Murat Belge
Bu ülkede ‘kavram kargaşası’ denen şeyin her zaman yaygın ve geçerli olması, şaşılacak bir durum olmasa gerek. Bunun ‘her daim geçerli’ olması için güçlü ve bilinçli bir çaba var. Bu çaba her şeyi yarım yamalak , olabilecek en yüzeysel biçimde öğrenmek yolunda, köklü bir alışkanlığa yöneliyor (ve ‘insan tembelliği’ gibi çok temel bir tavırdan yardım alıyor).
Şöyle bir olay, ne zamandan beri, tekrarlanagelir. Demokrasinin her fırsat ve durumda katledilmesinden yana güçler,yeni bir saldırı gerçekleştirdiğinde, karşı cephe de bunu kendi terminolojisi içinde, kendi kelime haznesinden seçtiği deyimlerle eleştirir. Sözgelişi, bizde polis başka yöntemlerle sağ yakalayabileceği kişileri ‘ölü ele geçirme’yi genellikle tercih eder. Böyle bir olay karşısında, demokrasiden yana kesim ‘yargısız infaz bu’ der genellikle.
Bu arada antidemokratik kesim, sözle, yazıyla, düşman bellediği birine saldırır, sözü varsa, sözünü, eylemi varsa eylemini çarpıtır, iftira eder, bildiğimiz marifetlerini yapar. Bu saldırı karşısında kalan kişi veya onu savunma gereğini duyan biri de, öteki eylemin nitelemesinden esinlenerek, ‘Bu sizin yaptığınız yargısız infazdır’ veya ‘Bu resmen bir linçtir’ gibi bir şey söyler.
Böyle sözler toplumun toplu belleğine yerleşmeye başlar. Belirli bir bağlamı da vardır bunların, çünkü böyle şeyleri kimlerin kimlere uyguladığı genel olarak bellidir.
Ama belleğe yerleşmeye başlayınca, antidemokratik cephe bunun artık kullanışlı bir araç haline geldiğini hisseder ve hemen onu kendi cephaneliğine transfer etmeye girişir.
Şu son günlerde bir kadın TRT 1’de yaptığı programda Orhan Pamuk ve Nobel Ödülü ve İsveç üstüne yeni Türk milliyetçiliğinin ipe sapa gelmez söyleminden parlak örnekler döktürdü. Bunları döktürmeyi göze alan herhangi birinin uğrayacağı şekilde eleştiriye uğrayınca da hemen bir ‘mazlum’ oldu. ‘Jurnal’ ve ‘linç’ edildiği söylendi. Bu cephenin birtakım avukatlarının savcı savcı dolaşıp ‘301’i ihlâl etti’ diye adam ihbar ettiği ülkede, ‘Bu ne biçim program?’ deyince ‘jurnal’ ediyorsunuz; ‘Malatya’da doğdu/Papa’yı da vurdu’ sloganı atan ve Trabzon’da papaz vuranı alkışlayan cephe çıkıp ‘linç’ten söz ediyor.
‘Kavram kargaşası’nın daha iyi örneği olur mu?
‘Eugenics’ adıyla bilinen faşizan biyoloji uygulamasının İskandinavya’da revaç bulduğu bilinen bir olgudur. Bu ülkelerde Lapon azınlığın yakın zamana kadar kötü muamele gördüğü de öyle. Daha ararsanız, Quisling de bulursunuz. Ama bunları allayıp pullayıp ‘İsveç faşisttir, genosid yapmıştır’ derseniz, kantarın topuzunu kaçırırsınız. İngiliz deyimiyle, sandığında birtakım iskeletler saklayan biri, başkaları hakkında bunları söylerken, ağzından çıkanı kulağı duymalıdır. Kulağı söz konusu çirkinliklerin İskandinav toplumlarında nasıl eleştirildiğini de duymalıdır. Ama bu programı yapana diyecek bir şey yok, çünkü ne yaptığını belli ki gayet iyi biliyor. Onun değil, programını yayımlayan kurumun kulağının bir şeyler duyması gerekiyor.
Kimsenin konuşmasını yasaklamaktan yana değilim, çünkü yasaklamayla giderilmiş bir habaset örneği bilmiyorum. Yalnız, demokrasi ve ifade özgürlüğü, bazı köşe yazarlarının sandığı gibi, aklına gelen abuk subuk lakırdıları her yerde döküp saçma özgürlüğü değildir. Demokrasi ve ifade özgürlüğünü savunmak, faşizm adına yumurtlanmış hikmetlerin savunuculuğu değildir.
Şu son dönemde, genel içeriksizleşme içinde, bir gazetenin bir sayfasında bir solcu veya liberal yazıyorsa, öbür sayfasına da bir faşist kondurmak ‘demokrasi’ ve ‘düşünsel çeşitlilik’ gibi adlarla anılır oldu. Dreyfus’ü mahkûm edenlerin onu böylece mahkûm ettiren inanç ve düşüncelerini savunduğunuz zaman, demokrasiyi değil, faşizmi savunmuş olursunuz.
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=207976&tarih=22/12/2006
Yorumlar kapatıldı.