İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Tarihçi’

Murat Belge

Bir toplumun gerçeklikle ilişkisi, onun öğrenilmesi ve ona göre tutum geliştirilmesine değil de, onun reddi ve çarpıtılmasına bağlanınca, düşünsel-ideolojik hayatın gerçekliği kavramak için geliştirilmiş araçları, kavramları vb. anlamını kaybeder ve asıl amaçlarının karşıtı işlevler yüklenirler. Ne gibi durumlar olur da toplumlar veya toplumların belirleyici-yönlendirici kesimleri bu tür davranış kalıpları üretir, bu ayrı konu.
Ama çeşitli nedenlerle Türkiye bu dediğim kalıplara uyuyor. Hep uyardı, ama son 10 yıldır bu dediğim tezahürlerin evrensel arketipi haline geldi.
Ermeni kıyımı konusunda geliştirilen sağlıksız politikalar çerçevesinde, ‘tarihçi’ kavramının kendisi de sistematik çarpıtmalardan nasibini aldı. Türkiye son dönemde, resmi düzeyde, ‘Bu işin sırrını çözmeyi tarihçilere bırakalım’ diye özetlenen bir politika geliştirdi. Bu politika, söz konusu sorunun aşılmasına doğru bir yol açmadığı gibi, ‘tarihçi’ kavramı çerçevesinde de bir yığın mistifikasyon yaratıyor. Sokaktaki adamın ‘tarihçi’nin ne olduğunu bilmesini dünyanın hiçbir yerinde -ne yazık ki- bekleyemeyiz. Ama burada, sokaktaki adamın bilememesine hayıflanmak bir yana, işi okumak ve yazmak olan kişilerin veya bizzat sıfatı ‘tarihçi’ olanların da aynı mugalatalar içinde rahat rahat dolaştığını görüyoruz.
‘Tarihçiler çözsün’ demek, yalnız tarihyazımının değil, bütün bilimsel pratiğin yanlış anlaşılmasına dayanan bir slogandır. Hiçbir zaman, hiçbir tarihçi çıkıp bize ‘nihai tarihi gerçek’i söylemeyecektir. Bu imkânsızlık, doğrudan doğruya, nesnel gerçeklikle insan zihninin karşılıklı konumlanma biçimlerinin bir sonucudur.
Söz konusu sorun, ‘ağacın altında gömülü define bulmak’ gibi bir sorun değil; tarihi olduğu kadar politik bir sorun. Onun için bir gün bir tarihçi (ya da bir grup tarihçi) gelip birkaç kâğıt okuyup, ‘Efendiler, nihayet esrarı çözdük. Dinleyin…’ demeyecek.
Ama bir de bunun tersi var: varsayımsal, ama gerçekte var olmayan bir ‘tarihçi’ye bu olmadık ayrıcalığı tanırken, aynı söylemin sahipleri, sıfatı ‘tarihçi’ olmayanların bu konuyu tartışmasını da yasaklama havasına giriyor.
Her şeyden önce, yaşadığımız dünyanın bir olgusu, ‘işbölümü’ ve ‘uzmanlaşma’ dediğimiz şey. Onun için, bu açıdan bakacaksak, ‘tarihçi’ sıfatı da yeterli değil. Neyin, hangi dönemin tarihçisi? Bunun da sonu yok aslında. 20. yüzyıl tarihçisi olursun, Ermeni kıyımı konusunu incelememiş olursun. İncelemiş olursun, ama orada uzmanlaşmış kişi kadar iyi bilemeyebilirsin.
Peki, ‘uzmanlaşmış’ kişi kim? Biri çıkıp ‘Ben 20 yıldır bu alanda çalışıyorum’ dese -hele böylesine yakıcı bir siyasi konuda- ‘Eh, adam 20 yıldır çalışıyormuş, öyleyse o biliyordur doğrusunu’ mu diyeceğiz?
Sartre ‘Fransa, Cezayir’de soykırım yapıyor’ dese, Figaro’nun başyazarı kalkıp ona, ‘Sen bu işin uzmanı değilsin, konuşma!’ diyebilir mi?
O zaman ‘bilgi’ ne? Niçin durmadan okuyor, araştırıyor, öğreniyoruz?
Ben edebiyatçıyım, o halde resim üstüne konuşamam, tarih üstüne konuşamam, politika üstüne konuşamam, sosyoloji, antropolojiden anlamama imkân yok. Hele biyoloji konusunda hiçbir fikir sahibi olamam?
İşte her kavram böyle çarpık çurpuk ediliyor.

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=206867&tarih=09/12/2006

Yorumlar kapatıldı.