İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

OLAYLARIN ARDINDAN GELECEĞE BAKARKEN

Hrant’ın alçakça bir cinayete kurban gitmesi, Türkiye ve dünya Ermeniler için
çok büyük bir şok oldu. Toplum çok büyük bir acı yaşadı. Bu cinayet sadece
Ermeniler için değil büyük toplum için de beklenmeyen büyük bir şoktu. Yüzbinden
fazla, her dinden, her görüşten insan acıyı paylaştı, bizimle birlikte ağladı.
Eşi Rakel konuşurken Müslüman’ı, Hıristiyan’ı, Yahudi’si, ateisti tek yürek oldu,
gözyaşlarına boğuldu.

Cemaatin yası biterken bir değerlendirme için çok erken olmakla birlikte,
cemaati yakından ilgilendiren yeni gelişmeleri de görmezden gelmek mümkün değil.

Cemaat mensupları açısından çok şey söylemek zor, bu yoğun duygusal ortamda
her şey söyleniyor. O kadar ki katili ve katili üreten ortamı besleyenleri
bırakıp, bu aşağılık cinayetten bazı cemaat mensuplarını -kısmen de olsa-
sorumlu tutmaya kadar gidiyor. Tabulaştırma ve bazı fikirlere karşı çıkanları
kötü, hatta hain ilan etme gayretlerini de görüyoruz. Bütün bunları yoğun
duygusal ortamın, büyük acının sonucu olarak kabul edebiliriz. Ancak ağaca
bakmaktan ormanı görememek gibi bir tehlikesi de yok değil. Bir yazarın, bir
entelektüelin bazı fikirlerine karşı olabiliriz. Hatta aklı başında hiç kimse
bir yazarın bütün fikirleriyle her zaman bağdaştığını söyleyemez. Aynı yumurta
ikizlerinde bile bu zor. Kaldı ki, bir kişinin bütün fikirlerinin doğru ve
eleştirenlerin yanlış ve kötü olduğu iddiası tam anlamıyla Hrant’ın da
eleştirdiği müritlik olur. Patriklik seçimlerinde Hrant’la aynı kulvarlarda
mücadele ettik. Sonuçları duyunca birlikte kutladık. Sonra yollar ayrıldı, bu da
çok anormal değil. Konuya dönersek bırakalım dini, imanı, vicdanı ve biraz beyni,
insafı olan bir insan fikirlerinden ve özellikle etnik kimliğinden dolayı bir
gazetecinin öldürülmesine karşı çıkmaması düşünülemez. Ne denebilir bu ortamda
gerçekten samimi olarak acıyı duyan ve yansıtanlar da bu acıyı istismar edenler
ya da bu duyguların arkasına saklanarak birilerini karalamaya kalkışanlar da
görülebilir, bu koşullarda bunları da normal sayabiliriz. Dediğim gibi burada
yine bir hedef şaşırtma tehlikesi de var. Cemaat içi tartışma ve suçlamaları bir
yana bırakalım. Bu yazıyı yazma nedenim bunlar değil, herkes kişiliğinin
gereğini yapar.

Bu olay milattır diyenler var. Bu konuda bir şey söylemek mümkün değil, buna
tarih karar verecektir. Hiçbir yemek pişirildiği sıcaklıkta yenmez. Ancak böyle
bir olayın -en azından- Cumhuriyet tarihinde bir ilk olduğu kesindir. Asıl
önemli olan yaşanan bu travma nedeniyle duyulan toplumsal huzursuzluk,
tedirginlik ve korku. O kadar ki bazı cemaat mensuplarının artık bu ülkede
yaşanmaz, gitmek gerek dedikleri söyleniyor. Bazı yazarlar yeni bir göç
dalgasının beklendiği konusunda yazılar yazıyorlar. Ben yakın çevremde böyle bir
tepki görmedim. Ancak tanıdık bazı çevreleri yoklayınca bu tedirginliğin
varlığını öğendim. Bu da beni çok rahatsız etti. Büyük toplum açısından bakarsak
dünden bu güne paradigmalar değişmiş değil. Ermeni ve azınlık düşmanları -yine
benim kanıma göre- artmış bile değil. Bu cinayet bir başlangıç değil bir sonuç
bu açıdan. Yıllardan beri pompalanan etnik Türk milliyetçiliği, henüz tam olarak
ortaya çıkmayan etnik Kürt milliyetçiliğini üretmek ve kışkırtmakla kalmadı,
aynı zamanda bütün azınlıkları kolay hedef haline getirdi. Fener patriği
Bartelemeos’un Trabzon’a sokulmaması, bir Katolik rahibin öldürülmesi, Ermeni
patrikliğine gelen tehditlerin büyük bir artış göstermesi, pek çok şehirde F
tipi cezaevi protestocularını linç etme girişimleri gibi pek çok belirti vardı
Ama yine de hiç birimiz olayın buralara kadar gelebileceğini tahmin edemedik.
Cinayet sonrası -şimdi tartışmamız gerekmeyen nedenlerle de olsa- basın çok
ciddi bir destek verdi. Ermeni dostu denemeyecek yazarlar bile güzel yazılar
yazdı. Yurt dışına dostluk mesajları verildi. Ancak olay soğumaya başlayınca
kartlar da açılmaya başladı. Ne Hasan Pulur’un yazısı ne Ertuğrul Özkök’ün
yazıları tesadüfî.

