İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermeni meselesinde dünyaya dert anlatabilmenin yolları

Ermeni meselesinin dünya kamuoyunda doğru değerlendirilmesi için kine karşı kinle cevap vermek hata. Türkiye tezlerini, suçlama, kötüleme düşmanca tavırlar takınmayla değil, olayların farklı boyutlarını daha sık ve etkin biçimde aktaracak yaratıcılığı gösteren yapıtlar oluşturarak savunmalı

YILMAZ ARGÜDEN

Bir süre önce Fransa Parlamentosu’nda alınan kararla birlikte Türkiye’nin gündemine şimdiye kadar görülmemiş bir şekilde oturan Ermeni meselesi konusunda maalesef birçok kişi yeterince bilgi sahibi değil. Oysa, bu konuda dünya kamuoyunda sesimizi duyurabilmek için sadece bilgi düzeyimizi artırmakla kalmamalı, aynı zamanda bu bilgileri hedef kitlelerimiz için cazip olacak şekilde sunmak üzere içerik geliştirmeye öncelik vermeliyiz.
‘Tarihçilere bırakalım’ tezi bilimsel açıdan doğru görünse de, aslında bu pasifist yaklaşım Türkiye’nin zarar görmesine neden oluyor. Örneğin, bu konuda dünyada Ermeni diyasporasının tezlerini yansıtan 20 bini aşkın kitap yayımlanmışken, Türk tezini yansıtan kitapların sayısı bu sayının binde 1’i civarında! Üstelik bunlar arasında yabancı dilde sinemaya, tiyatroya, müziğe uyarlanmış olanları neredeyse hiç yok! Daha da önemlisi başka konuları işleyen kitaplar içinde yer alan Türk tezini savunan anekdotların göreceli olarak çok daha az olması dünya kamuoyunu etkileyebilmek açısından ne kadar geri kalındığının birer göstergesidir. Türk tezleri konusunda uluslararası camiada en çok sesini duyurma çabası içinde olan ve bu konuda içerik geliştirmeye ciddi şekilde gayret eden sayın Gündüz Aktan’a da teşekkür ederek bu konuda edindiğim bilgileri paylaşmak isterim.

50 yıldan sonra
İnsanlık tarihi trajedilerle doludur. Türk ve Ermeni tarihleri de istisna değil. 1915-16 arasında gerçekleşenlerin bir trajedi olduğu yadsınamaz. Bu dönemde birçok Ermeni ve Türk’ün trajik şekilde hayatlarını kaybettikleri konusunda Türk ve Ermeni tezleri arasında bir farklılık yoktur. Fark, Ermenilerin bu olayları ‘soykırım’ olarak konumlandırmaya çalışması, bizim de ‘sözde soykırım’ iddiasının atalarımız için, bilimsel kanıta dayanmayan, haksız bir suçlama olduğuna inanmamızda. Dolayısıyla konu 1915-16 olaylarının nasıl tanımlandığıyla ilgili. Birçok Batı ülkesinde yaşayan Ermeniler ‘soykırım’ sözcüğünü ilk kez olaylardan 50 yıl kadar sonra, 1948’deki BM sözleşmesini imzaladıktan 17 sene sonra kullanmaya başladı. Hitler’in Yahudi soykırımı sonrasında BM sözleşmesiyle tanınan bu kavramın desteğiyle Yahudilerin sağladıkları, İsrail’in kurulması gibi kazanımlar Ermenilerin de iştahını kabarttı.
Ermeniler, 1915-16 arasında Osmanlı-Rusya savaşlarının geçtiği yerlerden imparatorluğun başka bölgelerine gönderilmelerini ‘deportation’ (yurtlarından atılma) olarak ifadelendirmek istiyor, oysa bu ifade ülkeden atılma anlamına geliyor ve olayın gerçek tanımı ‘relocation’ (başka yere yerleştirilme) olarak ifade edilmeli. ‘Relocation’ soykırım demek değil. Nitekim 2. Dünya savaşında ABD’de yaşayan yaklaşık 112 bin Japon asıllı insan casusluk ve/veya sabotaj ‘potansiyeli’ nedeniyle ‘başka yere yerleştirilmiş’tir. Osmanlılar ise potansiyelin çok ötesinde, açıkça Ermeni asıllı vatandaşları tarafından ihanete uğramış ve bu nedenle ‘başka yere nakil’ uygulamasına başvurmak durumunda kalmıştır.
‘Soykırım’ büyük bir insanlık suçudur ve hukuken tanımlanmıştır. 1948’de imzalanan ve 1950’de yürürlüğe giren ‘Soykırımı önleme ve cezalandırma sözleşmesi’nin 2. maddesine göre soykırım insanlara millet, ırk, dini görüş veya etnik gruplara ait oldukları için uygulanabilir. Bu sözleşmede ‘politik gruplar’ özellikle dışarıda bırakılmıştır. Sebebi gayet net: Bağımsızlık, toprak elde etmek veya ideolojik kazanımlar elde etmek gibi politik amaçlar için mücadele edenlerin, hayatlarını kaybetmeleri bu mücadeleriyle ilgili olup, ‘soykırım’ sayılmaz.
1914’te Rus Kumandanı Kont Varantzoff Dachkoff’un yaptığı, Osmanlılarla savaşta kendileriyle birlikte hareket etmeleri halinde altı vilayeti kapsayan, bağımsızlık önerisini kabul eden Ermeniler, Osmanlıların Bakü petrol sahalarına ulaşmasını engelledikleri gibi, Enver Paşa’nın Sarıkamış’a girmesini 36 saat geciktirerek soğuk hava şartlarının da katkısıyla 30 bini askerini yitirmesine de sebep olmuştur. 1919 Paris Barış Konferansı’nda Ermeni Delegasyonu Başkanı Boghos Nubar Paşa, nüfusun yüzde17’sini oluşturdukları Doğu Anadolu’nun dörtte birinde bağımsızlık ilan etmek istediklerini açık açık ifade etmiştir. Bölgede nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan Türkleri yok etmeksizin böyle bir kontrol sağlanamayacak olması, Ermenilerin bu konudaki niyetlerini açıkça ortaya koyar. ABD Senatosu’ndaki raporlara göre 100 bin Ermeni, 1. Dünya Savaşı sırasında Türklere karşı savaşta yer almıştır. Bu nedenle, Ermeniler hukuken ‘politik grup’ olarak nitelendirilmelidir ve 1915-16 olayları sadece sözleşme tarihinden önce gerçekleşmiş olması nedeniyle değil, aynı zamanda nitelik olarak da Soykırım Sözleşmesi’ne tabi olamaz.

