İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

CEMAAT VE SİVİL YÖNETİM

CEMAAT VE SİVİL YÖNETİM

CEMAAT

Yaşadığımız çağın özelliklerinden biri de bilgiye çok kolay ve ucuz ulaşılabilmesi. Evlerimizde bir ansiklopedinin bile bulunmadığı dönemlerden, bilgisayar teknolojisine geçiş, inanılmaz bir aşama. Ancak bu bilgiye kolay ve ucuz ulaşım aynı zamanda bazı sorunları da beraber getiriyor. Ulaşılan bilginin her zaman doğru ve güvenilir olmaması, yoğun ve karşıt bilgilerin varlığı kavram kargaşasına ve doğal olarak yanlış sonuçlara varılmasına neden oluyor. Terim ve kavramların anlamında anlaşmadan yapılan tartışmalar ciddi olarak sağırlar diyaloguna dönüşüyor.

Son yıllarda bazı gruplar tarafından ortaya atılan cemaat ve cemaatçilik sözleri de yanlış anlaşılan kavramlardan biri. Bu grupların cemaat tanımı genel olarak laikliği din gibi gören ya da din karşıtlığı sanan, dindarlığı ilkellik, en azından çağ dışılık olarak kabul eden büyük toplumun pozitivist kesiminin görüşüne benziyor. Ermeni cemaati de eski çağdışı tarikatlarına benzetiliyor. Söz konusu gruplarca cemaat yaklaşık şöyle tanımlanıyor: cemaat, bütün kararları yönettiği topluluk tarafından sorgulanmadan kabul edilen bir üst otorite, bir Şeyh ile özel ve kamusal alanda bireysel kimliği olmayan, her hareketi için bu otoritenin kararını bekleyen bu nedenle de kişiliksiz ve kendine güvenmeyen mürit denen cemaat mensuplarından oluşan topluluk. Görüldüğü gibi tanımlanan cemaat yapısı, modern toplum öncesi feodal toplumlara ait, komünal ya da yarı komünal tarikat yaşantısına benzer bir formdur.

Köprü Dergisinde, bir araştırmacı İslami cemaatler konusunda şu bilgileri veriyor:
“Şimdi Türkiye’de öne çıkan cemaatler—çok sayıda cemaat var, yerel, bölgesel, ulusal çapta, hatta uluslararası boyutları olan çok sayıda cemaat var— içerisinde önemli bir bölümü tarihsel cemaatler. Yani malum, özellikle tasavvuf hareketleri, Nakşîlik, Kadirilik gibi, öteden beri gelen, silsileli, devamlı tarikatlar. Ama tabi Cumhuriyetin koşullarıyla birtakım yapısal değişikliklere uğramışlar ama sonuç olarak bunlar büyük ölçüde tarihsel bir kökene sahipler. Esas Cumhuriyet dönemine ait cemaatler var. Cumhuriyetle beraber ortaya çıkan cemaatler var. Bunlar Nurculuk ve Süleymancılık en temel, öne çıkan cemaatler. Daha sonra 90’lı yıllarla beraber, bir takım—Cumhuriyetin ürünü olduğu söylenebilecek—“post modern İslami yapılar” da ortaya çıktı. Sonuç olarak bir yanda Nakşîlik, Kadirilik gibi tarikatlar, bir yandan da Nurculuk, Süleymancılık gibi ekoller var. Bunlar arasında farklar da var ama üç aşağı beş yukarı aynı mecralarda—üslup ve yöntem farklılıkları olmakla beraber—bu güne kadar gelmişler.

Mesela (cemaat) bir güven duygusu veriyor. Bir yere ait olma duygusu, yalnız değilsin. Özellikle şeyh veya abiyle birebir ilişki çok önemli, psikolojik açıdan. İnsanların kaybettiği komşuluk ilişkilerinin yerini tutuyor. Mesela bir tarikatın zikrini izledim, aynı bizim Çağlayan’da kahvede kağıt oynayan insanların durumu gibiydi zikir yapan insanlar. Bu şekilde birebir eşleme çok doğru olmaz ama insanların suratları, giyim kuşamları hep aynı. Gelip zikrini yapıyor ve gidiyor. Tabii ki yalnız olmaktan çok daha iyidir. Kimlikleri böyle şekilleniyor. Ama yani şuna inanıyorum, artık böyle kayıtsız şartsız itaatle şekillenemez. Artık o devirler geçti. Aslında bu eskiden beri böyle. Mesela şeyh-mürit ilişkisinin ne kadar aldatıcı olduğuna dair anlatılan şeyler var. Hacı Bayram Veli’nin bir buçuk müridi hikayesi gibi…” (1)

