İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hrant Dink Suikastını Perdeleyen Medya İllüzyonu!

 
Çelişkiler ve Yalanlar…
Açık İsitihabarat/ÖZEL

Türk Medyası’nın Danıştay suikastinden, Hrant Dink Suikasti’ne kadar bir çok benzer suikast karşısında sergilediği;

sorgulamaktan, ayrıntılara özen göstermekten uzak ve haberden çok propagandaya; gerçekten çok resmi beyanlara yakın performans ;bu suikastleri tertip eden güçlerin, sadece hedefledikleri toplumsal ve bürokratik hedeflerine ulaşmasına değil; aynı zamanda suikastlerin gerçek faillerinin bulunmasının engellenmesine birebir hizmet ediyor.

Bu bağlamda; Uğur Mumcu suikastini İran’a yamayan ve Mumcu’nun gerçek katillerini perdelenmesine hizmet eden Cumhuriyet’in rolünü;

bugün, her önüne gelen suikasti, kadraj dedektifliği üzerinden ulusalcılara bağlayarak AB-D emperyalizmine vazgeçilmez bir hizmet sunan Radikal/Zaman gibi gazetelerde üstlenmiş durumda.

Türk Devleti’nin mevcudiyetine ve yönüne hakim olmayan çalışan; dış destekli “İttihat ve Terakki” ekolü ile “Halaskar Zabitan” ekollerinin süregelen çatışmasının son kurbanı Hrant Dink’e yönelik suikasti sizler için son iki gündür mercek altına aldık.

Olay mahallinde yaptığımız tetkikler ve gözlemlerle birlikte; son iki gündür Türk medyasında konu ile ilgili yayınları yanyana koyduğumuzda; bu suikasti gerçekleştiren ve devlet içinde kolları olan İstihbari Konseyin (yazılarımızda kod adı ile, Gladio olarak özetlediğimiz yapı) Türk medyası üzerinden suikasti nitelikli bir karartmaya tabi tuttuğunu ve hedef şaşırttığını aşağıda örnekleri ile incelemenize sunuyoruz.

Türk Medyası’nın Danıştay suikastinden, Hrant Dink Suikasti’ne kadar bir çok benzer suikast karşısında sergilediği;

sorgulamaktan, ayrıntılara özen göstermekten uzak ve haberden çok propagandaya; gerçekten çok resmi beyanlara yakın performans ;

bu suikastleri tertip eden güçlerin, sadece hedefledikleri toplumsal ve bürokratik hedeflerine ulaşmasına değil; aynı zamanda suikastlerin gerçek faillerinin bulunmasının engellenmesine birebir hizmet ediyor.

Bu bağlamda; Uğur Mumcu suikastini İran’a yamayan ve Mumcu’nun gerçek katillerini perdelenmesine hizmet eden Cumhuriyet’in rolünü;

bugün, her önüne gelen suikasti, kadraj dedektifliği üzerinden ulusalcılara bağlayarak AB-D emperyalizmine vazgeçilmez bir hizmet sunan Radikal/Zaman gibi gazetelerde üstlenmiş durumda.

Radikal ve Cumhuriyet bu misyonlarında yalnız değiller. Sizleri; olay yeri tetkik ve gözlemlerimizle de desteklediğimiz ; medyanın Hrant Dink suikastini ele alışındaki çelişkilere dair gerçekleştirdiğimiz çalışma ile başbaşa bırakıyoruz:

Olay mahallindeki kameralar
Olay mahallinde, katilin kaçtığı söylenen güzergah üzerindeki kameralar incelendiğinde; medyaya servis edilen görüntüler açısından sadece iki kamera sözkonusu.

Zanlı olduğu iddia edilen kişinin Rumeli Caddesi üzerindeki tepeden çekilen görüntüsü bir ayakkabıcı ile saatçinin ortasında, birinci katta, tepeden çekim yapan bir kamera. Kameranın teknik özellikleri ve açısı net bir görüntü vermeye müsait değil.

Cumartesi günü medyaya servis edilen ve zanlı olduğu iddia edilen kişiyi bir köşeyi dönerken gösteren görüntüler ise; Şafak Sokağın, ilk solda Matbaacı Osman Bey sokağı ile birleştiği noktada yeralan Saray Kumaş’ın görünürdeki iki kamerasından biri.

Bu iki kamera teknik özellikleri ile çevredeki diğer kameralara göre daha gelişmiş ve net resim çekebilme özelliğine sahip.

Yalnız burada herkesin gözünden kaçan önemli bir ayrıntı sözkonusu.

Cumartesi günü medyaya servis edilen görüntülerde zanlı, Matbaacı Osman Bey sokaktan yukarı Şafak sokağa doğru dönerken gözüküyor. Halbuki eğer gazetelerin iddia ettiği gibi bu görüntüler saldırı sonrasında çekilen görüntüler ise; zanlının aşağıdan yukarı gelirken ki görüntülerini görmemiz lazım; Matbaacı Osman Bey sokaktan yukarı doğru saparken ki görüntülerini değil.

Servis edilen görüntülerde zanlının hareket yönü ile; Dink suikastinin coğrafyası birbirine uymuyor.

Daha da önemlisi, zanlının koşarken çekilmiş görüntüsü veren, sağ ayağının havada olduğu görüntü ayrıntılı incelemeye tabi tutulduğunda şüphe uyandırıyor. Özellikle sol ayak tabanının yerde kesiştiği noktadaki piksel ayrıntıları fotomontah şüphelerini arttırıyor.

Fotomontaj emareleri gösteren bir kare ile karşı karşıyayız. Zanlının başka bir yerde koşarken ki fotoğrafının çekilip monte edilip edilmediğini sorgulayan bir gazetecilik lazım fakat ne yazık ki aşağıda daha da ayrıntılandırdığımz üzere medya en basit soruların üzerine bile gitmiyor.

