İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Biz de bir zamanlar süper devlet değil miydik?

Mehmet Barlas

Aynı anda değişik coğrafyalardaki birden fazla sorunu ele alıp, bunlar üzerine politikalar üretmek, ” Süper Devlet “lere özgü bir lüks biçiminde görülebilir. Örneğin ABD hem Kuzey Kore’nin hem İran’ın nükleer gücünü, hem Çin’in ve AB’nin ekonomisini, hem Putin’in hem de Chavez’in enerji politikasını izlemek zorundadır. Bu arada Irak’a çözüm getirmek için Suriye ve İran devreye sokulduğunda, İsrail’in bunu nasıl algılayacağı da, Washington’da hesap edilmelidir.
Biz Türklerin geçmişimizde de yüzlerce yıl süren bir ” Süper Devlet ” olma deneyimi var. Aynı anda hem Macaristan’a kral, hem Mısır’a vali atanırdı ve İngiltereFransaAlmanyaRusya arasındaki dengeler arasında, Osmanlı hareket alanını belirlerdi.
Bu emperyal geçmiş geride kalmış olsa bile, Türkiye siyasetinin ve diplomasisinin genlerinde süper devletlerde bulunan bilgiler var. Osmanlı’nın çöküş ve parçalanış sürecinden alınan derslerle, dünya konjonktürüne uyum gösterememenin nelere mal olacağı biliniyor.

SOĞUK SAVAŞ
Ama aynı anda ” Soğuk Savaş “ta edinilen bilgiler de, siyaseti ve diplomasiyi etkilemekte. İki kutuplu dünyada Amerikan İttifakı’nın uç devleti olmanın getirdiği şartlanmalar, günün koşullarına uymasa da, bir ölçüde dış politikayı etkiliyor.
Soğuk Savaş dış politikasının özelliği ” Nasıl olsa bizim blok bizi anlar ” felsefesine dayalı olarak bir konuda tutum belirlemek ve ” Pozisyonumuz bu ” diyerek uluslararası forumlarda bu pozisyonu tekrarlamaktır.
Oysa Sovyetler Birliği’nin çöküşü ertesinde, ” Bizim Blok ” kavramı da buharlaştı.
Örneğin Türkiye’nin ” Kıbrıs Pozisyonu “nu ” Bizim Blok “un Avrupalı üyeleri anlamıyor artık. Örneğin Türkiye’nin Kuzey Irak’a dönük pozisyonunu ifade eden ” Kırmızı Çizgiler “i bizim blokun lideri ABD morarttı.
Bu tabloyu enine boyuna değerlendirdiğimizde, genlerimizdeki süper devlet deneyiminden kaynaklanan bilgileri ağırlıkla devreye sokmak gerektiğini görürüz. Yani ” Dondurulmuş pozisyonlara ” imkan veren ” Bizim Blok ” sığınağı kalmadığına göre, aynı anda birden fazla sorunu ele alıp, bunlar üzerine farklı politikalar üretmemiz kaçınılmazdır.

KIBRIS SORUNU
Somut biçimde konuyu örneklersek, mesela ” Ermeni Sorunu “nu, Türkiye’nin ikili ilişkilerinden soyutlamamız gerekiyor. Çünkü her ülkede Ermeni tasarıları yasalaştığında Türkiye bu ülkelerle ilişkilerini dondurduğu takdirde, dış politikamız hareket kabiliyetini yitirebilir.
Aynı şekilde AB’nin bazı üyeleri Türkiye’nin üyelik sürecini Kıbrıs Sorunu’na endekslemeyi deneseler bile, Türkiye birer birer Avrupa ülkeleri ile ilişkilerinin bu ülkelerin Kıbrıs Rumları ile ilişkilerinden daha ağırlıklı önem taşıdığını onlara hatırlatmalıdır. Örneğin ne Afganistan’da, ne Lübnan’da, ne Bosna’da Rum askeri var. Ama bu coğrafyalarda Türk askeri Fransız ve Alman askerleri ile birlikte barışı koruyor. Aynı ağırlık ikili ticari ilişkiler için de geçerlidir.
Özellikle Almanya’nın tutumu konusunda, Hıristiyan Demokratlar’a bazı ” Çarpıcı gerçekler ” de altları çizilerek hatırlatılmalıdır.

MERKEL
Daha düne kadar Doğu Alman vatandaşı olan Merkel, eğer ” Birleşme ” olabildiyse, bunun NATO içinde Doğu’ya karşı ittifak yapan Türkiye ve Batı Almanya’nın direnci sayesinde gerçekleştiğini bilmelidir. Berlin Duvarı’nın dibindeki Kreusberg’de, Varşova Paktı tanklarını umursamadan çalışan Türkler’in bugünkü Almanya’nın inşasındaki rollerini, en fazla Merkel’in bilmesi gerektiği vurgulanmalıdır.
Bu arada muhalefet olmak da, bazı dönemlerde iktidar olmak kadar önemlidir. Sürekli ” Rest çekelim ” veya ” İpleri kopartalım ” demek yerine,Türk muhalefeti de dış dünya ile ipleri kopartmadan, gelişme ve kalkınma yolunda hangi adımların atılması gerektiğini kendi seçmenlerine duyurmalıdırlar.
Ve son olarak keşke Cumhurbaşkanı Sezer de, selefi Demirel gibi olabilse ve Çankaya’dan zaman zaman çıkıp, Türkiye’nin dış ilişkilerinde üzerine düşenleri yapabilse. 

http://www.sabah.com.tr/2006/12/07/yaz09-40-134.html

Yorumlar kapatıldı.