Görüleceği gibi çağdaş İslami cemaatlerin çok büyük bir bölümü de yukarıdaki tanımda söz edilen cemaat yapısıyla bağdaşmaz. Sanayi devrimi sonrası modern toplumlarda, şehirlerde görülen cemaat denen formların da feodal dönemlerdeki cemaatlerle ilgisi yok denecek kadar azdır. Türkiye Ermenileri ise asırlardan beri hiçbir zaman böyle bir cemaat statüsünde yaşamamışlardır. Çünkü öncelikle, Ermeniler arasında Müslümanlık gibi çeşitli tarikatlar ve şeyhlik yoktur. İkinci olarak Ermeniler hep geniş bir coğrafyada dağınık yaşamışlardır.
——————————
(1)http://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=Anasayfa

Bu tanımdan yola çıkan bazı kişiler, patriklik ve kilise yandaşı Türkiye Ermenilerini – en azından cemaatin büyük bölümünü- mürit olarak görüyor, küçümsüyor, suçluyorlar. Düşünün, aklı başında hangi Türkiye Ermenisi kendini bu tarif edilen kişiler gibi, kimliksiz, kişiliksiz hisseder? 154 yıl önce, -gününe göre- çok gelişmiş bir demokratik yönetim kuran Türkiye Ermenilerinin büyük bir bölümünü feodal ilkel bir toplum olarak görüp küçümsemek olsa olsa en azından ciddi bir bilgisizliktir. Bu gün Türkiye Ermenileri arasında da semtçilik, hemşehrilik, dedikodu düşkünlüğü gibi bazı köylülük özellikleri görülüyorsa da bu özellikler toplumu yukarıdaki tanıma uygun çağdışı bir cemaat yapmaz.

KELİMELERİN SİHRİ

Ben kelimelerin sihirli gücü olduğuna inananlardanım. Öncelikle neden cemaat yerine toplum denmediğini sorgulayalım. Hemen hatırlatmalıyım ki hem cemaat yönetimi hem de cemaat mensupları, yerine göre her zaman cemaat sözünü de toplum sözünü de kullanmaktadırlar. Türkiye Ermeni toplumu, bildiğiniz gibi hem dini hem de milli bir azınlıktır. Yasaların ve Lozan’ın bizi sadece dini azınlık olarak görmesi bu gerçeği değiştiremez. Bu coğrafyada yüzlerce ırk ve din kaybolurken, Ermeni toplumunun kaybolmamasının en önemli nedeni seçtiği din ve (Doğu Ortodoks) mezhebidir. Atalarımız, Doğu Ortodoksluğunu seçerek asırlarca büyük baskılara rağmen Bizans ve Ruslara karışıp yok olmamışlardır. Yine atalarımız Hıristiyanlığı seçerek, asırlarca Müslüman imparatorluklar içinde, gereğinde çocuklarını devşirme olarak vermek pahasına, gereğinde farklı vergiler ödemek, belli renklerde elbise ve ayakkabı giymek pahasına varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bugün Anadolu’da Ermenice konuştuğu halde Ermeniliği kabul etmeyen grupların yanında, tek bir kelime Ermenice bilmeden dinini kaybetmediği için ben Ermeni’yim diyen grupların varlığı da bunun açık delilidir. Türkiye Ermenilerinin en önemli varlık nedenlerinden biri olduğu için dinin Türkiye Ermenileri için ayrı ve özel bir önemi vardır.