Saray Kumaş’ın Şafak Sokak’tan aşağısını (Halaskargazi Caddesine doğru bakan) görüntüleyen kameranın fotoğrafını basıp, üzerine “İstanbul Polisi en kareyi Akbank kamerasından yakaladı” ibaresini yazan Yeni Şafak’ın bu basit hatası ise Hrant Dink suikastinde ki katilleri ortaya çıkarmak için sorulması gerekli en basit ve temel soruyu perdeliyor:

“Madem Emniyet katilin en net görüntüsünü Akbank kamerasından elde etti;
medyaya neden bizzat Halaskargazi caddesi üzerinde bir kameradan – mesela Akbank – görüntü verilmedi de, hep ara sokak görüntüleri verildi?”

Beyaz(AK) Bere Hikayesi

Beyaz Bere bu suikasti gerçekleştiren istihbari yapılar açısından sadece bir “cambaza bak” nesnesi olarak değil, aynı zamanda derinlerdeki diğer yapılara “bunu işi ben yaptım” mesajı/imzası görevini görüyor.

Ankara’daki “AK” isimli İsrail bağlantılı çok özel şirketlerden; partilerinin “AKP” değil “AK Parti” olduğunu ısrarla vurgulayanlara; 11 eylül sonrasında olayı görüntülediği belirtilen fakat daha sonra basın kadrajından çıkarılan BEYAZ minibüslerden, AK Berelere kadar bir çok unsur bu kürede birilerinin Beyaz/Ak konusunda ciddi bir mitolojik/tarihsel/dinsel takıntıya sahip olduğunu gösteriyor.

İkonik terör çağında; TERÖR odakları birbirleri ile ikonlar ve renkler üzerinden mesaj gönderiyor; toplumu RENKLER ve GÖRÜNTÜLER üzerinden programlıyor.

Bu bağlamda ele alındığında daha da bir anlam kazanan AK/Beyaz Bere çerçevesinde örülen hikayenin bir çok alt başlığı var.

Birinci Alt Başlık: Beyaz Bere üzerinden toplumun programlanması

Kitlelerin psikolojisi “beyaz bere” imgesine o kadar odaklandı ki; “beyaz bere ile ele geçti” cümlesi, kitlede “katil ele geçti; yakalandı” psikolojik boşalmasına imkan tanıdı. Toplumun beklentisi “Beyaz Bere” üzerinden programlandı.

AK Parti’ye başarı toplum psikolojisinde AK BERE üzerinden kazandırıldı.

İkinci Alt Başlık : “Beyaz Bere” ile İkinci Sanığın Perdelenmesi

Olay yerinde yaptığımız tetkikler; görgü tanıklarının iki saldırgan gördüğünü gösteriyor.

İkisi dışında hiç bir basın organı, olay yerinde bizzat tetiği çeken, tetiği çekerken gözlemcilik yapan veya tetiği çekip silahı “Beyaz Bereliye” teslim eden ikinci bir şüpheli şahıs olasılığına dikkat çekmiyor.

Medya sürekli bir Beyaz Bereli peşinde koşturuluyor ve bu suikastin resmi hikayesine dönüştürülmüş durumda.

Üçüncü Alt Başlık : Beyaz Bere’nin Akıbeti

Bu alt başlığın tek başına ele alınması gerekiyor…

Beyaz Bere’nin Akıbeti
Radikal gazetesi ilk gün yaptığı yayında yayınladığı diyagramın üzerinde özellikle belirtmek ihtiyacı hissediyor:

“Burada şapkasını çıkaran saldırgan yürüyerek Rumeli Caddesi’nde kalabalığa karıştı”

Radikal’de ikinci gün bu ayrıntı ile ilgili bir bilgi yok fakat Sabah gazetesi ikinci gün haberinde konuya bir paragraf ayırmış:

“İstanbul Polisi; saldırganın kaçarken Şafak Sokak’la Süleyman Nazif Sokak arasında bir yerde attığı beresini incelemeye aldı. Kriminal Şubeye teslim edilen beredeki saç kıllarından katilin DNA’sı belirlenecek”

Radikal’in katilin beraberinde götürdüğünü söylediği bere; Sabah gazetesinin haberinde DNA incelemesi için polislerin elinde.

Hürriyet’e göre ise bere metroda çıkıyor:

“Hrant Dink’in katiline ait beyaz bere, kot, mont, kot pantolon ve tişört, Taksim-Levent metrosunun Şişli istasyonunda duran metronun vagonunda bir poşet içinde bulundu. Eşyaları bularak metro güvenlik görevlisine teslim eden Abdullah E.’nin de gözaltına alarak sorgulandığı bildirildi. Katile ait saç, kepek gibi DNA örneklerini barındırma ihtimali olan giysiler, polisin elindeki en önemli kanıtlar arasına girdi.

Yetkililerden edinilen bilgiye göre Abdullah E. Şişli durağında hareket etmeye hazırlanan metronun içinde bir poşet buldu. Elbise ve bere olan poşetin sahibini aradığı kaydedilen Abdullah E. ; önce içerdeki kadınlara poşetin sahibini sordu. Daha sonra makiniste giderek poşeti vermek istedi. Makinistin poşeti almaması üzerine, hareket etmeye hazırlanan metrodan inen Abdullah E. , poşeti istasyona bırakmak istedi. Bu durum metro güvenlik görevlileri tarafından farkedildi. Güvenlik görevlileri tarafından poşetle birlikte alıkoyulan Abdullah E. polise teslim edildi.”

