İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yeniden anti-emperyalizm üzerine

Ayse Günaysu

Türk işi anti-emperyalizme yönelik eleştirilerim çok tepki çekti. Ülkede Özgür Gündem’in web sitesine bırakılan mesajlardan, tartışma gruplarında yazılıp çizilenlere kadar birçok kaynaktan ulaştı tepkiler. Bazıları çok öfkeliydi. Benim bugünkü sözüm, incinen, haksızlığa uğradığını düşünen, ileri gittiğim kanısında olan, bu yüzden dediklerimi eleştirenlere değil de, öfkeden gözü dönenlere.

Aslında kızacak bir şey yok. Ben sadece diyorum ki, hem kurumsal varlığı, hem de kitleleri devlete bağlayan ideolojik temeli, soykırım ve etnik temizlikle elde edilmiş bir etnik homojenliğe dayalı bir ülkede, kendini savunma refleksinin de bu tek millet, tek kültür, tek dil üzerinden seferberliğe dayandığı bir zamanda, dışarıdaki emperyalistleri tek ve en büyük düşman ilan eden bir politik çizgi, yalnızca milliyetçiliğin değirmenine su taşır. Kendinizi ne kadar milliyetsiz, ne kadar enternasyonalist ilan etseniz ve öyle de hissetseniz de, niyetten bağımsız olarak, objektif olarak milliyetçilerin işine yarar.

Enternasyonalistlik ve milliyetsizlik hissiyatını yanı başındaki Kürtler, aynı toprakların çocukları olan ve soykırım sonucu toplumsal varlığı ortadan kaldırılmış olan Ermeniler ve Süryanıler üzerinden değil de, Latin Amerika üzerinden yaşayan Türk solunun coşkulu emperyalistlerini bu kadar kızdıran işte sadece bu düşüncemi dile getirmiş olmam. Sadece bu.

Bizim anti-emperyalistlere ilişkin bu düşüncemin ne ölçüde doğru olduğunu test etmenin kolay bir yolu var. Bugün militaristleri ve destekçilerini en çok ne kızdırıyor? Muhaletefetini kahrolsun ABD ve İsrail şiarı üzerine dayandıranlar mı, Kürt meselesinde devlet politikalarına karşı çıkanlar mı? Hangisi daha riskli: Latin Amerikalı devrimcinin yazısını basmak mı, PKK’nin ateşkes ilanının desteklenmesi gerektiğini savunan bir yazıyı yayınlamak mı? Biliyorum, çok basite indirgenmiş bir test yöntemi, her basite indirgeme gibi elbette her zaman bizi doğruya götürmez, ama karmaşıklıkları araştırmanın yollarına düştüğümüzde bazen en basit bir gerçeği bile kaçırabiliriz.

Türk solunun bir kolunun bugün kızıl elma koalisyonunda ülkücülerle kol kola girmesinin, geri kalan kısmının bir bölümünün de anti-emperyalizm adı altında milliyetçiliğin değirmenine su taşımasının altında yatan düşünsel ve duygusal neden ‘Kurtuluş Savaşı’ ve bu savaşın her renkten, her tondan Türk solunun manevi beslenme kaynağı olmasıdır. Türk solunun (istisnalar hariç) çeşitli kolları çok çeşitli konularda birbirini yer ama tek bir konu üzerinde tam bir görüş birliği vardır: ‘Kurtuluş Savaşı’nın anti-emperyalist bir bağımsızlık savaşı olduğu inancı.

Oysa ‘Kurtuluş Savaşı’ anti-emperyalist bir savaş değildir. Esas olarak bir ‘iç savaş’tır. Emperyalist büyük devletlere değil, tarihi düşman olan Yunanlılarla birlikte Anadolulu Rumlara ve soykırımdan sağ kalan Ermenilere karşı verilmiş bir savaştır (Bkz. Taner Akçam’ın kitapları). Biliyorum, önce yazdıklarımı habire tekrar ediyor oluyorum ama, Kuvayı Milliye güçleri büyük ölçüde Ermeni ve Süryani soykırımının ve Rumlara yapılan etnik temizliğin failleri olan çetelerden oluşmuştur. Kısacası ‘Kurtuluş Savaşı’ Anadolu’da yapılan etnik temizliği tamamına erdiren bir savaştır. Emperyalistlerden değil, gayrı-müslimlerden ‘kurtulma’ savaşıdır. Lozan Anlaşması da bu etnik temizliğin hukuki bir temele oturtulmasıdır. Çok kanlı ve çok acılı bir şekilde gerçekleşen Anadolulu Rumlardan kurtulmanın ‘mübadele’ adı altında imza altına alınması, Ermenilere ve Kürtlere özerk bir yaşam alanı bırakmama kararının büyük devletlerin desteğiyle uluslararası hukuk tarafından tescilidir.

Türk komünistlerinin Kemalizmle yaptığı zımni anlaşma ve Komintern’in, reel politika gereği Kemalizme verdiği destek sonucunda ortaya, kendini ne kadar enternasyonalist hissetse de objektif olarak milliyetçi bir Türk sosyalist/komünist hareketi çıkmıştır. Abdülhamit döneminde Kürdistan’ın ‘iç fetih’ seferleriyle başlayan, yeniden iskan ve zorunlu göç yollarında binlerce Kürttün açlıktan, soğuktan, hastalıktan ölmesi ile devam eden ve Cumhuriyet dönemindeki tüyler ürpertici kanlı bastırma harekatlarıyla pekiştirilen Kürtlerin etkisiz ve kimliksiz hale getirilmesi süreci Türk enternasyonalistlerinin gündeminde yer almamıştır.

Hans Lukas-Kieser’in dediği gibi, ’19. yüzyılın ve başlamakta olan 20. yüzyılın başka hiçbir devleti hükümranlık alanındaki etnik haritanın hesaplı bir şekilde değiştirilmesi için bu kadar yoğun sistematik şiddet kullanmamıştı’. (Iskalanmış Barış – Doğu Vilayetlerinde Misyonerlik, Etnik Kimlik ve Devlet 1839-1938, İletişim Yayınları, s. 711)

Yakın tarihi böyle şekillenmiş olan bir ülkede, Türk olduğu için yok edilmeyip, gelişme olanağına ve soyunu sürdürme imtiyazına sahip olmuş ailelerin çocukları olan Türk sosyalistlerinin ölenler ve h‰l‰ ölmekte olanlar ve ölümle burun buruna yaşamakta olanlar karşısında biraz başlarının eğik olması, biraz sorumluluk duymaları ve vicdanlarının biraz yaralı olması gerekiyor. Bunun böyle olması gerektiğini sosyalist ustaların kitaplarından alıntılarla kanıtlayamazsınız ama, size bu hatırlatıldığı zaman öfkeden gözünüz dönmek yerine, en temel ahlaki değerler, vicdan ve adalet duygunuz varsa, hissedersiniz.

http://www.gundemimiz.com/haber.asp?HaberId=24655

Yorumlar kapatıldı.