İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İdeolojik veya revizyonist tarihçilik!

MUSA GÜRBÜZ 

Taner Akçam’ın Ermenilerle ilgili ABD’de yayınladığı kitabı’A Shameful Act: The Armenian Genocide and the Question of Turkish Responsibility’ ilginç tartışmalara neden oldu. Mustafa Kemal’e atfen söylenen “A Shameful Act/Utanılacak iş” ifadesinin doğru olmadığıyla ilgili kesin ifadelerle bir yazı ve ondan esinlenen birkaç yazı çıktı (A. Turan Alkan, Zaman, 30 Ekim ve 1 Kasım 2006). Taner Akçam cevaben kaleme aldığı yazıda bazı “yeni” fikirler ileri sürdü (Radikal 12.11.2006).
Birincisi; bir yazıdaki fikir veya düşünceler eleştirilirken ‘olabilir mi’ sorusu merkezli yaklaşılarak ciddi bir incelemeye tabi tutulmalıdır. Bu evreden sonra insaf ölçüsünde eleştiride bulunulmalıdır. Bu son olayda ciddi bir inceleme yapılmadan bir eleştiride bulunuldu. Ancak Akçam’ın kitabına başlık olarak koyduğu “utanılacak iş” sözlerinin Mustafa Kemal’e ait olmadığını söylemek, eksik bilgi vb. kavramlarla açıklanabilecek bir konudur. Bu nedenle Alkan ertesi gün yazısını düzeltti. Burada eleştirilecek konu ayrıca bir uzmandan yardım talep etmemesi hususu olabilir. Bu bilginin tenkide tabi tutulmadan başkaları tarafından doğru kabul edilmesi ve bunun üzerine eleştiride bulunulması da ayrıca bir akademik eksikliktir. Ancak söz konusu şahıslar akademisyen değil. Bu nedenle hata paylarına gösterilecek müsamaha ile akademik eleştiri farklı olmak durumundadır.
İkincisi; bu sözlerin Mustafa Kemal tarafından söylenmiş olması Akçam’ın tezini destekler mahiyette değildir. Bilakis ayıklanarak seçilmiş bu cümle yazarın görüşlerini izahta yetersiz kalıyor. Bunun için başka argümanlara ihtiyaç var. Ancak üzerinde durmamız gereken asıl mesele bir akademisyenin kendi paradigmalarını, önyargılarını veya değil, desteklemek için çok önemli bir zatın ifadelerini onun söylemediği bir anlamla başka bir konteks içinde kullanarak haklı olma isteğidir. Dahası böyle bir söz söylenmedi cümlesinden hareketle “gördünüz mü, nasıl haklı çıktım?” noktasına gelmek akademik olmakla bağdaşır değildir. Üniversitelerin tarih bölümlerinin birinci sınıflarında okutulan metodoloji dersinde etik anlamda altı çizilen husus tarihi yapana (ifade sahibine) sadık kalmanın gerekliliğidir. Yazarın asgari uyması gereken kuraldır bu. Aslında bu da yetmez, birçok yöntemle tezin o dönemin çağdaş kaynaklarıyla da doğrulanması gerekir. Yazar bu alıntıyı yaparken tarih metodolojisi yerine inandığı fikre “fikri sabitine” destek arar görünümü veriyor. Bu durum yazdıklarını tartışmalı hale getiryor.
Herkesin inanmak zorunda olmadığı, hatta genelde karşı çıkılan fikirler, konstrüksiyonu iyi yapıldığı ve bilimsel metotlar kullanıldığı zaman anlam kazanır. Aksi takdirde propaganda veya demagoji olurlar. Kısaca bilgi ve sorudan yoksun metinler haline gelir. İyi niyet göstergesi olarak kaynak kullanımındaki titizliğine beklenilen saygıya gelince, kaynak kullanımındaki titizlik kaynağa saygıdan geçer. Buna riayet edilmiş midir? Bu soruya olumlu cevap vermek mümkün değil. Hangi titizlilik söz konusudur! Türkiye’de aynı tercih veya yöntemlerin, tam tersi fikirleri savunmak için de kullanıldığını söylemek mümkündür.