Hareket etmeye hazırlanan bir metrodan poşeti istasyona bırakmak için inecek kadar yardımsever Abdullah E. ile; “poşetin sahibini önce içerdeki kadınlara sordu” şeklinde gereksiz ayrıntılarla bezeli bir haber yapacak muhabir buluştuğunda karşınıza yukarıdaki tarzda metin çıkması normal.

Bere konusunda en çelişkili habere Milliyet’in ikinci gün yayınlarında rastlıyoruz.

Milliyet karşılıklı sayfalarda, sol sayfadaki haberde:

“Samast’ın üzerinde suikastte kullandığı Beretta marka silah ile olay sırasında giydiği beyaz şapkada bulundu” ifadesini kullanırken; sağ sayfadaki haberi aşağıdaki şekilde okuyucularına sunuyor:

“Şafak Sokak ile Matbaacaı Osman Bey Sokak’ın kesiştiği noktada silahını beline soktuğu, daha sonra ise yine Şafak Sokak’ta koşmaya devam ettiği, soldan ikinci sokak olan Süleyman Nazif sokak girişinde ise beresini yere atıp buradan Rumeli Caddesine çıkıp izini kaybettiği belirlendi”.

Daha da ilginci Milliyet sol sayfada açtığı haber kutusu içerisinde şunları yazıyor:

“Cinayet sonrasında tetikçinin yere attığı bere; DNA tespiti için çok önemli olmasına rağmen bulunamadı.”

Halbuki Sabah; sokağa atılan bereyi yukarıda belirttiğimiz üzere çoktan bulmuş bile.

Milliyet sağ sayfada sokağa attığı bereyi sol sayfada Samsun’dan çıkarıyor.

Milliyet’in sokakta bulamadığı bereyi; Sabah aynı sokakta, Hürriyet metroda buluyor.

Okuyucu, DNA analizi ile en somut kanıtı sunacak berenin akıbetinden bir türlü emin olamıyor ta ki Samsun’daki yakalama görüntüleri sonrasında delil devir teslimi yapılan odada masanın üzerinde silah ile birlikte beyaz bere tekrar görülene dek.

Basın; bu bere hangi bere diye sorma gereğini duymuyor?

Katil(ler)in olay sonrası kaçtığı güzergah
Hrant Dink’in saldırının gerçekleştiği Sebat Apartmanının köşesinden yukarı doğru çıkan Şafak Sokağı (Halaskargazi Caddesi’ndeki kaldırıma merdivenle bağlanan; caddeye bakan kısmı kapalı bir sokak) ilk soldan Matbaacı Osman Bey Sokağına ve ikinci soldan Süleyman Nazif sokağına bağlanıyor.

Saldırıdan sonraki ilk günkü gazetelerde bütün gazeteler; saldırganın Şafak Sokak’tan yukarı doğru kaçıp, ikinci soldan Süleyman Nazif Sokağa sapıp oradan Rumeli caddesine geçtiği yolunda hemfikir. Yalnız bu kaçış güzergahını sadece iki gazete grafik olarak sayfalarına yansıtmış – Radikal ve Zaman.

Radikal ve Zaman’ın diyagramlarında ise önemli bir ayrıntı farklı : Zaman’ın diyagramında zanlı Rumeli caddesinde sola saparken, Radikal’inkinde sağa sapıyor.

Bu noktada basına ilk gün Star televizyonu üzerinden verilen görüntüler baz alarak Rumeli Caddesi’nde yaptığımız incelemelerde; sözkonusu görüntüde yeralan kaldırım görüntüsü (kaldırımda içe doğru küçük dikdörtgen cep ve şahsın görüntülendiği açı) sanık olduğu iddia edilen şahsın Rumeli Caddesi’ne çıktığında sağa saptığını gösteriyor.

Zaman’ın sanığı sola sapmış gösteren haberi/diyagramı; basına anlatılan hikayenin sadece bir kısmı ile uyuşuyor. Sanığın metroya bindiği; metro çıkışı gözaltına alınan beyaz bereli genç ve “metroda bulunan kot cetek/beyaz bere” kısımları…

Zaman ve Radikal okuyucuyu ve en önemlisi soruşturmayı yürütecek birimleri iki farklı yöne baktırtıyor.

Daha da ilginci Zaman ilk gün yaptığı yayında kendi içinde çelişiyor :

Zaman’ın konuyla ilgili ana haberinde resmin yayına yerleştirdiği haritada saldırganın izlediği yol; Şafak Sokak’tan yukarı çıkıp, iki sokak sonra sola dönüp Rumeli Caddesi’ne çıktığını ve oradan sola döndüğünü gösteriyor.

Halbuki bakın Zaman haberin içinde görgü tanıklarına dayanarak ne yazıyor:

“Silahlı saldırıyı gerçekleştirenin 18-19 yaşlarında bir genç olduğu ve suikastten sonra Halaskargazi caddesi üzerindeki bir araca binerek uzaklaştığı iddia edildi”

Buna benzer tek ifade Yeni Şafak’ın ilk günkü yayınında mevcut. Sanığın Rumeli Caddesi üzerindeyken çekilen görüntüsünün yanındaki metinde aynen şu ifade var:

“Polis Hrant Dink’i vuran katilin görüntülerini tespit etti. Dink’e arkadan yaklaşan saldırgan, silahını ard arda ateşledikten sonra, Taksim yönüne kaçıyor”

Rumeli Caddesi Taksim yönüne uzanan bir cadde değil. Taksim yönünde zanlının kaçabileceği tek cadde Halaskargazi caddesi.

Saldırı Kaç Kişi Tarafından Gerçekleştirildi?