Cemaat sözü Osmanlı’dan bu yana -azınlıklar için kullanıldığında- daima dini ve milli bir toplum anlamına gelir. Ermeni cemaati yerine Ermeni toplumu demek yanlış olmaz. Ancak öncelikle devlet, Lozan Antlaşmasında sadece gayrimüslim dini azınlığın sadece bir bölümünü (Ermeni, Rum ve Yahudi), azınlık olarak tanımış diğer din, dil, etnik köken gibi farklılıkları azınlık olarak tanımamıştır. Kısacası devlet gözünde azınlıklar dini azınlık, bu nedenle de dini topluluk anlamında cemaattir. Bu yüzden örneğin cemaat vakıfları yerine toplum vakıfları diyemeyiz. Yasadaki cemaat vakfı yerine toplum vakfı sözünü koyarsak ortaya anlamsız bir tamlama çıkar. Aynı sorun cemaat okulları yerine toplum okulları derken de söz konusudur. Denebilir ki, canım cemaat vakfı demeyelim, azınlık vakfı diyelim, bu da başka bir gariplik doğurur. Öncelikle yasa, bizim özel bir vakıf türü olan vakıflarımızı cemaat vakfı olarak tanımlamaktadır. Azınlık vakfı sözü Medeni kanuna göre kurulan örneğin Ermeni Öğretmenler Vakfını da kapsar. Hâlbuki bu vakfın cemaat vakfı ile hiçbir ilgisi yoktur. Farklı yönetilir, farklı organları, farklı seçimi vardır. İkinci olarak azınlık vakfı sözü, Türk Devletinin – bizce yanlış- kabulüne göre azınlık sayılmayan Süryani, Keldani ve Asurî gibi gayrimüslim grupların vakıflarını kapsamayacaktır. Bu grupların vakıflarını cemaat vakfı saymamak ciddi bir hata ve kabul edilemez bir haksızlık olur. Aynı sorun okullar için de geçerlidir. Azınlık okulları, dernek statüsünde olan bazı azınlık okullarını da kapsar ki aslında bu okullar cemaat okulu değil, özel okuldur.

Cemaat tanımına geçmeden önce, cemaat sözünün geçmişine bakalım. 20. Yüzyıl başına kadar “millet” sözü dini topluluk yani cemaat anlamında kullanılıyordu. Ermeni milleti, Rum milleti ve Müslüman milleti derken, din temelli bir ayrımı temel alan cemaat kastediliyordu. Nitekim Ermeni nizamnamesinin adı, Nizamname-i Millet-i Ermenyan’dır. Ancak 20.yüzyılın başlarından sonra millet sözü ulus anlamında kullanılmaya başlayınca, millet sözünün yerini cemaat sözü aldı. Burada cemaat sözü hem milli hem dini azınlık anlamında kullanılmaktadır. Ermeni cemaati, Rum cemaati, Yahudi cemaati hem aynı dinden ve hem de aynı milleten olmak anlamına gelir. Devlet bizi dini azınlık olarak tanıdığı gibi, en önemli varlıklarımız olan vakıflarımız yasalarda zorunlu ve haklı olarak cemaat vakfı olarak geçtiği için cemaat sözü hep kullanılmaktadır. Bu cemaatlerin varlığı –AnaBritanica’da belirtildiği gibi- yasa ile saptanmıştır. Yani klasik anlamda cemaat değil aynı dinden ve aynı milletten olan azınlık gruplarıdır. Dünyanın hiçbir yerinde yasa ile kurulmuş klasik anlamda bir cemaatten söz edilemez.

Çağdaş azınlıklar için kullanılan cemaat sözünün, feodal ilkel yapılar için de kullanılması, bazı azınlık mensuplarının istismarına yol açmaktadır. Bu söz, bu kişiler ve onları izleyenler tarafından çağdışı tarikatlarına benzer bir anlamda kullanılmaktadır. Ben bugüne kadar, insan hakları savunucularının da, en azılı azınlık ve yabancı düşmanlarının da azınlıkları kötülemek için cemaat yapısını eleştirdiklerini görmedim, duymadım.

Cemaat sözüne gelince:
Cemaat sözcüğü Arapça cem yani toplama kökünden gelen bir kelimedir. Cemaat sözcüğünün öz Türkçe karşılıklarından biri de toplumdur.

AnaBritanica azınlık cemaatini şöyle tanımlıyor: “Osmanlı Devleti’nde uzun süre zimmî taifesi denen Gayrimüslimler, Tanzimat Fermanı’nın (1839) getirdiği hukuksal düzenlemeyle cemaat oluşturma hakkını elde ettiler. Meşruluğu devletçe tanınan din ve mezheplere bağlı olan bu topluluklar cemaat olarak adlandırıldı. (Yahudi cemaati, Ermeni cemaati, Rum Cemaati vb).”

Çeşitli sözlüklerde cemaat şöyle tanımlanıyor:
Cemaat: 1.- İnsan topluluğu. 2.- Toplum. 3.-Bir yere toplanmış kalabalıklar 4.- Bir imama uyup namaz kılanlar. 5.-Bir mezhepten olan topluca ahali. 6.- Aynı dinden veya soydan olanların meydana getirdiği topluluk. 7.- Aynı işi yapanların veya ortak bir tarafı olanların meydana getirdiği topluluk.