Yok etme niyeti
Soykırım Sözleşmesi’nin 2. maddesine göre bir olayı soykırım olarak adlandırabilmek için bir grubu yok etme niyetinin açıkça ortaya konulmuş olması gerekir. Tüm dünya araştırmacılarına açık olan Türk arşivlerinde böyle bir niyeti ortaya koyan tek belge bulunmadığı gibi, başka yere nakil süreciyle ilgili sorunlara nasıl insancıl yaklaşıldığını gösteren ve süreçte zarar görme olasılıklarını en aza indirme gayretlerini de ortaya koyan birçok belge vardır.
Ayrıca, ‘başka yere nakil’ sadece Ruslarla işbirliği yapan Gregoryenlere uygulanmış olup, Katolik ve Protestan Ermeniler ve imparatorluğun başka yerlerinde ikamet eden Ermeniler bu uygulamanın dışında bırakılmıştır. Göç sırasında yeterli tedbirleri almadıkları gerekçesiyle Osmanlılar 500-600 görevliyi cezalandırmıştır. Niyeti soykırım olan bir devletten bunlar beklenebilir mi?! Nitekim savaş sonrası Osmanlı arşivlerine ulaşma yetkisine de sahip olan İngiltere, Ermenilere karşı savaş suçuyla itham edilen 144 kişiyi Malta’da yargılamak istemiş ancak 29 Temuz 1921’de başsavcı bu kişileri suçlamak için yeterli ‘kanıt bulunamaması’ nedeniyle suçlamadan vazgeçmiştir.
Olaylar sırasında kaç kişinin hayatını kaybettiği ‘soykırım’ suçu açısından önemli olmamakla birlikte, kamuoyu açısından etkileyici olabiliyor. Örneğin, uluslararası mahkemeler 1995 Srebrenista katliamında 8 bin Bosnalı erkeğin öldürülmesini ‘soykırım’ olarak nitelendirdi. 1915-16 arasındaki kayıp sayıları konusunda da Türk ve Ermeni tezleri arasında ciddi farklılık var. Ermeniler savaş öncesi Osmanlı topraklarında 2.5 milyon Ermeni’nin yaşadığını, bunların 1.5 milyonunun da hayatlarını kaybettiklerini iddia ediyor. Paris Konferansı’nda Ermeni heyeti başkanı, Osmanlı topraklarındaki Ermeni sayısını 2 milyon 250 bin olarak belirtmişti, Fransızların Sarı Kitabı bu rakamı 1 milyon 555 bin, Britannica ise 1.5 milyon diyor. Kurucu başkanı da bir Ermeni olan(!) Osmanlı İstatistik Kurumu ise Ermeni asıllı vatandaş sayısını 1.3 milyon olarak belirliyor.