Bütün medya saldırının bir kişi tarafından gerçekleştirildiği tezini; bir “Beyaz Bere” hikayesi çerçevesinde kutsal metin olarak kabul etmiş durumda.

Halbuki yine aynı medyanın satır aralarına sızan bir kaç aykırı görgü tanığı ifadesi “Beyaz Bere” tezini zorluyor.

Sabah’ın 1. gün yayınında; görgü tanığı Tunç Erden Yakar’ın ifadesi şu şekilde haberleştirilmiş:

“Şişli’den Kurtuluş’a doğru yürürken birden silah sesleri ile irkildiğini anlattı. Cinayeti işleyenlerin iki kişi olduğunu söyleyen Yakar, ‘Dink’i vurduktan sonra sakin adımlarla yürüdüler. Sonra da hızla koşmaya başladılar. Çevredekiler dondu kaldı’ diye konuştu.”

Sabah’ın 2. gün haberinde ise “İkinci Kişi Var İddiası” başlığı altında şu haberler yer aldı:

“İki el silah sesi duyduklarını anlatan görgü tanıklarından bazıları; saldırganın yanında 25-30 yaşlarında bir kişi daha olduğunu ve birlikte kaçtıklarını ileri sürdü. Bu arada olay yerinin yakınında bulunan restoranda görevli aşçı koşarak önüne gelen saldırganın olayın ardından kendilerini konuşmayın diye tehdit ettiğini açıkladı. Aşçı saldırganın kırmızı beyaz bir kazak giydiğini ifade etti.”

Görüldüğü gibi bir tarafta beyaz bereli; diğer tarafta kırmızı-beyaz kazaklı saldırgan. Ve bu çok önemli konu üzerine gitmeyen bir medya.

Saldırganın Kimliği
Saldırganın görüntüsü ile ilgili doneler kamuoyuna sunulurken; Hürriyet’in saldırı sonrası ilk günkü yayınında şöyle denildi :

“Saldırı yerine yakın bir mağazanın kamerasından elde edilen görüntülerde görgü tanıklarının tarifine de uyan saldırganın yüzü ve eşkali açık olarak belirlendi. Polis kısa sürede bu kişinin kimliğinin M.P. olabileceği yönünde bulgulara da ulaştı. Sabıkalı olduğu öğrenilen M.P.’nin yakalanması için Terörle Mücadele Ekipleri; İstanbul’da çok sayıda adrese operasyon düzenliyor”

Hürriyet ve Milliyet gazetesi dışında hiç bir gazetede yeralmayan bu ayrıntı sonrasında ; ikinci gün Ogün Samast’ın ismi gazetelere serildi.

Sabah’ın 2. günü yayınladığı haberde ise;

“Kamera görüntülerinden elde edilen eşkal tek tek sabıkalılarla karşılaştırıldı. Ancak saldırganın sabıkalılar arasında olmadığı belirlendi”

Hürriyet’in 1. gününde kameralerdan kimliği tespit edilen şahıs; 2. gün Sabah’ın haberinde izini kaybettiriyor.

Ogün Samast’ın Üzerindeki Para
Ogün Samast’ın yakalandığı haberinden kısa bir süre sonra televizyonlara sanığın üzerinden 1 YTL çıktığı başlıkları düşmeye başladı.

Suikasti tertipleyenlerin “tek başına yaptı” tezine hizmet eden bu haberlere rağmen Sabah Gazetesi’nin Ogün Samast’la ilgili haberinde aşağıdaki satırlar dikkati çekiyordu:

“Ogün Samast’ın bir hafta önce Trabzon’dayken üzerinde yüklü miktarda para olduğu ailesinin dikkatini çektiği ve bunu sorduğu öğrenildi. Ancak zanlı parayla ilgili bilgi vermeden “Akrabamın düğününe gidiyorum” diyerek İstanbul’a gittiği belirlendi”

Ogün Samast’ın bir yerlerden para almış olabileceği tezini ortaya koyan bu bilgi başka hangi gazetelerde yeraldı?

Tabiki hiç birinde.

Saldırganın Agos Gazetesine İlk Gelişi
Zanlının saldırıdan önce yaptığı AGOS gazetesine yaptığı ziyaretin niteliği; daha sonra sekreterin saldırganı tanımlamasına kazandıracağı inandırıcılık ve Hrant Dink’in aldığı telefon üzerine hiç kimseye haber vermeden aşağı indiği bilgisi gözönüne alındığında önem kazanıyor.

Radikal’in ilk günkü imzasız haberindeki ifade aynen şu :

“Bu kişi büroya geldi, sekretere Hrant Dink ile görüşmek istediğini söyledi. Sekreter randevusu olmayan bu kişiye olumsuz yanıt verdi. Ama ısrarcıydı. Randevu alabilmek için Dink’in kullanmayı pek de sevmediği cep telefonu numarasını almayı başardı”

Dikkat ederseniz; Dink’in cep telefonunu kullanmayı pek de sevmediği gibi; bir cinayet mahallindeki muhabirin en son vurgulaması gereken bir ayrıntı olarak, saldırganın Dink’in cep telefonunu aldığı bilgisi yanına yerleştirilmiş.

Aynı Radikal ikinci gün imzasız haberde ise bakın ne diyor:

“Hafif sakallı, genç görünümlü bir kişi Hrant Dink’le görüşmek istedi. Sekreterler randevusu olamayn bu kişiye olumsuz yanıt verdi. Genç ısrar etti ancak görüşmeyi başaramayınca cep telefonunu istedi. Genç istediğini elde edemeyip binadan ayrıldığında saat 11:00 sıralarıydı”

Gördüğünüz gibi Radikal dün söylediğini bir gün sonra kendisi yalanlıyor.