Türk Dil Kurumunun Toplumbilim Terimleri Sözlüğünde, topluluk ya da cemaat şöyle tanımlanıyor: “1.- Sınırları belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan ve bir uygarlığı paylaşan bireylerin oluşturduğu değişik boyutlarda insan kümeleri. 2.- Üyeleri birbirlerine duygusal bağlarla bağlı, toplumsal ilişkilerin yüz yüze olduğu, yüksek ölçüde bütünleşmiş herhangi bir toplumsal küme. 3.- Toplum (cemiyet) teriminin karşıtı; ileri ölçüde bütünlenmiş, birincil ilişkilerin egemen bulunduğu, ekinin (kültürün) geleneksel ve türdeş olduğu kapalı yerel kümeler.” (2)

Cemaat sözünün ansiklopedik ve sözlük anlamına dikkatli bir bakış bile feodal yapılarda görülen bir formdan yola çıkarak cemaatler için genellemeler yapmanın yanlış olduğunu göstermeye yeter.

Cemaat kavramını ilk defa sosyolojik bir kavram olarak ele alan Alman sosyolog Ferdinand Tönnies’dir (1855–1936) (3). Tönnies (Gemeinschaft und gesellschaft) “cemaat ve cemiyet” isimli eseriyle cemaat ve cemiyeti tanımlamıştır. Tönnies’e göre toplumsal hayat iki temel kategoriye ayrılır: Cemaat ve Cemiyet. “Doğal istemin baskın olduğu her türlü birliği cemaat (Gemeinschaft), ussal istem tarafından şekillendirilen ve esas itibariyle onun tarafından yönlendirilenleri de cemiyet (gesellschaft ) olarak adlandırıyorum. Bu itibarla söz konusu kavramlar, birlikte olmanın esas ve eğilimlerinin kalıp niteliklerini ifade etmektedirler. Dolayısıyla her iki isim de kullanıldıkları çerçevede, toplumsal antiteleri veya grupları tanımlayıcı olarak çağrışım veya yan anlamlarından sıyrılmaktadır; gerek cemaatin gerekse cemiyetin esası, gösterileceği üzere, her türlü birliğin içerisinde iç içe geçmiş olarak bulunur. ”(4) Tönnies’e göre, cemaatteki dayanışma kan ve akrabalık bağına dayanan organik, cemiyetteki dayanışma ise mekaniktir. Çünkü Tönnies cemaat hayatını canlı bir organizmaya benzetir. Bir canlıda organlardan birisi ağrıdığında tüm vücut bu acıyı duyduğu gibi cemaat hayatında bir ferdin üzüntüsü bütün cemaate yayılır. Bu yüzden Tönnies, cemaat hayatındaki dayanışmaya organik der. Yine Tönnies’e göre cemiyet hayatında ise iş bölümü nedeniyle makinenin parçalarının birbirlerini tamamlayıp işleyen bir bütün haline gelmesi gibi ilişki mekaniktir. Her parça birbirine muhtaçtır Tönnies bu ilişki ve dayanışmaya da bu nedenle mekanik ilişki der. Tönnies cemaat kavramını çok geniş tutuyor, modern toplum öncesi geleneksel bütün toplumsal formları ve örgütlenme modelini cemaat kabul ediyor. Öyle ki, köy, hemşehrilik hatta geniş aileyi de cemaat kabul ediyor. Cemaatte fert geniş ölçüde toplumsal iradeye uyarken, cemiyette kararlar bireysel seçimle verilir. Tönnies değişimin cemaatten cemiyete doğru olduğunu ve cemiyetleşen toplumun cemaate dönüşemeyeceğini vurgular. 
—————————————-
(2)Felsefe Ansiklopedisi- Orhan Hançerlioğlu – Cilt 6- Remzi Kitapevi 1979
(3)Felsefe Ansiklopedisi – Orhan Hançerlioğlu- Cilt 2-Remzi Kitapevi 1979
(4)Şehir ve Cemiyet Weber- Tönnies-Simmel –Hazırlayan: Ahmet Aydoğan, Çevri Ahmet 
Aydoğan- İz yayıncılık 2005 – S.203

Görüldüğü gibi Tönnies’in cemaat tanımı yukarıdaki cemaat tanımından çok daha geniş bir alanı kapsar. Bu açıdan bakılınca Türkiye Ermenileri hatta Türk toplumu cemaat olarak görülebilir. Ancak Türkiye Ermeni toplumunu, halkın özel ve kamusal her alanına müdahale eden ve yöneten bir lider ve ona sorgusuz sualsiz baş eğen bir çeşit kölelerden oluşan ilkel bir cemaat yapısıyla bağdaştırmak en azından insafsızlık olur.
.
Bu gün teorik alanda sivil toplum örgütlerinin de (NGO) bir çeşit cemaat olup olmadığı tartışılıyor, sanal cemaatlerden(5) söz ediliyor hatta İsmail ağa cemaati gibi cemaatlerin sivil toplum örgütü (NGO)(6) olduğu söyleniyor. Durum böyleyken, Türkiye Ermenilerinin hangi nedenle olursa olsun çağdışı bir tarikata benzetilmesi büyük bir haksızlık ve bilgisizliktir.

