İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hrant Dink soruyor: “Beni niye hedef seçtiler?”

Koray Düzgören 

Sevgili dostum Hrand Dink’i katlettiler. Kaç gündür çok kötü hissediyorum kendimi.

Daha onceki siyasi cinayetlerde de böyle olmuştu ama, bu cinayeti hep birlikte gördük, adım adım yaklaşan katilin, katillerin ayak seslerini duyduk. Öyle ki neredeyse eşkalini biliyorduk o katil ve katillerin.

Üstelik yaklaşan cinayete rağmen bıyık altından gülüp, “Bir 301’inci madde ile birşey olmaz, hele bir mahkeme sürecini görelim” diye sırıtan yetkili yetkisiz suç ortakları da görüyordu bunu.

Onu katillerine hedef gösterme yarışı yapmış olan, katillerden önce suçlu ilan edip infazı da onlardan önce gerçekleştirmiş olan medya da biliyordu bunları.

Ölüm tehditleri alan bir muhalif, üstelik de Ermeni muhalif gazeteciyi korumak yerine onu makamına çağırıp malum bir devlet örgütüne mensup ajanlar tarafından tehdit edilmesine göz yuman idari makamlar da biliyordu bunu.

Katile, katillere sadece işi bitirmek kalıyordu bu şartlarda. İstanbul’un en işlek caddelerinin birinde, gazetesinin ve kameraların önünde onun işini bitirmekten kolay ne olabilirdi.

Bizim gibi Hrant da biliyordu yaklaşan sonunu. Ve “Beni niye hedef seçtiler?” diye sorup kendisi cevap veriyordu son yazısında.

“Özeti şu: Birileri karar verdi ve ‘Bu Hrant Dink artık çok olmaya başladı… Ona haddini bildirmek gerek’ diyerek harekete geçti. Kabul ediyorum, kendimi ve Ermeni kimliğimi çok merkeze alan bir iddia bu. Ne var ki benim ruhsal algılamam bu… Elimdeki veriler ve yaşadıklarım bana bu iddiam dışında bir seçenek bırakmıyor.

Öncelikle Hrant Dink’in ‘Çok olmasına’ biraz açıklık getireyim. Dink zaten epeyi bir süredir dikkatlerini çekiyor, canlarını sıkıyordu. AGOS’u çıkardığından beri Ermeni toplumunun sorunlarını dile getirirken ya da tarihin konuşulmasına ilişkin Türk resmi tezinin hoşuna gitmeyen kendi duruşunu sergilerken, arada bir çizmeyi aştığı olmuyor değildi. Ancak asıl bardağı taşıran damla 6 Şubat 2004’te AGOS’ta yayınlanan ‘Sabiha Gökçen’ haberi oldu. ‘Sabiha-Hatun’un sırrı’ başlığıyla verilen haberde Gökçen’in Ermenistanlı akrabaları konuşuyor ve Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in aslında yetimhaneden alınmış bir Ermeni yetim olduğunu iddia ediyorlardı. Bu haber Hürriyet’te 21 Şubat’ta AGOS’tan alıntılanarak manşetten verilince olanlar oldu ve Türkiye’de yer yerinden oynadı. Genelkurmay bu haberi yapanlara karşı ‘Böyle bir sembolü amacı ne olursa olsun tartışmaya açmak, milli bütünlüğe ve toplumsal barışa karşı bir cürümdür’ açıklamasıyla tepki kodu. Onlara göre bu haberi yapanlar art niyetliydi. Kimdi bu densizler, kimdi bu Hrant Dink? Ona haddi bildirilmeliydi!

“Genelkurmay bildirisi 22 Şubat’ta yayınlandı. O gece çok rahat değildim… Nitekim ertesi gün sabahın erken saatinde çaldı telefonum. İstanbul Vali yardımcılarından biri arıyordu. Sert bir tonla, habere ilişkin elimdeki belgelerle valiliğe beklediğini bildirdi. ‘Bu çağrının hangi amaçla yapıldığını’ sorduğumda ise ‘Sohbet etmek ve elinizdeki belgeleri görmek’ şeklinde yanıtladı.

Elimdeki belgelerle birlikte Vali Yardımcısı’nın yanına gittim. Odasında biri bayan iki kişi daha oturuyordu. Hiç beklemeden girişi yaptı Vali Yardımcısı. ‘Hrant bey’ diyordu ‘Siz, tecrübeli bir gazetecisiniz. Daha dikkatli haber yapmanız gerekmez mi? Sonra böyle haberlere ne gerek var? Bakın ortalık nasıl allak bullak oldu. Hayır, biz sizi biliyoruz ama sokaktaki adam ne bilsin? Bu tür haberleri başka bir niyetle yapıyorsunuz sanabilir… Vali Yardımcısı’nın bu girişle başladığı sohbete, odadaki misafirlerden erkek olan da katıldı ve Vali Yardımcısı’nın sözlerini daha da net bir üslupla bu kez o yineledi… Konuşmaların içeriğinden, beni hangi amaçla oraya çağırdıkları belliydi. Haddimi bilmeliydim… Dikkatli olmalıydım… Yoksa iyi olmazdı!”

Olmadı da zaten. Arkasından o malum dava açıldı. Hükümetin sayın bakanları “Birşey olmaz” derken Yargıtay onu mahkum etti.

Yargılanması sırasında ülkücü, millici, Atatürkçü zorbalar tarafından tehdit edildi, tartaklandı, taciz edildi. Kendi ifadesi ile bu dava sayesinde artık açık hedef haline gelmişti.

Artık iş katli için uygun zamanın karar verilmesine kalmıştı. Etyen Mahçupyan, Hrant’ın ardından yazdığı duygu yüklü yazıda bu konuya değiniyor:

“Onun kanının yerde kalmadığını, kalamayacağını görüyorum… Çünkü şimdiden sıçradı herkesin üstüne… Hükümet, asker, yargı, emniyet ve benzerlerinden üniversitelere, medyaya ve iş dünyasına temiz kimse yok artık. Kendilerini ‘temiz’ tuttuklarını sananlar ve susanlar üzerlerindeki kanla başbaşalar. Hrant’ta olan ve bu toplumda olmayan şeyin, samimiyetin sınavı başlıyor şimdi. Türkiye’nin insanlık sınavı bu… ” (gazetem.net)

Yorumlar kapatıldı.