Keza Yeni Şafak’taki haberde;

“Agos gazetesi çalışanlarından Anna, 20 yaşlarında bir kişinin sabah saat 09:00’da gazeteye gelerek Hrant Dink’le görüşmek istediğini söyledi. Hrant Bey’in gazetede olmadığını ilettiğini belirten Anna; ‘Gelen kişi sinirli bir şekilde gazeteden ayrıldı.”

ifadesi mevcut. Sonuçta saldırganın öğleden önce gazeteye geldiği konusunda bir mutabakat sözkonusu. Bu mutabakatı bir önemli gazete bozuyor.

İkinci gün olayın kronolojisini manşete çekme ihtiyacı hisseden Hürriyet’in olayla ilgili farklı bir hikayesi var:

Hürriyet 1. Gün:

“Edinilen bilgiye göre saldırıdan yarım saat önce bir kişi, Hrant Dink’le görüşmek istediğini belirterek kapının önüne çağırdı”

Gördüğünüz gibi Hürriyet’in versiyonunda saldırganın gazeteye geliş saati saldırıdan yarım saat önce ve şüphelenme yeteneğini kaybetmiş olan Hurriyet muhabiri “bu adamın Hrant Dink’le hukuku ne ki; kapının önüne çağırmış?” sorusunu sormadan kendisine besleneni aynen aktarıyor.

Hürriyet 2. gün hikayenin bu kısmına hiç bir gazetenin vermediği önemi vererek manşete “Katil bankadan dönüşte vurdu” başlığını atıyor. Yazım tarzı ile bir muhabirin haber kaygısından çok, bir görevlinin “yanlış anlamaları engelleme” kaygısını taşıyan; haber dilinden çok masal diline sahip, baştan aşağı garip bir metin olan aşağıdaki haber metnini kullanıyor

Hrant Dink’in ölümüne yaklaştığı son dakikaları her yerde farklı anlatıldı. Kimine göre Ankara’dan biri arayıp görüşmek istedi. O toplantıdaydı. Kimine göre, yemek için, kimine göre ise Beyaz Ada yayınevine gidiyordu. (Editörün Notu: Cümledeki düşüklük aynen metinden alınmıştır). Bir iddiaya göre, binadan çıkınca saldırıya uğramıştı.

İlk günün karmaşası içinde, Hrant Dink’in son dakikaları bilgi kaosuna dönüştü. Aslında bunların hiç biri doğru değildi.

Önceki gün 13:30 sıralarında Halaskargazi Caddesi Sebat Apartmanı’nın birinci katındaki Agos Gazetesi’nin kapı zili çalındı. Tehditlerin yarattığı o güvercin ürkekliği sadece Hrant Dink’i değil, tüm Agos çalışanlarını sarmıştı (Editörün Notu: Bu cümleler bir haber metni için fazlası ile duygusal ve sonra gelecek bilgilerin kabulünü kolaylaştıracak psikolojik zemini hazırlıyorlar). Kapıyı açmadılar. Göz deliğinden bakan sekreter davetsiz misafire ne istediğini sordu. Ankara Üniversitesi öğrencisi olduğunu söyledi, Hrant Dink’le görüşmek istiyordu. Misafirin tavırları, Genel Yayın Yönetmeni sürekli tehdit edilen gazetenin sekreterine hiç de güvenilir gelmedi. Dinkle randevusuz görüşemeyeceğini söylediler. “Zaten burada yok” dedi. Kapıdaki genç ısrar etmedi. Merdivenlerden inerek binadan çıkıp sola döndü.

Yarım saat sonra;sekreter dışarı çıktı. Dink’le görüşmek isteyen sekreterle bankanın önünde karşılaştı. Gazetenin yeri kentin tam merkezinde olduğu için şüphelenmdi. Yemek yiyor ya da alışveriş yapıyor olabilirdi. Saat 14:30’u geçtiğinde bu kez binanın kapısından çıkan Hrant Dink’ti…

Apartmanın sol tarafında 30 metre uzaklıktaki bankaya gitti. 2 bin 500 dolar çekmek istiyordu. Banka görevlisi kasanın müsait olmadığını, sonraki saatlerde ödeyebileceğini söyledi. Dink’le banka görevlisi arasında tartışma yaşandı. Dink, bankadan çıkıp gazeteye doğru ilerledi. Saat 15:00’e doğru yaklaşıyordu. Apartmanın kapısına bir kaç adım kalmıştı. Arkasından yürüyenlerden biri Dink ile arasındaki iki kişiyi iterek tam arkasına geldi. Silahı doğrulttu ve üç el ateş etti. Kurşunlardan ikisi Dink’in başına biri ensesine isabet etti. Yüzüstü yere yığıldı.

Masal ağzı ile bu haber metnini kaleme alan şahsa sorulması gereken bir kaç soru mevcut:

1) Gazeteci mi? Gazeteci ise yukarıda haber diye kaleme aldığı metinden utanıyor mu? Gazeteci değil de başka bir mesleğe mensupsa; aldığı eksik eğitimden dolayı bu haber süsü verilmiş metinde ciddi açıklar bıraktığının farkında mı?

2) Saldırganın 1. kattaki gazete kapısından içeri alınmayışını sekreterin ağzından anlatıyorsa; saldırganın bina kapısından çıktıktan sonra özellikle vurguladığı sola dönüşünü kimin ağzından anlatıyor?

3) Saldırganın binadan çıkınca sola döndüğünü özellikle vurgulamak ihtiyacını niye hissediyor? Bunun; yine metin içinde özellikle ve gereksiz yere vurgulanan, “apartmanın sol tarafındaki banka” tanımlaması ile bağlantısı var mı?