ÇAĞDAŞ CEMAATLER
Bu gün bir kaç tür cemaatten söz etmek mümkündür. Bunların ilki çağdaş az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin halklarıdır. Tönnies’in tanımına uygun olarak, ancak ekonomik ve politik olarak gelişmiş ülkelerin cemaat aşamasını geçip cemiyetleştiği söylenebilir. Bu duruma göre Ermenilerin de Türklerin de cemaat aşamasında olduklarını ileri sürmek yanlış olmaz. İkinci olarak küreselleşmenin getirdiği paradoksal bir durum var. Küreselleşmeyle çelişir bir görüntü vererek etnik kültürler öne çıkıyor. Bu durum çağdaş insan ve azınlık haklarının bir sonucu olarak görülebilir. Bu nedenle öne çıkan etnik unsurların cemaat yapısı göstermeleri doğaldır. Ancak bunların hiçbiri çağdışı feodal cemaat yapısıyla bağdaşmaz. Son olarak gelişmiş toplumlarda bir sosyalleşme biçimi olarak çağdaş, sanal, postmodern ve akademik cemaatlerden söz etmek mümkündür.

“19. yüzyıl sosyoloji kuram(cı)larının (Spencer, Comte, Durkheim ve hatta Marx) ilkel, geleneksel, farklılaşmamış, meta üretimine dayalı olmayan ve kolektif bilincin benzerlikler üzerinde yükseldiği yaşam tarzlarını ya da örgütlenme biçimlerini anlatmak için kullandıkları cemaat (community, gemeinschaft) sözcüğü, günümüzde postmodernizm ile birlikte toplumbilimciler ve sanatçılar-edebiyatçılar için oldukça cazip bir kavram haline geldi.
…Siyasal İslam’ın yükselişi, epistemolojik alanda anarşist içermelere yönelim (“yönteme hayır” diyen Feyerabend), toplumsalın ve tarihin sonuna gelindiği iddiasının prim yapması (Baudrillard ve Fukuyama), sözde yeni sivil toplum örgüt ve alanlarının yaratılması (tarikatlar vd.) gibi olaylar/gelişmeler, acaba yabancılaşma sürecine karşı yeni ve etkili bir toplumsallaşma (cemaatleşme) geleneği mi başlatmaktadır? Ve üniversitelerde çeşitli çıkar noktalarında buluşarak, kendilerini küçük gruplar içinde ifade etmeyi, demokrasinin göstergesi (ve elbette başarısı) olarak niteleyen cemaatçi akademik gelenekler, haritanın neresinde duruyor?
…Aslında cemaatleşme ya da kendini cemaatler biçiminde ifade etme, en eski sosyalleşme biçimlerinden biridir -toplum biçimi ve toplumsal sosyalleşme daha sonradır. Toplumun geniş, anonim, yaygın, ikincil ilişkilerinin yerine daha içe dönük, dışa görece kapalı ve geleneksel bir yaşam tarzını ifade eden cemaat türü topluluksal örgütlenme biçimi, sadece kapitalizm öncesi toplumlara ve dini alana özgü değildir. İnsanoğlu, hemen her tarihsel dönemde büyük bir bunalım ve yıkıcılığın ardından kapalı bir toplumsal yaşam tercihine yönelebilmiştir. Antik Roma İmparatorluğu’nun dağılmasının ve Hıristiyanlığın güçlü bir tek Tanrılı din olarak ortaya çıkışının akabinde insanlık, kentsel uygarlığın hareketli alanından kırsal yaşamın durağan alanına çekilmiştir. Yine, Sanayi Devrimi sonrası ortaya çıkan yoksulluk, hastalık, evsizlik, kitlesel ölümler, suçluluk, alkolizm, fuhuş, vb. olumsuz etmenler (başta aydınlar olmak üzere) insanları doğaya yöneltmiş ve böylece yıkıcı kent uygarlığından (haliyle kapitalizmin etkilerinden) kaçılabileceği sanılmıştır.
…Cemaatleşme eğiliminin en ileri endüstriyel toplumlarda, iyi eğitimli bireyler ve son derece popüler sanatçılar arasında görülmesi, cemaat kavramının tanımsal alanının genişlediğini göstermektedir. Günümüzde bir yandan bilgi çağı ya da enformatik topluma girdiğimiz söylenirken (ve bunun teorisi yapılırken), öte yandan hiç de ileri olmayan kişi, kimlik, aidiyet, örgüt ve yaşam tipleriyle karşılaşmaktayız. Bazı kesimler (örneğin, merkezdeki ve uçtaki muhafazakarlar) bu durumun iyi bir şey olduğunu söyleyip, postmodernitenin modernite karşısındaki galibiyetini ilan ettiler. ‘Herkesin kendi kafasına göre takılması’ diye özetlenen postmodernizm içinde cemaat olgusunun kutsanması, bazı öğeler (farklı doğrular, yerellik/yerli bilgi, vb.) açısından demokratikliğin gereği olarak da yorumlandı. Pozitivizmin ve elbette yöntemin sorgulanması (Feyarebend), toplumsal bilimlerde kesinliğin değil, farklı doğruların olabileceği savına yol açtı. Her cemaatin önermelerinin birer doğru olarak görülmesi, neredeyse toplumda bir “doğrular enflasyonu”nu ortaya çıkardı (bu durum, birden fazla yanlış yerine birden fazla doğru olabileceği anlayışına yol açtı). Hemen herkesin haklı olduğu iddiası, ardından herkesin doğrularını gündeme taşıdı.(7)
 