Objektif olmak
Araştırmacıların sosyal, politik vb. tercihleri vardır ve hatta olmalıdır. Önemli olan bu tercihlerin yönlendirdiği bir alanda olsa bile objektif olabilmeleridir. Ancak bu durum farklı düşünen kalemlerin belgeleri zorlayarak hatta tahrifat yaparak ideolojilerini söyletmelerini haklı kılmaz. Akademik platformda kabul edilebilir bir durum değildir. İdeolojiler/inançlar gerçeği açıklayamaz, ancak açıklamaya yardımcı olabilirler. Devlet, kişi veya kurumların doğrularını genele kabul ettirmeye çalışmaları fikri istibdadı getirir. Bulunduğunuz yerde farklı bir görüşü seslendiremiyorsanız fikri esaretin merkezinde konumlanıyorsunuz demektir.
İttihat ve Terakki Partisi’nin faaliyetlerinin hiç yargılanmadığı kanaati doğru değildir. Yazının tarihi muhtevasını başka bir yazıda değerlendirmek istediğim için detaylara girmeyeceğim, ancak önce kendileri ve daha sonra da işgal güçleri tarafından yargılandıklarını söylemeliyim. Yeterli olup olmadığı tenkide açıktır fakat bu görmezlikten gelinemez.
Mustafa Kemal, Ermenilere yapılanlar konusundaki fikrini Sevres dayatmasıyla değiştirdi iddiası yeterli ve de güçlü belgelere, bulgulara ihtiyaç gösteriyor. Yazarın bazı değerlendirmeleri “bu kadar da olmaz ki” cümlesiyle okunur halde. Burada sanki yazar konuyla hemhal olmuş, “ene’l-hak” noktasına gelmiş. Şayet o noktadaysa, artık objektif yazma niteliğini yitirmiş demektir. Doğru olan her şey muhayyilesini destekleyen mehazlardır. Bulunmadığı takdirde belge ve bulguya zorla söyletmek kaçınılmaz oluyor. Bu ideolojik tarihçiliğin bizzat kendisidir.

İddialar ve belgeler
Taner Akçam bulunduğu yeri ve algılama biçimini kategorize etmek ihtiyacını duyuyor. Bu nedenle yaptığı işi “revizyonist” tarihçilik olarak kabul ediyor ve de böyle değerlendirilmesini istiyor. Revizyonist tarihçilik yöntemi olarak iki seçenek sunuyor. Birincisi, yeniden gözden geçirmeyi gerektirecek yeni belge ve bulgularla, ikincisi mevcut belgeleri farklı okuma yöntemleriyle, varolanı altüst etmek veya bu kurguya hizmet edecek yeni bakış açıları üretmek. Yazarın, revizyonist tarihçilikte ya başat belgeleri bulur konuşturur ya da bulunmuş belgelere farklı bakarsınız mealindeki cümlesi gerçekte nerede durduğunu gösteriyor. Özellikle, kendisini mevcut belgelere farklı bakanlar kategorisinde değerlendirmesi ve de bunu revizyonizm olarak nitelemesini tarih disiplini açısından kabul etmek çok zordur. Büyük iddialar, “önemli” belgelerle izah edilmek durumundadır. Belgeyi farklı okumak görüneni görmemek olarak algılanamaz. Ancak başka birçok boyutu daha görülebilir. Yazar, görüneni -belgenin yapılış/yazılış amacını- görmemek, gördüğünü de tek gerçek olarak kabul etmek eğilimindedir.
Yazar, soykırımı ispatlamak çabasında ve Türkiye’yi suçlama amacında olan biri olarak tanınıyor, rahatsızdır. Bu düşüncesinde haklıdır. Burada iki neden öne sürülebilir: Gerçekte öyledir veya yanlış algılanıyor. İkinci durumun şayet kasıt yoksa izalesi mümkündür. “İnsan hakları” merkezli çalışmaların bir tek gruba hasredilmemesi, daha akademik olan mukayeseli tarih disiplinine yönelinilmesi gereği vardır. Bu daha bilimsel, daha objektif ve dolayısıyla daha ikna edici olacaktır. Niyet sorgulanamaz, ancak esas da alınamaz. Böylece Akçam’ın haklı olarak şikayet ettiği monolotik ve genelleyici yaklaşımlardan da uzaklaşılmış olacaktır. Donanımsız tarih okumalarının, naif açıklama ve otomatik olarak mitos ve efsaneleri beraber getireceği, günümüz insanının en zayıf yönlerinden birisinin, uzmanına sormak yerine teori üretmek kolaycılığı olduğu dikkate alınırsa, yanlış anlaşılmalardan kısmen de olsa kurtulmak mümkündür.
Yazarın kitabının başlığının hangi saiklerle, -akademik, politik, ticari, sansasyonel, ideolojik vb- seçildiği izaha muhtaçtır. Akademisyenin her fikrinin arkasında açık olarak durması fazilet değil, asgari gerekliliktir.
MUSA GÜRBÜZ: Avrasya Stratejik Araştırmalar Mer., Türkiye Araş.
http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=6464

Yorumlar kapatıldı.