4) Hrant Dink’in bankadan çekmek istediği paranın miktarı niye özellikle vurgulanıyor? Yalanlarını ayrıntıya boğarak daha inandırıcı olmaya çalışanların psikolojisi ile mi hareket ediliyor?

Gördüğünüz gibi Radikal saldırganın gazeteye 11’de; Hürriyet ise saldırıdan yarım saat önce geldiğinden sözediyor.

Keza Radikal’in haberlerinde; Dink’in telefonunu alacak kadar ısrarlı genç, Hürriyet’in haberlerinde ısrar etmeden binadan ayrılıyor. Bu iki haberde de kaynak; sekreter.

Sabah’ın ilk günkü haberinde ise:

“Bu arada, Dink’in sekreterinin dün saat 12:00’den önce katilin eşgaline uyan bir kişinin iki kez gazeteye gelerek Hrant Dink’i sorduğunu söylediği öğrenildi”

ifadesi geçiyor. Dolayısı ile Sabah’a göre zanlı 12’den önce ve iki kez gazeteye geliyor.

Hürriyet’in bütün gazetelerle üç aşağı beş yukarı aynı şekilde verdiği olay tarifi ile niye bu kadar zıt bir kronolojiyi manşetine taşıma gereği duyduğu merak konusu ve cinayeti çözmek isteyenler açısından inceleme konusu.

Hrant Dink’in gazeteden ayrılma trafiği

Suikastin zamanlaması ve Hrant Dink’in tam olarak ne zaman öldürüldüğü bilgisi; suikasti gerçekleştiren ekibin perdelenmesi açısından önem arzediyor.

O yüzden medyayı bu kapsamda taradığınızda işte karşınıza çıkan tablo:

Radikal (İlk Gün)

“Toplantı bittikten sonra herkes işinin başına, Dink’de o mum kokulu, tarihi tablolarının asılı olduğu , cilt cilt kitapların bulunduğu odasına geçti. Saat 14:50’yi geçiyordu ki; gazete çalışanlarına göre, Dink’e bir telefon geldi. Dink, bu konuşmanın ardından bir şey söylemeden bürodan ayrıldı. O kadar çabuk inmişti ki cep telefonu, montunu ve yanından ayırmadığı şapkasını büroda bırakmıştı. Yayın kurulu üyesi Sarkis Seropyan; Dink’in aşağı inmesinden bir kaç dakika sonra silah sesleri duydu”

Radikal’in; Dink’in cep telefonunu yukarıda bıraktığını özellikle vurguladığı bu anlatıma göre Dink binadan çıktıktan hemen sonra vuruluyor.

Radikal (İkinci Gün)

“Dink bu sırada yayın kuruluyla toplantı halindeydi. Toplantı bittikten sonra odasına geçti. Yemeğini bürosunda yedi. Bir kaç telefon görüşmesi yaptı. Daha sonra aynı sokakta bulunan Akbank’a gitmek için gazeteden çıktı. Cep telefonu, şapkası ve montu büroda kalmıştı. Bir kaç dakika sonra silah sesleri duyuldu. Saat 14:58’di.”

Radikal ikinci gün Muammer Güler’in ağzından bir başka ayrıntı aktarıyor ki; bu ilk günkü gazetelerin hiç birinde yok:

“14:30 gibi gazeteden çıkan sekreterler zanlının Akbank’ın önünde beklediğini görmüş. Daha sonra Emniyet Müdürlüğü’ne davet ettiğimiz sekreterler, gazeteye gelen kişi ile görüntülerdeki kişinin aynı kişi olduğunu tespit etti”.

Halbuki aynı Muammer Güler’in sekreterlerle ilgili demeci YeniÇağ gazetesinde bakın nasıl yeralıyor:

“Sekretelerin daha sonra saat 14:00 sıralarında dışarı çıktıklarında sözkonusu kişiyi tekrar bir bankanın önünde gördüklerini kaydeden Güler”

Hürriyet 1. Gün

“Hrant Dink; gazetedeki mutfakta yemek yedikten sonra bankaya gitti, dönüşte saldırıya uğradı”

Bir kaç paragraf sonra

“Gazetenin yayın kurulu üyesi Serkis Seropyan, Hrant Dink’in yemek yedikten sonra bir kişi tarafından kapının önüne çağrıldığını belirterek, ‘birisi kapının önünde başına 3 el kurşun sıkmış’ dedi”

Hürriyet’in 2. gün yayınladığı ve yukarıda tam metnini verdiğimiz haberde ise Hrant Dink saldırıdan yarım saat önce bankaya gidiyor ve dönüşte vuruluyor.

Gördüğünüz gibi ilk günkü haberlerde yeralan; “bir telefon geldi ve bunun üzerine alelacele çıktı” vurgusu ikinci günkü haberlerde yerini banka hikayesine bırakmış durumda.

Bu durumda gelin Sabah’taki ikinci gün çıkan haberi hep beraber okuyalım

Dink her sabah olduğu gibi olay sabahı da yazı işleri toplantısına girdi. Bu sırada gazeteye gelen ve Ankara Üniversitesi’nden öğrenci olduğunu söyleyen kirli sakallı biri, sekreterine “Dink nerede, kaçta gelir?” diye soru. Ama randevusu olmadığı için görüştürülmedi. Dink; öğleye doğru bankaya giderek para çekmek istedi. 2 bin 500 dolar para çekmek isteyen Dink, para olmadığının bildirilmesi üzerine görevlilerle tartıştı.

Gazeteye dönen Dink, öğle yemeğini yayın kurulu üyesi Sarkis Seropyan’la birlikte yerken saldırgan 13:00’de gazetenin önüne geri geldi. Burada kurbanını beklemeye başlayan katil, görüştüğü sekreter tarafından da beklerken görüldü.