Hepimiz Ermeni’yiz yaklaşımına karşı gösterilen reaksiyoner tepki başta
Başbakan olmak üzere bütün siyasilerin tutumlarını ve beyanlarını
değiştirmelerine yol açtı. Milliyetçi kitleleri küstürmekten ürken, azınlıklarla
özdeşleşmek korkusuna kapılan, taraftarlarını kaybetmek tehlikesini hisseden
yazarçizer takımını ciddi olarak paniğe kapıldı. Yavaş yavaş eski kartlar
yeniden açıldı. Bu da henüz acısı çok taze olan cemaat mensuplarını ciddi bir
hayal kırıklığına uğrattı. Bazı uç yorumlar da görüldü. Tersi nasıl yanlışsa,
aynı şekilde bütün Türkler kötüdür, Türkün iyisi olmaz gibi yaklaşımlar her
genelleme gibi yanlıştır, kin ve nefreti artırmaktan başka bir yarar da sağlamaz.
Kaldı ki böyle ırkçı bir yaklaşımın yararı da yoktur, cepheyi genişletmek bizim
gibi çok küçük bir azınlık için hiçte akıllıca olmaz. Yine bütün yazarları aynı
kefeye koymanın da doğru olmayacağını düşünüyorum. Ben bunların içinde dikenler
ve yumuşak dikenler olduğunu da biliyorum ama bu aşamada onları da ayırıp en
azından herkesi karşımıza almamanın doğru olacağın düşünüyorum.

Şu anda başka bir yakın tehlike ise soykırım tasarısı. Daha yaşanan travmanın
etkisi hafiflemeden bu konunun gündeme gelmesi, mevcut milliyetçi tepkinin daha
da büyümesine neden olacaktır. Bu konuda çok çeşitli tahminler var. ABD yıllarca
altın yumurtlayan tavuğu kesmedi yine kesmez bazı tavizler alarak tasarıyı
durdurur diyenler var. Bu defa iş farklı muhalefet meclislerde çoğunlukta ve
Bush’a gol atabilirler diyenler var. Ne olursa olsun yasa mecliste görüşülmeye
başlayınca yine bir Ermeni aleyhtarı kampanyanın açılacağı kesin. Zaten ayak
sesleri geliyor. Bir de hiç unutmamalıyız ki bu yıl hem Cumhurbaşkanı hem de
milletvekili seçimi var. Daha kötüsü milliyetçilik ciddi prim yapıyor.
Sevinilecek tek nokta ise, bu musibet vesilesiyle de olsa artık etnik
milliyetçiliğin ve ırkçılığın tartışmaya açılması. MHP bile etnik milliyetçiliğe
ve ırkçılığa karşı olduğunu söylüyor, en azından konu popüler basında ciddi
olarak tartışılıyor. 

Benim söylemek istediğim bütün bunlar sonuçlar ve Türk halkının paradigmaları
değişmedi. Hatta pek çok apolitik, tarafsız kişilerin de bizi anlamaya
başladığını da söyleyebiliriz. Bana çalışanlardan durmadan sorular geliyor,
baskı var mı? Neler oluyor? Neden rahatsızsınız? Dilim döndüğü kadar anlatıyorum
dertlerimizi.

Sonuç olarak, her şeye rağmen -elbette gerekiyorsa tedbir alarak- normal
günlük hayatımızı sürdürmeliyiz. Haklarımızı istemeye devam etmeli, gerekli
yasal girişimleri yapmalıyız. Cemaate pratik yarar olmayacak ve özellikle
azınlık düşmanlarını tahrik edecek aşırılıklardan uzak durmak da doğru bir
yöntem olur. Elbette kimsenin tercihine karışamayız. Bu ülkede çok şeyler
yaşandı, Türkiye’nin en büyük gazetesi “Ermeni Köpekler” manşetiyle bile çıktı. 

Ben, bu ülkede Devlet daha doğrusu hükümet istemedikçe azınlıklara toplu bir
kötülük yapılabileceğine inanmıyorum. Nitekim Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan
kötülükler de varlık vergisi, 20 kura askerlik, 6/7 Eylül, 1964 olayları, 1974
kararları hep hükümet eliyle ya da desteğiyle yapılmıştır. Türkiye’nin bu günkü
stratejik, politik ve ekonomik koşullarında sayısı binde bire düşmüş ne ekonomik
ne de politik olarak gücü olan azınlıkların şu veya bu yolla göçe zorlanmasının
Türkiye’ye bir artı getirisi olamayacağı gibi Türkiye’ye karşı büyük bir
antipropaganda malzemesi sağlayacak ve ciddi zararlar verebilecektir.
Türkiye’nin bu aşamada bunu göze alabilmesi için hiçbir neden yoktur. Bu
topraklarda neler pahasına yaşamayı bildik yine de yaşayacağız. Yılgınlık ve
bezginliğe gerek yok. Bundan öncekiler gibi bu günler de geçecek.

Bir gün çok saygı duyduğum bir büyüğüm bana şöyle demişti: “Oğlum biz öyle
şansız bir milletiz ki yüz yıldan beri doğduğumuz yerde ölemiyoruz.” Çok
etkilenmiştim bu sözden. Düşündükçe insanın doğduğu yerde ölebilmek hakkının
vazgeçilemez ve temel insan haklarından biri olduğu sonucuna vardım. 

En azından doğduğumuz topraklarda ölebilmek hakkımızı kullanmak için
buradayız.

Yorumlar kapatıldı.