İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hazımsızlık ve pişkinlik

Etyen Mahçupyan
 
Demokratikleşmeye yönelik reformların vazgeçilmez bir bölümünü oluşturan gayrımüslimlerin durumu son Vakıflar Yasası ile bir miktar düzeltilmeye çalışıldı. Görünüşe göre bu vakıfların hareket alanları genişlemekte, bağış alıp verme, temsilcilik açabilme, izin almadan mal alıp satma ve şirket kurma gibi faaliyetlerin önü açılmakta. Ne var ki bunların yapılabilmesi ‘vakıf senedinde yer alma’ koşuluna bağlı ve asıl sorunları yaşayan gayrımüslim vakıfların bir ‘vakıf senedi’ yok. Çünkü bunların hepsi padişah fermanıyla kurulmuş durumdalar ve Osmanlı devleti tarafından özel statüde kabul edilmişler. Diğer bir deyişle şimdi Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’nın tasarrufunun bedelini gayrımüslim vatandaşlarına ödetmeyi gayet normal buluyor… Ama konu burada bitmiyor: En kritik mesele devletin el koymuş olduğu malların iadesi. Avrupa İnsan Hakları Mahkleme’sinde yürüyen davaların önünü kesmek üzere bu kez devletimiz biraz daha ‘hoşgörülü’ davranmış ve halen devlet elindeki mülkü devretmeyi kabullenmiş. Ama bunun için Vakıflar Meclisi’nin olumlu kararı şart koşuluyor. Yani gayrımüslim vakıfların etkili olamadığı bir Meclis’te diğer vakıfların kararıyla, bir mal ya geri alınacak ya da ilelebet devlete kalacak. Bu kadar pişkinliğin siyasetçiler için bile fazla olduğunu söyleyebiliriz, ancak konu burada da kapanmış değil. Çünkü esas büyük meblağlar devletin el koyduktan sonra yangından kaçırırcasına üçüncü şahıslara devrederek hukuktan kaçırdığı mallarla ilgili. Ve tahmin edileceği gibi Yasa bu konuda suskun… Ne iade var, ne de hakedilmiş tazminatların ödenmesine yönelik en ufak bir irade.

Açıkça söylemek gerekirse bütün iyi niyetli çabalara karşın gayrımüslimlere gösterilen bu hazımsızlığın tek anlamı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin günümüzün Türkiye toplumunu yönetecek olgunlukta olmadığıdır. Devlet vatandaşı nasıl tanımlayacağını bilemediği için kimlikler arasında savrulup durmakta ve çareyi hukuku manipüle etmekte aramakta… Bunun yarattığı insani sorunları anlamak için Rum Ortodoks cemaatine bir an için bakalım: Bu cemaatin dağınık mallarını organize bir şekilde yönetmesini sağlayacak idari düzenlemeye izin verilmiyor; belirli bir bölgede yaşayan vakıf yöneticisi bulunamadığı için ‘mazbut’ hale getirilen vakıf mallarının cemaatin bir diğer vakfına devredilmesi mümkün olamıyor; Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün el koymuş olduğu manastırlar iade edilmiyor; öğrenci yetersizliği nedeniyle kullanılamayan okulların başka bir amaçla kullanılmasına izin verilmiyor; belediyelerin eline geçmiş olan mezarlıklar geri alınamıyor ve buralara Rum Ortodoks olmayanlar da emirle gömülüyor, oysa mezarlıklar birer ibadet yeri… Devlet vatandaşın sadece mülki haklarını değil, din özgürlüğünü de fütursuzca ihlal ediyor ve bunun ‘milli’ bir gereklilik olduğunu söylüyor…

Eğer bu durum yeterince hicap verici gelmediyse söz konusu yasanın fazla özgürlük verdiği için Cumhurbaşkanı’ndan geri döndüğünü ekleyelim. Sezer’e göre Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün “sıkı izin ve denetim sisteminin” korunması gerekirken; azınlık vakıflarının mazbut vakıf olabilmesi, yani devletçe el konabilecek duruma gelmesi de engellenmemeli. Ayrıca Cumhurbaşkanı azınlık vakıflarının “amaç ve etkinlikleri doğrultusunda giderek gelişmelerine olanak sağlanmasını” da zararlı buluyor. Nihayet Vakıflar Meclisi’nde bir adet gayrımüslim vakıf temsilcisinin olmasını da kabullenemiyor. Bütün bunlar meğerse Lozan’a aykırıymış… Seksen yıl boyunca Lozan’ı ihlal eden bir yönetim anlayışının elinde aynı Lozan şimdi vatandaşlığı mağduriyete dönüştüren bir araç olarak kullanılıyor. Ama ne beklersiniz ki? Sonuçta bu cumhurbaşkanlığı değil miydi gayrımüslim vatandaşları ‘yabancı’ kategorisinde değerlendiren? 

http://www.gazetem.net/emahcupyan.asp?yaziid=296

Yorumlar kapatıldı.