Saat 15:00 sıralarında Dink, kimseye söylemeden ikinci kez bankaya gitmek için gazeteden çıktı. Saldırgan da harekete geçti. Katil; Dink’e arkadan yaklaşarak elindeki 7.65’lik tabancayı kafasına iki el ateşledi. Dink’in cansız bedeni soğuk kaldırım taşı üzerine yüzüstü düşerken, 1.65 boylarında beyaz bereli, kot pantolonlu 18-19 yaşlarındaki saldırgan “Ermeni’yi öldürdüm” diye bağırıp kaçmaya başladı.

Hürriyet’in haberinde saat 14:30’da olduğu belirtilen bankada para çekme tartışmasının; Sabah’ın haberine göre öğleden önce olduğunu öğreniyoruz. Sabah; Hrant Dink’in ikinci kez bankaya gitmek için dışarı çıktığında vurulduğunu okuyucusuna duyuruyor.

Keza Hrant Dink’in gazeteden iki kez dışarı çıktığını belirten bir diğer gazete ise Yeni Şafak. Gazete çalışanı Anna’nın ağzından aynen okuyoruz:

“Gelen kişi sinirli bir şekilde gazeteden ayrıldı. Hemen sonra Hrant Bey geldi. Ona peynir ekmek ikram ettim. Kahvaltısını yapıp çıktı ve öğleden sonra tekrar geldi. Bir telefon gelmiş olabilir. Yemeğini yedikten hemen sonra tekrar aceleyle çıktı. Bir telefon gelmiş olabilir. Çantasını ve paltosunu almadan gitti. Hatta endişelenip pencereden baktım ama bir şey göremedim. 5 dakika sonra silah sesleri geldi. Pencereden baktığımızda Hrant Bey’i yerde kanlar içinde yatarken gördük”

Görüldüğü üzere; bu haber de; saldırganın ilk gazeteye gelişinde, Hrant Dink’in toplantıda olduğu yolundaki haberlerle çelişiyor ve Hrant Dink’in gazeteden iki kez çıktığı yolundaki Sabah haberini destekliyor.

Milliyet’in ilk günkü haberler serisinde Hürriyet’in 14:30’da bankadaydı haberini şüpheye düşüren önemli bir ayrıntı mevcut. Belma Akçura; saldırının gerçekleşmesinden hemen önce Hrant Dink ile e-posta ve telefonda geçen haberleşme trafiğini anlatıyor:

13:50 Belma Akçura Hrant Dink’ten bir e-posta alıyor. Dink; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde yaptığı savunmayı yollamış. Akçura yollanan metni okuyor ve Dink’i tekrar arıyor.

Dink, Akçura’ya “şu anda bir toplantıdayım; avukatlarımı arayım, bir saat sonra döneceğim(geri arayacağım anlamında)” diyor ve bir saat sonra sabit telefondan aramasını istiyor.

Akçura’nın metni okuyup Dink’i araması için geçecek süre ve Dink’in o sırada toplantıda olduğu gözönüne alındığında; Dink saat 14:30’da bankadaydı tezi zayıflıyor.

Keza Milliyet’in ikinci gün haberlerine baktığımızda; Tolga Şardan’ın haberlerinde aşağıdaki satırlar mevcut:

“Yapılan araştırmalarda suikastçinin olaydan yarım saat önce Agos gazetesine gelerek Ankara Üniversitesi öğrencisi olduğunu söylediği, Dink’i sorduğu, ofisten ayrılmasından yarım saat sonra da binanın girişinde Dink’in öldüğü anlaşıldı”.

Tolga Şardan’ın Hürriyet üzerinden ikinci gün servis edilen resmi kronoloji ile uyumlu bu haberinde bir önemli ayrıntı daha mevcut:

“Hrant Dink’in son olarak eşiyle telefonda konuştuğu, ardından da yakındaki kitapçıdan kitap almak amacıyla bina dışına çıktığı belirlendi”

Hürriyet’in haberinde Akbank’a giden Hrant Dink; Milliyet’ten Tolga Şardan’ın haberinde “kitapçıya giden Hrant Dink’e dönüşüyor”.

Tolga Şardan’ın aklına; kitapçı ya da bankayı da arayıp, servis edilen bu bilgiyi teyit etmek gelmiyor. Şardan Ankara merkezli yaptığı haber ile kafaları daha da karıştırıyor.

Hrant Dink’in başının arkasından vurulduğu ve vücudunun, görüntülerde, sola doğru düştüğü gözönüne alındığında Hrant Dink’in yüzü gazetenin kapısına doğru dönükken vurulduğu kesin ama gazetelerin haberleri olayı netleştirmek yerine bir bankadan para çekme hikayesi etrafında dolanıp, farklı olasılıkları incelemeye almamaları dikkat çekiyor:

Hrant Dink’in Telefonu
Hrant Dink’in saldırı öncesinde binadan çıkmadan önce telefon alıp almadığı ve aldıysa kim tarafından arandığı suikastin aydınlatılması gereken en önemli ipuçlarından. Tabi telefonu bulabilirseniz.

Vatan gazetesi ilk günkü haberinden:

“Ancak cep telefonu üzerinde de ofisindeki masasında da bulunamadı. Bir gazete çalışanı telefonu aramalarına rağmen cevap alamadıklarını anacak aradan uzun bir süre geçtikten sonra polis telefonu buldu. İstanbul valisi Muammer Güler akşamüstü Emniyet Müdürlüğü’nde yaptığı açıklamada Hrant Dink’in cep telefonu bir yakınında çıktığını ve Dink’in son yaptığı görüşmelerin incelendiğini açıkladı ve ‘Cinayetten önce cep telefonu ile dışarıya çağrıldığı yolunda söylentiler var. Bunları inceliyoruz.”