————-
(5)http://www.mmistanbul.com/makaleler/kavramlar/sanal_cemaat/sanalcemaatler.html
(6)http://www.candundar.com.tr/index.php?Did=3471
(7)Kemal İnal – http://www.evrenselbasim.com/ek/yazi.asp?id=35

Cemaat konusuna Fransız laikliği yönünden bakmak yerine ABD seküralizmi gözünden bakarsak farklı cemaat yapılarını daha kolay görebiliriz. Bilindiği gibi ABD seküralizmi Fransızların aksine dini tamamen devlet dışında görür ve devlet tekeline almak gibi bir kaygısı yoktur. Bu nedenle ABD’de cemaat formu sanayi devrimi sonrası modern toplumun formlarından biri olarak görülür. Yani her cemaati feodal, toprağa bağlı toplumların ilkel formu olarak görmek de büyük bir yanlıştır.

Çağdaş kente yerleşen cemaatlerin, klasik cemaatlerden pek çok bakımdan farklı olduğu açıktır. Artık cemaatin yerleşim yeri köy değil, kenttir. İster istemez başka gruplarla iç içe yaşamak söz konusudur. Şehirlerde gettolar oluşturulsa bile, bunların tamamen saf olmasını sağlamak imkânsızdır. Kentli yaşamda toprağa bağlı yaşamdan çok farklı olarak cemaat yönetimi, bütün sosyal ve ekonomik yaşamı kapsayan, bireyin her sorununa çözüm üreten bir yapı olmaktan çıkmıştır. Komünal ya da yarı komünal bir yaşamdan söz edilemez. Kentte artık insanlar cemaatini seçmektedir. Yine modern çağda cemaatlerden üye kolayca çıkabilir, feodal yapıda ise ayrılmak son derece zor, hatta imkânsızdır. Çağımızdaki cemaatlerin önemli bir bölümü sivil toplum örgütü (NGO) olarak görülebilir. Hatta bu gün etrafı duvarlarla ve korumalarla çevrili modern getto diyebileceğimiz konutların bulunduğu siteler de bir çeşit cemaat sayılabiliyor. Görüleceği gibi ister feodal yapıda olsun ister modern çağda olsun Ermenileri ilkel feodal cemaat kabul etmek mümkün değildir. Türkiye Ermenilerinin en önemli ortak yanları ortak etnik köken, ortak din, dil ve kültürdür. Özellikle dil ve kültür konusunda bile kesin bir homojenlikten söz edilemez. Sonuç olarak Türkiye Ermeni toplumu, Türkiye’nin azınlıklarından biridir. Tönnies ölçülerine göre Ermeni toplumu da Türk toplumu da cemaat sayılabilir ancak her iki toplumun da yukarıdaki tanıma uygun ilkel bir cemaat denemez. Ayni nedenle de bir sivil toplum örgütü (NGO) olduğu da ileri sürülemez.

