İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Öteki olmak…

Oktay EKŞİ

ZAMAN oluyor, “bildiğimiz Türkçe öyle nasıl anlaşılır?” diye düşünüyor, hayretler içinde kalıyoruz. Bizi şaşkına döndüren sözleri okuyunca veya dinleyince, “Tamam… İşte bu yüzden birbirimizi anlayamıyoruz” demeye mecbur oluyoruz.

Bir örnek verelim de asıl konuya sonra girelim:

Sayın Başbakan biliyorsunuz hayli çabuk kızan bir insandır. Son olarak Hrant Dink’in cenazesinde insanların, “Biz Hrant Dink’iz” demelerini “zaten yeterli” gördüğünü söyledi. “Hepimiz Ermeniyiz ifadesi olmamış olsaydı çok daha mükemmel olacaktı” diye ilave etti.

Hani “yeşil sermaye” sözüne, “Paranın yeşili olur mu? Dolar da yeşil!” diye karşı çıkması var ya… Aynen onun gibi.

Onun gibi diyoruz; çünkü işine gelince, o sözlerin anlamına değil kelimenin kendisine bakıp kanaat ifade ediyor. O zaman da söylenen söz ile o sözün amacı örtüşmüyor. Tıpkı “Men çi gûyem tamburem çi gûyed” (Ben ne diyorum, tamburum ne söylüyor) diye bir laf var ya, onun gibi…

Hoş sadece Başbakan değil, Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun da bu sözlerde bir suçluluk kompleksi aramış ve tepkisini “Elhamdülillah Müslümanım” diyerek ifade etmişti.

Oysa burada aynı hükümette Başbakan Yardımcısı olarak bulunan Mehmet Ali Şahin’in ifade ettiği gibi ne “Hepimiz Hrant’ız” deyince Hrant olan var, ne de ertesi sabah yatağından Ermeni olarak kalkmak söz konusu.

Kendi kimliğine sahip çıkmak, saygı duymak çok güzel… Bu satırları okuyanlar bilirler ki biz de o konuda duyarlıyızdır. Ama bir saniye için ötekinin yerinde olun…

Ne var? Küçüldünüz mü? Kendinizi hakarete uğramış gibi mi hissettiniz? Eğer öyle ise kendinize lütfen şu soruyu sorun:

Hani biz “din, dil, ırk, cins ayrımı yapmayan” insanlardık?

Demek ki ne kadar “ayrımcılık yapmadığımızı” söylesek de, belli ki farkına varmadan yapıyoruz. Her zaman Hrant Dink’in askerlik görevini yaparken girdiği “çavuş” sınavında 100 üzerinden 100 puan almasına rağmen onu çavuş olmaya -herhalde Ermeni diye- layık bulmayanlarınki gibi kaba ve ilkel bir anlayışla olmayabilir, ama bilinçsizce yapıyoruz.

Bunun çarpıcı ve bir bakıma pek masum bir örneğini dünkü Hürriyet’in Cumartesi ilavesinde gazetenin Atina Temsilcisi Yorgo Kırbaki anlatıyordu:

Yorgo, İstanbul’da doğup büyümüş bir Türkiye Rumu’dur. En az her birimiz kadar Türk’tür. Oysa onu “öteki” diye görenler de varmış. Şöyle anlatıyor:

“Çocukluk yıllarımda, Paskalya Bayramı’ndan iki gün önce bir kutsal Cuma günü kiliseden çıkarken, evimize kadar sönmeden götürmeyi gelenek saydığımız mumları, birileri yolda elimizden alıp, hatırlamadığım bir şeyler söyleyerek (herhalde dinine küfredilmiş ama o söylemiyor. O.E.) paramparça etmişti. Aileden hiçbirimiz tepki göstermemiştik, gösteremezdik. Öyle büyütülmüştük.

Kimdi bu insanlar? Mumlarımız, daha doğrusu biz, onları niye rahatsız ediyorduk? Neden o kalabalık yolda birileri çıkıp da oracıkta bize yapılan ayıba tepki göstermedi?

Ertesi yıl aynı gün kiliseden çıkarken mumlarımızı söndürdük. Görünmesin diye torbaya koyarak döndük evimize. Sonraki yıllarda da kiliseden çıkarken mumların hep sönük olmasına dikkat ettik. ’Farklı’ idik, yani ’Öteki’…”

Bu gerçekleri görmeyen ve kendi vicdanında yargılamayan kimse konuşmasın…

Yorumlar kapatıldı.