tarihi ve coğrafyası bize böyle olmayı dikte ediyor. Bizim, Ortadoğu’yla, Kafkaslar’la, Batı’yla, AB’yle ve Amerika’yla birbirinin içine giren çok girift bağlarımız var. Dış politikada sorunlar hiç bitmez ama… Biz sorunlarımızı görmezden gelerek, örtbas ederek bu sorunların kendiliğinden ortadan kalkacağını düşündük. Sorunların çözümünü erteleyerek aslında biz sorunları büyüttük ve çok zaman kaybettik. Şimdi Türkiye’de biraz daha cesur, sorunların üzerine giden çözümleyici bir tavır var. Ayrıca bu hükümetin Ortadoğu politikasında Araplar’la münasebetlerinin yakın olması da bir avantaj.

Niye?

Bu politikayı, İsrail’i kırmadan gerçekleştirebiliyor. Dolayısıyla böyle bir güvenilirlik sonucunda, o bölgede ‘arabuluculuk’ değil ama ‘kolaylaştırıcı’ bir rolümüz olabilir.

Siz dünyayı çok iyi tanıyorsunuz. Türkiye’yi komşuları nasıl algılıyor?

Biz kendimizi sorunlarıyla baş edemeyen güçsüz, takatsiz bir ülke olarak görüyoruz ama dışarıdan bakanlar bizde tam tersini görüyor. Dinamik, agresif, büyüyen çok canlı Türkiye görüyor onlar. Ayrıca bir ülke kendi iç sorunlarını ve ekonomisini ne ölçüde düzlüğe kavuşturursa, dış politikasında da o denli başarılı olur. Eğer güçsüz bir ekonomiye sahipseniz, istediğiniz kadar dünyanın en dâhiyane fikirlerini ortaya atın, bunun başkalarına cazip gelmesi zordur.

Son dönemde dışarıda etkili olduğumuz gözüküyor. Bunu neye borçluyuz?

İçeride güçlendikçe ve istikrara kavuştukça, Türkiye’nin başarılı bir dış politika rolü oynama şansı artıyor. Son dönemde bizim böyle bir imkânımız var. Hem tek parti iktidarı söz konusu hem de dünya konjonktürü bize yardımcı oldu, ekonomik olarak büyüdük. Bir de tabii AB’yle müzakereler başladı. AB’ye üyelik süreci, Türkiye’nin dışarıdan demokratik ve dinamik bir ülke olarak olumlu algılamasında çok önemli bir rol oynuyor. Bizim dış dünyada etkili olabilmemiz Avrupa Birliği’yle çok bağlantılı.

Bu dış politikanın içerdeki yansıması ne olacak sizce?

Eğer Kıbrıs sorununda nihai bir çözüm gerçekleşirse, Ermenistan’la ilişkilerimiz normalleşirse, ağır bagajlarımızdan kurtulur, hem içeride hem dünyada rahatlarız ve koşabilecek hale geliriz. Yoksa bugüne kadar bu sorunlarla ilgili kendimizi savunmak için gösterdiğimiz gayret, bize dış politikada önemli bir ayak bağı oldu. Kendimizi savunmaktan yaratıcı çözümlere vakit ayıramadık biz. Şimdi bu sorunları çözersek, Türkiye olarak yaratıcı çözümlere artık vakit bulacağız. 

Yorumlar kapatıldı.