SONUÇ OLARAK: Türkiye Ermeni Toplumu, içinde yaşadığı büyük toplumun bütün eksi ve artı özelliklerini çok büyük ölçüde taşıyan dini ve milli bir azınlıktır. Ekonomik ve politik olarak az gelişmiş bir toplum içinde yaşadığı için doğal olarak bir cemaat sayılabilir. Ancak bu yapının feodal bir yapı içinde komünal bir yaşam formu olan çağdışı cemaatlerle ilgisi yoktur. Ne Patrik cemaat mensuplarının hem kamusal hem özel hayatını denetleyebilir, ne de denetlemek ister, ne de cemaat mensupları böyle bir denetim ve yönetimi ister. Bu suçlamalar bilgisizlikten kaynaklanan yanlış değerlendirme değilse sadece cemaat yönetimini karalamak amaçlıdır.

SİVİL YÖNETİM- SİVİL TOPLUM

Sivil yönetim kavramı da yanlış kullanılan, ikide bir Cemaat gündemine taşınan kavramlardan bir başkası. Sivil yönetimin günlük kullanımda mevcut statüye göre değişen birkaç değişik anlamı var: Askeri bir yönetimden söz ediyorsak, burada sivil yönetim doğal olarak toplumun asker olmayan kişilerce yönetilmesidir. Yine teokratik bir yönetimde sivil yönetim, dini olmayan yönetim anlamına geliyor.
Bu konuda bir noktaya dikkat etmek gerekir, dini yönetim için yöneticinin din adamı olması gerekmediği gibi, yöneticinin din adamı olması da her zaman teokratik bir yönetim anlamına gelmez. Bir toplumun liderinin din adamı olması o toplumu teokratik bir toplum yapmaz. Örneği var: Bir Başpiskopos olan Makarios çok uzun bir süre Kıbrıs’ı yönettiği halde, bu ülkeyi teokratik bir devlet olarak görmek kimsenin aklına gelmemiştir. Yine pek çok İslam ülkesinde şeriat yasaları yürürlükte olduğu halde devlet başkanı din adamı değildir. Çünkü laiklik basit anlamıyla, toplumun dini yasalarla değil çağdaş yasalarla yönetilmesidir. Ermeni toplumu da zaten bir azınlık olarak, devletin yasalarına göre yönetilmektedir. Toplum istese bile dini yasalarla yönetilmesi söz konusu olamaz.

Çağdaş anlamda sivil yönetimin farklı bir anlamı var: Sivil yönetim sivil toplum kuruluşları yoluyla devletin denetlenmesi, yönlendirilmesi ve demokratik katılımcılık anlamına geliyor.

Sivil (yurttaş) haklarının kullanımı ya da aynı anlama gelmek üzere sivil yönetim, devletin resmi yapılanışı dışında ve onun yanı sıra toplumun kendi iç dinamiğiyle yarattığı örgütlenmeler aracılığıyla yönetime etkin biçimde katılma / müdahalede bulunması anlamına gelmektedir. Toplumun iç dinamiğini harekete geçirmesi, bunun için bir takım örgütlenmelere (dernek, enstitü, oda, vakıf vb sivil toplum kuruluşları) gitmesi, bu örgütler aracılığıyla yönetimin her alanında etkin bir müdahil, devletin alacağı kararlarda ve son kararı vermesinde-uygulamasında etkili olması demokratik bir yönetim sağlanması açısından son derece gerekli ve önemli bir koşuldur”.(8)

