İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Lozan ve mübadilleri

Lozan Anlaşması Türk devleti için zafer, mübadiller için enkazdı.

Mübadiller ‘Türk’tü, sadece uzun yıllar Yunanistan’da kalmış olmanın etkisiyle kültürel olarak farklılık gösteriyorlardı. Bu bakış açısı, hem kendi içlerinde de homojen olmayan göçmenlerin mübadil kimliği altında toplanmasına, hem de etnik kimliklerinin milli kimlik tarafından emilmesine neden oldu

KEVSER CAN 

Walter Benjamin ‘Tarih Kavramı Üzerine’de, tarihin galip gelenle yenik düşen için aynı şey olmadığını söyler: “Tarih galip gelen için bir zaferken yenik düşen için bir enkazdır”. Lozan Antlaşması da Türkiye için bir zaferdi, ancak Lozan mübadilleri için bir enkazdı. Geçmişlerini, mülklerini geride bırakıp göç etmek zorunda kalan mübadiller zor koşullarda, gemilerde ölen bebeklerini denize atmak gibi deneyimler yaşayarak Türkiye’ye göç ettiler. Acılar, göçten sonra da yaşam mücadelesi içinde devam etti. Peki bugün mübadil kimliği için ne söylenebilir? Bir kimliği tanımlamaya çalışırken pek çok değişken söz konusu. Ancak, devletle olan ilişkiler mübadil kimliğinin oluşmasında önemli bir etken.

Türk Devleti ve Lozan mübadilleri
Türk devleti ve Lozan mübadilleri arasındaki ilişkiye bakmak, mübadil kimliğinin ne olduğunu anlamak bakımından önemli. Çünkü ikincisine adını veren ve göç deneyimini zorunlu kılan ilki. Dolayısıyla devletin onları nasıl gördüğü, onların kendilerini nasıl tanımladıklarıyla yakından ilişkili ve bu süreç mübadele olayından öncesine dayanır.
Göçten önce, Yunanistan’daki Müslüman nüfus siyasi ve askeri bir avantaj olarak görüldü. Siyasi bir avantajdı, çünkü Cumhuriyetin kurucu kadrosu için, Yunanistan topraklarında hak iddia etme şansını veriyordu. Askeri bir avantajdı, çünkü buradaki komitacılık faaliyetlerine yardım sağlıyordu. Rumeli’deki komitacılar Büyük Millet Meclisi tarafından görevlendiriliyor ve buradaki stratejilerini diledikleri gibi belirliyorlardı. Kimi komitacılar, artan Yunan baskısından dolayı göç etmeye başlayan Müslüman halkı kalmaya iknaya çalıştılar. Bizzat Fevzi Çakmak tarafından görevlendirilmiş olan komitacı Fuat Balkan anılarında şöyle der: “Bu göç heves ve arzusu alıp yürürse orada yapılması arzu edilen teşkilatı kiminle yapacaktık? Memleketi kurtarabilmek için Türklerin orada kalması zaruri idi. Bunu düşünüp göçmek için gelen bütün Türkleri köylerine geri göndermeye başladım.”
Misak-ı Milli sınırlarının belirlenmesinden sonra, Yunanistan toprakları üzerinde herhangi bir iddiası kalmayan Türk devleti için buradaki Müslüman halk da ulus-devlet inşası sürecinde yeni bir rol üstlendi. Nüfus mübadelesi gündemdeydi ve böylece mübadiller bir taraftan türdeş bir Türk toplumunun yaratılmasına, öte taraftan da azınlıklar sorununun büyük ölçüde çözümlenmesine katkıda bulunacaklardı. Türdeş bir Türk toplumunun yaratılması konusunda onların dini kimlikleri yeterli görüldü, dilsel ve kültürel farklılıklar gözardı edildi. Cumhuriyetin kurucu kadroları için, bu farklılıklar dikkate alınmayacak kadar küçüktü ve yerel öğelerle kolaylıkla entegre edilebilirdi.

