İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Artık büyüme zamanı

Etyen Mahçupyan

Atilla Yayla’ya tepki verme üzerinden kurgulanan kemalist refleks pek de beklenmeyen bir toplumsal sağduyu sayesinde tam aksi yöne savrulunca, daha önce üniversitenin uygulamasını eleştirenlerde bir denge kurma ihtiyacı oluşmuş gözüküyor… Kemalizmin yetersizliğini ve bazı alanlardaki başarısızlığını ima eden yaklaşımlar, bir anda yerini Mustafa Kemal övgüsüne ve modernlik kanıtlamasına bıraktı. Ne yazık ki bu ‘yeniden sahiplenme’ psikolojisi annesinden fazla zaman uzak kalmış bir çocuğun güven ihtiyacını akla getiriyor. Bayram demeçlerinden aşina olduğumuz kalıp cümlelerle kemalizmin katkıları sıralanırken, herhalde ortak bir ayinin güven tazeleyen birlikteliği yaşanmakta. Gerçeklik tabii ki öteki uçta değil… Kemalizmin bu topluma mutlak anlamda bir gerileme yaşattığını söyleyen zaten kimse de yok… Ama bu ideolojinin topluma mutlak anlamda ilerleme yaşatmış olduğunu söylemenin de dindarca bir önerme olduğunu artık görmekte yarar var. Birçok ‘modern’ uygulamaya paralel olarak tek parti döneminde bütün milletvekillerinin ‘önder’ tarafından seçilmesi, iktidar partisinin il başkanlarının aynı zamanda vali olarak atanmaları, iktidarı tedirgin eden fikirlerin hiçbirine ve özellikle laik kesimden gelenlere müsamahanın olmaması eğer bir ‘ilerleme’ belirtisi ise diyecek yok…

Kemalizmin modernliğine sığınanlar modernliğin ne olduğunu bile bilmiyor. Onu günlük hayatın ve kurumsal yapının ‘ileri’ bir görünümü, uygulayanın kimliğini ‘ileri’ taşıyan bir medeniyet koşulu sanıyorlar. Bu yüzeyselliğin ardında modernliğin zihni yapısına ilişkin derin bir cehalet var ve kendilerine ‘kemalist’ diyenlerin en belirgin ortak noktası da bu cehaleti paylaşmaları… Çünkü modernlik zihniyet açısından monolitik ve tutarlı bir bütünsellik arzetmez. Dayandığı iki ayaktan biri göreceliliği ön plana alarak bireyi meşrulaştıran bir felsefi geleneğe dayanır. Buna göre doğruların kimsenin tekelinde olmamasına karşın, her birey kendince ve kendisi için doğruya vakıf, rasyonel bir kişidir. Dolayısıyla düşünce özgürlüğünün önünde hiçbir meşru engel yoktur ve toplumsal özgürlükleri baskı altına alan yönetimler de son kertede topluma zararlıdır…

Açıktır ki kemalizmin Batı Aydınlanmasının özü olan bu bakıştan nasibini aldığı pek söylenemez. Ancak diğer taraftan modernlik de sadece bu zihni temele dayanmıyor. Hatta ikinci felsefi ayağın tam tersi yönde olduğunu söylemek bile mümkün… Çünkü modernlik aynı zamanda otoriter zihniyetten de beslenir ve ulus-devlet fikrinin, milliyetçi ideolojinin, devleti koruyan laiklik anlayışının ardında devlet ile toplum arasında kategorik bir hiyararşi arayışı vardır. Böylece doğruya sahip olan liderlerin yüceltildiği, toplum için neyin iyi olduğunun devlet tarafından saptandığı, meşruiyetin ancak resmi ideoloji içinde mümkün olduğu otoriter bir bakış ulusal kimliğe yedirilir… Kemalizm modernliğin bu karanlık yüzünü tarz olarak benimserken, aydınlık yüzünün ima ettiği değişiklikleri de epeyce yüzeysel bir biçimde hayata geçirdi. Modernliğin özgürlükle olan bağının kamufle edilmesi ise ‘bağımsızlık’ söylemi sayesinde oldu ve özgürlük bağımsızlık için verilen bir tavize indirgendi. Ne var ki söz konusu bağımsızlık için gerçekte yaşanmış olanların yetersizliği yüzünden tarih de abartılarak, mesele ‘emperyalizmle savaşa’ kadar gitti…

Bugün elde kalan, içi boşalmış bir devletçiliğin ötesinde maalesef fiktif bir tarih anlayışıdır da… Oysa dünü ve bugünü otoriteye teslim eden toplumların iradi bir geleceği de olamaz. Gelecek korkusu ise gerçekte kendinle karşılaşma, kendi üzerinde düşünme korkusudur. Buna karşılık söz konusu korkuyu aşmak olgunlaşma, reşit olma sürecinin önünü açar. Sizce bu toplumun da artık büyüme zamanı gelmedi mi?

http://www.gazetem.net/emahcupyan.asp?yaziid=295

Yorumlar kapatıldı.