Sivil toplum konusuna gelince, sivil toplumu Murat Belge şöyle tanımlıyor:
“Bu şekilde bakınca, toplumu sivil toplum ve politik toplum diye ikiye ayırmış oluyoruz. Politik toplum denen şey de, devlet. O zaman laf devam ettirmek üzere diyebiliriz ki sivil toplum dediğimiz şey, toplumda doğrudan doğruya devletin denetiminde olmayan bütün alanların bulunduğu yerdir. Ama bu çok yeterli bir tanım değil. Türkçede sivil toplum dediğimize, ille de bir karşıtlık olacaksa, sivil toplumun karşıtı politik toplum değil de, askeri toplum gibi geliyor insanlara; hele askeri yönetime alışık bir kültürde yaşadığımız için. Tabii hiçbir alakası yok. Burada sivil kelimesini, o anlamda sivilden çok yurttaşlar olarak almak lazım; yurttaşlar toplumu. Yani, devletin doğrudan müdahale etmediği alanlar ve durumlarda, yurttaşların işlerini kendi aralarındaki ilişkilerle yürüttükleri bir toplumsal alan olarak tanımlayabiliriz. Şimdi dikkat ederseniz Marx için merkezi önemi yoktur dedim. Marx için sınıf kavramının çok merkezi bir önemi var. Marx ve Marksistler bir topluma baktıkları zaman önce sınıflar nerede, hangi sınıflar var? diye sorarlar. Burada pek bir sınıf yok. Bu başka bir açı. Yahut mesela milliyetçiler topluma baktıklarında, onlar da muhtemelen etnisite arayacaklardır; bizimkiler nerede, azınlık var mı, ötekiler kim? diye bakacaklardır. Bu konu doğrudan doğruya pek fazla onu da kapsamıyor. Toplumlara bakmanın pek çok çeşidi var. Bu, onların herhangi birine girmiyor. Eğer daha çok yurttaşlar ve devlet ilişkisini ön planda ele alıyorsak, yani herhangi bir zamanda, herhangi bir toplumda devlet-yurttaş ilişkisi nasıl bir ilişkidir diye ilgileniyorsak, o zaman bu yaklaşımda bize ufuklar açabilecek bir perspektif. Bu kavram Türkiye de ilk olarak 70’lerde kullanılır oldu. Kullanılmasında da, bizim Birikim in bir etkisi vardı diye hatırlıyorum”(9)

Görülüyor ki, sivil yönetim, sivil toplum sözleri kendi sözlük anlamları dışında ya da yanlış kullanılıyor. Aslında burada cemaat yönetimi derken neden söz edildiği bile belli değil. Örneğin bütün vakıflarımızı, kilise, okul ve hastanelerimizi seçilmiş siviller yönetir. Patriklik yanında yer alarak sivil işleri yöneten sivil (ya da cismani) meclis, 1934 yılında, Vakıfları denetleyip gelir koordinasyonunu sağlayan Merkezi Mütevellilik (Getronagan Varçutyun) 1960 yılında kaldırıldığı için Patrik yanında bir sivil kurum yoktur. Son olarak valilik emriyle kurulan danışma kurulu da uzun yıllar önce valilik kararıyla kaldırılmıştı. Elbette gönül ister ki, Patriklikte sivil işleri yöneten bir sivil meclis olsun, ister de nasıl olacak onu bilmiyoruz.

Bu gün Türkiye Ermeni toplumu için en önemli eksiklik, Patriklik yanında Merkezi Mütevelli gibi vakıflarımızı denetleyip, gelir koordinasyonunu sağlayacak seçilmiş merkezi bir kurumun olmayışıdır. Türkiye, Dışişleri Bakanlığı sözcüsü “Batı Trakya’da seçilmiş müftülerin vakıflar üzerindeki yetkilerinin yeniden tesisini istemektedir” (10). Buradan yola çıkarak Türkiye’nin Patriklere ve Hahambaşına benzer yetkileri verebileceği sonucuna varabiliriz. Bunun için mütekabiliyet değil, çağdaş azınlık haklarına uymak yeterli olacaktır. Bilindiği gibi hiçbir ülke kendi öz vatandaşlarına mütekabiliyet ilkesini uygulayamaz, mütekabiliyet sadece ülkede yerleşik yabancı ülke vatandaşları için söz konusudur.

Sonuç olarak Türkiye Ermeni toplumunun yönetimini laik olmamakla suçlayanların geçerli bir dayanakları yoktur. Toplumun –kiliseler dahil- tüm kurumları seçilmiş siviller tarafından yönetilmektedir. Toplum Yönetimini ilkellikle ya da İslami cemaatlere benzemekle suçlayanlar ya iş olsun diye suçlama, karalama amacıyla bu sözü kullanıyorlar ya da gerçekten bu konuda yeteri bilgiye sahip olmadan bilerek ya da bilmeyerek topluma zarar veriyorlar.

Kimlik ve kollektif kimlik de bu sorunun bir parçası olmakla birlikte ayrı bir yazı konusudur. 

(8)Doç. Dr. Bülent Yılmaz – www.istanbul.kutuphaneci.org.tr/pulman/by.pdf
(9)stk.bilgi.edu.tr/docs/m_belge.pdf
(10)Hürriyet Gazetesi- 14 Şubat 2007 Mehmet Y. Yılmaz- Aynaya bakınca kimi Görürsün. 

13 Mayıs 2007

Murat Bebiroğlu

murat.bebir@gmail.com

Yorumlar kapatıldı.