Misafirlerimiz
Devletin Lozan mübadillerine bakış açısı, bu farklılıkların beklenenden daha güçlü ve etkili olduğunun ve yerel halkla gerginliklere yol açtığının anlaşılmasıyla yeni bir boyut kazandı. Bu yeni bakış açısına göre onlar Türkiye Cumhuriyetinin ‘misafirleriydi’. ‘Misafir’ kelimesi, mübadiller, yerel halk ve bizzat Mustafa Kemal tarafından sıklıkla kullanıldı. Aslında kullanılış amacı genellikle, mübadillere karşı herhangi bir dışlama, haksızlık vs. olduğunda onları korumak ve kollamaktı. Fakat kelimenin kullanımı, mübadillerin devlet için ne ifade ettiğini yansıtıyor: Misafir buyur edilir, ona hizmet edilir, ancak herhangi bir probleme sebep olduğu anda kapı yüzüne kapanabilir, çünkü ev ona ait değildir ve o da eve ait değildir. Türk devleti için de göçmenler, Türk toplumuna entegre oldukları ve etnik farklılıklarına vurgu yapmadıkları sürece tamamen kabul görebilirlerdi.
Devletin bu yaklaşımına karşı, birinci kuşak mübadiller devletle daima iyi ilişkiler kurmaya dikkat ettiler. Örneğin, Kemalist devrimleri yerel halka göre daha kolaylıkla kabul ettiler. Bunun tek nedeni yukarıda sözünü ettiğimiz konumlarının getirdiği bir savunma mekanizması ya da zorunluluk değil aynı zamanda içselleştirilmiş bir eğilimdi. Bunun bir nedeni Mustafa Kemal’e olan duygusal bağlılıklarıydı. Ona, hemşerilikten ve kendilerini Yunan zulmünden kurtarmış olmasından kaynaklanan derin bir sempati duyuyorlardı. Devrimleri kolaylıkla benimsemiş olmalarının diğer bir nedeni ise inanış biçimleriyle ilgiliydi. Mübadiller genellikle Bektaşi ya da Mevlevi geleneğinden geliyorlardı ve bu inanış biçiminin katı ve formel Sünni inanışına göre daha mistik ve içsel deneyim gerektiren içeriği nedeniyle yeniliklere daha açıktı.
Ancak bu iyi ilişkilerin yanı sıra mübadiller ve devlet arasında kimi gerginlikler de yaşandı. Örneğin mübadillerin iskânı sırasında yerli halkla mübadiller arasında çıkan herhangi bir sorunda yerel yöneticiler yerli halkın yanında bir tutum sergilediler. Kırsal bölgelerde Kurtuluş Savaşı’na destek vermiş olan kimi önemli ağalar, bu dönemde Rumların terk etmiş oldukları toprakları ve mülkleri kendi hakları olarak görüyorlardı. Rumelililerin bu kurtuluş mücadelesine herhangi bir katkıları olmamıştı çünkü.
Diğer bir sorun Kemerburgaz’da yaşandı. Mustafa Kemal’in ölümünden sonra çıkarılan 3116 no’lu yasayla, orman köylüsü mübadillerin ihtiyaçları için ayrılmış olan tapulu alan koruma altına alındı. 1937-41’de düzenlenen kamulaştırma yasası, cami duvarına asılan bir ilanla duyuruldu ve dolayısıyla köylülerin bundan haberi olmadı. Hem itiraz etme hem de tapulu arazilerine el konulmuş olmasının karşılığını alma hakkını kaybeden köylülerden 41 tanesi devlet arazisini işgal etmekten yargılandı ve 12 kişi hapis cezası aldı. Kemerburgaz’ın yerel dergisinde yayınlanan bir yazıya göre, bu, kasıtlı bir uygulamaydı.
Bu uygulama kasıtlı mıdır değil midir bilinmez, ancak Yahudi kökenli olduğu düşünülen Selanikli mübadilleri hedef alan bir diğer durum söz konusu. Bunlar ‘Sabetaycı’ olarak tanımlanır ve 1941-43 yıllarında yükselen antisemitizm ve azınlık karşıtı politikalardan nasiplerini alırlar. Yahudilerle birlikte dönmeler de 1945’te Varlık Vergisi’ne tabi oldular. Bir dönme olan Ahmet Emin Yalman, Vatan gazetesindeki yazılarında Varlık Vergisi’nin uygulamasına getirdiği eleştirilerinden ötürü Aşkale’ye sürülenlere katıldı.
Doğrudan mübadilleri hedef alan bu uygulamaların yanı sıra aynı yıllarda dolaylı olarak mübadilleri etkileyen uygulamalar da oldu. ‘Vatandaş Türkçe Konuş’ ya da ‘Devletin başında halis Türkler bulunmalıdır’ gibi söylemler mübadilleri etkiledi. Anadili Yunanca ya da Makedonca olan mübadiller üzerinde baskı oluşturdu. Nihal Atsız, Orkun ve Tanrıdağ dergilerindeki makalelerinde devleti yönetmeye talip olanlarda bulunması gereken özellikleri sıralar. Bu kimseler saf Türk olduklarını kanıtlamalıydılar ve bu hususta şüpheli olanlar melez kent ahalisiyle Rumeli’den gelmiş olanlardı. Mustafa Kemal’in ölümünden sonra onun kişisel desteğini de kaybeden ve devlet dairelerinde görev yapan Selanikli mübadillerden birçoğu görevden alındı ya da önemsiz görevlere atandı.

Mübadil kimliği
Mübadiller, devletin bazı haksız uygulamalarına ya da genel birtakım ırkçı politikalara maruz kalmalarına rağmen, Türk devleti tarafından hiçbir zaman farklı bir etnik grup olarak tanımlanmadılar. Asimilasyona tabilerdi ancak farklı bir etnik grup olarak değil. Onlar, ‘Türk’tü, sadece uzun yıllar Yunanistan’da kalmış olmanın etkisiyle kültürel olarak farklılık gösteriyorlardı. Bu bakış açısı, hem kendi içlerinde de homojen olmayan göçmenlerin mübadil kimliği altında toplanmasına hem de etnik kimliklerinin milli kimlik tarafından emilmesine neden oldu. Bu da bir tür gönüllü asimilasyonu beraberinde getirdi. Ancak bununla, mübadillerin kayıp bir kuşak olduğunu söyleyemeyiz. Bu durumun iki istisnasını, etnik kimliğin direncinin veya kültürel olarak sürdürülmesinin iki örneğini görüyoruz. Biri Kemerburgaz gibi bugüne kadar görece izole kalabilmiş olan mübadil köyleri, diğeri ise daha çok sembolik bir etnik geri dönüşü tespit edebildiğimiz, milliyetçi unsurlara vurgu yapmayan mübadilleri bünyesinde toplayan Lozan Mübadilleri Derneği. İkincisi, kimliğin kamusal alana taşınmasını sağlarken, ilki tarafından da besleniyor.
KEVSER CAN: İst. Bilgi Üni., sosyoloji mezunu
Bibliyografya
Balkan, Fuat (1998), ‘Fuat Balkan’ın Hatıraları’, İstanbul, Arma.
Benjamin, Walter (1993), ‘Son Bakışta Aşk’, İstanbul, Metis.
Kemerburgaz (2002), Nisan/1
http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=6470

Yorumlar kapatıldı.