İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Sonraki kuşakların sorumluluğu

Yelda

İsveç taraftarının futbol karşılaşmasına ‘En iyi yenilen de biziz!’ (De bäste förlorare) döviziyle geldiğini öğrendiğimde Vikingleri sempatik buldum. Alman sporcuların Torino’da kış olimpiyatları açılış töreninde Alman bayrağı taşımaktan kaçındıklarını okuduğumda da Almanya’ya daha bir ısındım. Sonunda biatlonda gümüş madalyalı kayakçı Kati Wilhelm bayrağı taşıdı gerçi ama bayrak bir zaman sahipsiz kaldı, kime teklif ettilerse ‘Hayır, teşekkürler, ben almayayım’ dediği için.

Türkiye’yi Türkiye, Türkleri Türk yapan değerler sorgulandığında, tarihimizdeki suçların sorumluluğu taşındığında bizde de milli bayrağı taşımayı külfetli bulan sporcular çıkabilecek, basın ‘Bayrağımızı kimse taşımak istemiyor’ haberini küçük başlıkla verecek ve vatan hainleri avına çıkılmayacak, hayat sakince devam edecek. Böyle bir ‘cool’ kültürü özlüyorum doğrusu.

2005 Berlin Film Festivali’nde gösterilen ‘Onun hakkında bildiğim iki üç şey’ (2 oder 3 Dinge, die ich von ihm weiss) adlı belgesel film de bir bakıma demokrasi kültürü edinme yolunda daha ne sancıların bizi beklediğini gösteriyor. Bizim derken burada Almanya’yı da kastediyorum. Nasyonal sosyalizmi Hitler ve çevresindeki birkaç kişinin işi, suçuymuş gibi görmek isteyen, işgalci bir naziyi bile masum bulmaya meyilli insanlar hala var. Ve bunlar solcu iddiasındaki birileri de olabiliyor.

Savaştan sonra Amerikalılar tarafından yakalanıp Bratislava’daki Sovyet güçlerine teslim edilen ve 1947’de orada yargılanarak idam edilen bir Nazi olan Hanns Ludin’in o sırada beş yaşında olan oğlu Malte Ludin, aile tarihini araştırarak belgesel bir film çekmiş. Onun SA lideri, Alman işgali altındaki Slovakya’da elçilik görevlisi, hem de tam yetkili bir bakan olarak Yahudilerin toplama kamplarına gönderilmesini organize etmiş bu babayı şehit, hatta direnişçi olarak hatırlamak isteyen ailesinin inkarcılığıyla mücadelesini izliyoruz. Malte Ludin ayrıca babasının kurbanları hakkında bilgi edinmeye çalışmış, hayatta kalan mağdurlarla görüşmüş. Her ne kadar gölgede kalmışsa da, kocasının arkasında durduğu, ona moral verdiği, bu işi bırak demediği, devam etmesi için sırtını sıvazladığı için ahlaken annesinin de sorumluluk taşıdığını düşünüyor, ‘Alternatif o zaman da vardı’ diyor. Ölmüş anababasıyla, yaşayan ablalarıyla, enişteleriyle, yeğenleriyle kendisi arasında bir uçurum oluşmasını göze alıyor: Aile tarihini gün ışığına çıkarıyor, ‘tipik bir Alman ailesinin hikayesi’ olarak topluma mal ediyor.

Savaştı, bir savaşta neler olmaz ki gerekçesinin arkasına saklanıp gerçekleri karartmayı hakiki bir aile örneğinde seyretmek biraz röntgencilik gibi. Ama eğitici sinemaya hep ihtiyaç var işte. Nitekim o gece sinema salonunda bir Almanın bu belgeselde her sözü insanın kanını donduran büyük ablaya hak verdiğinin tanığı oldum. Ardından da Filistinlilere karşı duyduğu sorumluluktan bahsetti…

Hıristiyan Demokrat Parti CDU’ya yakın Konrad Adenauer Vakfı ırkçılığa, yabancı düşmanlığına ve aşırı sağcılığa karşı mücadele veren Demokrası İçin Unutmaya Karşı Derneği ile birlikte 9 Kasım Pogromu’nun (Kristalnacht, 1938) yıldönümü dolayısıyla düzenledikleri Tarihsel Bellek etkinliği çerçevesinde bu belgeseli gösterdiler. Filmi izledikten sonra seyirciler soru sorabilsin, konu tartışılabilsin diye de rejisör davet edilmişti.

Çünkü soykırım, sadece gerçekleştiği zamanı, o zamanda yaşayanları ilgilendiren bir olay değil. Adı üzerinde, soy kırılıyor, ocaklar sönüyor, gelecek kuşaklar yok ediliyor. Faillerin sonraki kuşakları isteseler de istemeseler de sorumluluk taşıyorlar.

T.C. topraklarında 70 milyonluk bir nüfus yaşıyor ve bunun yüzde 99’u, kimilerine göre hatta yüzde 99,9’u Müslüman. Türk, Kürt, Laz, Çerkez veya Tatar, velhasıl Müslüman olduğu için hayatta kalıp çoğalma, neslini sürdürme ayrıcalığına sahip olmuş insanların çocukları, torunlarıyız. Dedelerimizin doğrudan ve aktif soykırım faili olmadıklarını varsaydığımızda bile utanmamızı gerektirecek bir durum var ortada. Sen, Ahmet, Mehmet, Ayşe, Fatma, Müslüman kızı Yelda, hayattasın, ve 1915’te soyları kırıldığı için milyonlarcası yok! Bugün eğer Ermenilerin, Süryanilerin sayıları bizimki gibi milyonlarla ifade edilemiyorsa mevcut milyonlara da rahat huzur yok. Karadeniz açıklarına itilen bir sala atılmasaydı, bebek Lambros büyüyecek, sevgilisi olacak, günün birinde çoluk çocuğa karışacaktı. Torunu memleketin en iyi kaptanlarından biri olacaktı bugün belki de. Uçurumlardan atılanlardan olmasaydı Araksi de büyüyecekti, torun torba sahibi olacaktı. İçlerinden biri dünyanın en ünlü modacısı olacaktı. Çöllere sürülüp yolda katledilmeseydi Suryo ilerde belki de Nisan ve Hedro’nun babası olacaktı. Ama onun torunları Asur ve Ilana doğmadılar, anneleri babaları da hiç olmadı. Oysa Ilana bugün en büyük yazarlarımızdan olacak, Nobel Ödülü alacaktı belki de. Belki Yerçanik de bugün memleketin en başarılı gazetecisi olacaktı ama onun da anabasını doğuracak kadınlar vahşice katledildi. Bunlar spekülasyon değil, olmayacak fantaziler değil, tersine, hayal gücümün kıtlığını gösteren varsayımlar. Uykularım kaçacak diye daha fazlasını hayal etmekten kaçışımı.

http://www.gundemimiz.com/haber.asp?HaberId=24558

Yorumlar kapatıldı.