Milliyet gazetesi ilk gün haberinden:

“Olayın ardından Din’kin cep telefonu polise teslim edildi”

Cumhuriyet Gazetesi’nin ilk günkü haberinde sonlara doğru ise şu satırlar yeralıyor:

“Dink’in cep telefonunun olay yeri yakınında bulunduğunu belirten Güler, cep telefonunun gözaltındaki kişilerden birisinin üzerinde çıkıp çıkmadığı sorusuna,’ O konuda bir şey söyleyemem. O hassas bir konu, çalışmalarımız sürüyor’ yanıtını verdi”

Radikal gazetesi ise ilk günkü haberinde bakın ne diyor:

“Dink’in cep telefonu kaybolmasın diye saklanmıştı. Büroya gelen avukatlar telefonu tutanak tutarak polise teslim etti”

Sizce telefon nerede?

Trabzon Emniyeti’nde Susturulan Şahıs
Olaydan sonra ikinci gün diğer gazetelerde yeralmayan ama sadece Radikal’in satır arasında gördüğü; Ogün Samast’la birlikte Trabzon’da altı kişinin daha gözaltına alınmasından sonra gerçekleşen önemli bir ayrıntı mevcut. Radikal’den aynen aktarıyoruz:

“Bu arada Trabzon Emniyet Müdürlüğü’nde gözaltında bulunan kişilerden birinin pencereye çıkarak ‘Komplo var. Bunlar bir oyun’ diye bağırdığı görüldü. Bu kişi daha sonra güvenlik görevlilerince içeri alınarak, ışıklar söndürüldü”

Yakalanmak için özel bir özen gösteren Ogün Samast’la birlikte gözaltına alınan bu şahsın bu feryadının arkasını araştıracak bir basın ahlakı ve merakı olmadığı için; bu feryadı boşluğa atılan bir çığlık olarak kayda geçiyoruz.

Hatemi’nin Üzerine Gidilmeyen Demeci
Patrikhane’nin de avukatlığını yapan; azınlık vakıfları avukatı Kezban Hatemi’nin bir demeci medyada gerekli ilgiyi görmedi ve sadece suikast sonrası ilk gün Sabah gazetesi tarafından sayfanın sol alt köşesinde iki satırla görüldü.

Hatemi:

“Cemaatler tehdit ediliyordu. Açılan davalar vardı. Bu davalarda yeralan bilgiler belge niteliğinde. Bunlar üzerine gidilerek cinayetle ilgili ilginç ipuçlarına ulaşılabilir” dedi.

İşin ilginci Hatemi’nin kendisi de olayın bu yönünü, özellikle televizyonda verdiği demeçlerde deşmemeyi tercih etti ve klasik “huzuru bozmak isteyenler, hakların kardeşliği; demokrasi ve birlikte yaşama kültürü” çizgisindeki suikasti çözmekten çok suikastçi güçlerin perdelenmesine yarayan romantik edebi ortama katkıda bulundu.

Halbuki Hatemi; özellikle vakıflar yasası çerçevesinde Ermeni cemaati içinde yaşanan karmaşayı; hangi Ermenilerin çetelerle işbirliği içinde olduğunu; bütün bu tartışmada Ermeni Patriği ile Hrant Dink’in savunduğu çizgi arasındaki ayrışmayı netleştirseydi; Hrant Dink’in savunduğu çizgiye, bu edebi romantik söylemlerin çok ötesinde faydası dokunurdu.

Ama Veli Küçük-Kemal Kerinçsiz-Muzaffer Tekin fotoğrafı üzerinden Milliyetçi/Ulusalcı yaygarası koparmak çok daha kolay bir yoldu.

Hrant Dink’in Yakın Çevresi : Av. Erdal Doğan ve Aydın Engin
Başından beri verdiği demeçlerle Hrant Dink suikastini gerçekleştirenlere; suikastin izlerini örtmede en büyük desteği bilerek veya bilmeyerek veren şahıs Dink’in avukatı Erdal Doğan.

Radikal gibi gazetelerin kadraj dedektifliğine malzeme sağlayan Erdal Doğan; olay sonrası ilk gün verdiği demeçlerde Hrant Dink’in en çok Veli Küçük’ten aldığı tehditlerden tedirgin olduğunu belirtirken daha sonra demeçlerinde ince ayara giderek demeçlerini “Hrant Dink en çok Veli Küçük’ün davala müdahil olması ile tedirgin olmaya başladığı” şeklinde değiştirdi.

Radikal ezberlediği üzere; Veli Küçük, Muzaffer Tekin ve Kemal Kerinçsiz’i bir meydanda birarada gösteren fotoğraf üzerinden hedefe Ulusalcılığı/Millliyetçiliği oturturken; gazetecilik adına bu fütursuzluğunun meşruiyetini Hrant Dink’in avukatı Erdal Doğan üzerinden sağladı.

Hrant Dink’in diğer avukatı Fethiye Çetin’den esirgenen medya spotları, Erdal Doğan’dan esirgenmedi.

Olayı “devlet” imgesi ile birleştirme konusunda ise AGOS Gazetesi yazarı ve Dink’in arkadaşı Aydın Engin değerli bir rol üstlendi.

Engin’in; Dink’in “bir süre önce” İstanbul Valiliği’ne çağrılması ile ilgili olayı; “Devlet Dink’i tehdit etti” havasında medyaya anlatması; olay sonrası sokağa salınan NATO Psikolojik Harp doktrininin ürünü solcu grupların “Katil Devlet Hesap Verecek”, “Bütün Devletler Teröristtir” şeklindeki sloganlarının arka zeminini oluşturdu.

Yorumlar kapatıldı.