1921’de rakamlar
Bu nedenle, Ermeni kayıpları iddia edilen 1.5 milyonun çok altında olmalı. 1921 yılına gelindiğinde ABD Dışişleri Bakanlığı İngiliz Konsolosluğu ve Far East Relief Society bilgilerine dayanarak, Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeni sayısını 1.2 milyon olarak belirliyor. Osmanlı istatistikleriyle birlikte bu bilgi temel alınırsa, Ermeni kayıplarının 100 bin, Fransız ve İngilizlerin o dönem çalışmaları temel alınırsa 300 bin civarında olması gerek. Bu konuda daha detaylı çalışma gerektiği açık. Ayrıca, Paris Konferansı’na katılan Ermeni delegasyonu başkanınca kayıplar için belirtilen nedenler arasında özellikle salgınlar, yiyecek-içecek sıkıntısı, sağlık personeli yetersizliğinin gösterilmiş olması da dikkat çekici.
1912-13 arasında Balkan savaşlarında sivil Türk kayıplarının 1.4 milyon, Balkanlar’dan Anadolu’ya taşınanların 410 bin olduğu; 1914-18 arasında 1. Dünya Savaşı’nda ise yarısından çoğu Doğu’da olmak üzere 2.5 milyon sivil Türk’ün hayatını kaybettiği akıllardan çıkmamalı. Arşivler Ermeni çetelerinin saldırılarında 523 bin Osmanlı vatandaşının öldürüldüğünü de ortaya koyuyor.
Elbetteki, insanlık açısından hangi gruba ait olursa olsun her insanın hayatı önemlidir ve her bir insan kaybı büyük bir kayıptır. Bir tarafın kayıpları, diğer tarafın kayıplarını hoş göstermez. Ermeni meselesiyle ilgili belgeler birçok trajik insan kaybının olduğunu, ancak ‘soykırım’ nitelemesini doğrulayacak sağlam temelli verilerin ne o dönemde, ne de bugün için bulunamadığını ortaya koymaktadır.

Hukuk yerine siyaset
Birçok Batı ülkesine yerleşen Ermeni diyasporası hukuken elde edemedikleri bir sonucu siyasi olarak elde etme çabasını senelerdir sürdürüyor. Ayrıca, ‘soykırım’ suçlamasını toplumlarını bir arada tutabilmenin aracı olarak da kullanıyorlar. Bu suçlama etrafında kendi kendini besleyen ekonomik bir sistem dahi kurulmuş.
O günden bugüne yetiştirilen nesiller bu suçlamayı özümsedikleri kültürlerinin bir parçası olarak görüyorlar. Bu anlayışı yaymayı milli bir görev olarak görüyorlar. Batı’da ticarette, akademik dünyada, medyada, kültür alanında başarılı ve saygı duyulan birçok Ermeni asıllı insan var. Bu insanlar maalesef içlerine yerleştirilmiş bu kini önemli yapıtlarına yansıtıyor ve bulundukları bölgelerdeki siyasi güçlerini bu konuda kamuoyu oluşturabilmek için kullanıyorlar.
Ermeni meselesinin dünya kamuoyunda doğru değerlendirilmesi için kine karşı kinle cevap vermek doğru olmayacaktır. Türkiye tezlerini bu insanları suçlayarak, kötüleyerek, onlara karşı düşmanca tavırlar alarak değil, olayların farklı boyutlarını daha sık ve daha etkin olarak dünya kamuoyuna aktaracak yaratıcılığı gösteren yapıtlar oluşturarak savunmalıdır. Senelerdir bu konuda gösterilen ataleti üstümüzden atmanın zamanı gelmiştir. Fransa Parlamentosu’nun temel demokratik haklara aykırı olarak aldığı karar, bizi yıkıcı ve suçlayıcı değil yapıcı ve yaratıcı bir anlayışa yönlendirerek bu konuda bize yardımcı olabilir. Bu haksız ve savunulması güç kararın dünya kamuoyunda oluşturduğu duyarlılığı iyi kullanabilirsek dünya kamuoyunda senelerdir süregelen dezavantajı avantaja çevirebiliriz. Bu konuda içerik geliştirmek ve bunların iletişimini en yaygın şekilde gerçekleştirmek üzere başta sanatçılarımıza, tarihçilerimize, yazarlarımıza ama sadece onlarla sınırlı kalmamak üzere her birimize görev düşüyor.

Yılmaz Argüden: AR-GE Danışmanlık Yönetim Kurulu Başkanı; yazı, www.arge.com adresinden alındı

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=208089

Yorumlar kapatıldı.