İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

YÖNETMEN SERGE AVEDİKYAN, ‘NİYE BİRBİRİMİZİ SUÇLUYORUZ?’ DİYE SORUP EKLİYOR: Bir araya gelerek iktidarları suçlayalım

Ece Temelkuran

‘Ve hiçbir Ermeni hiçbir Türkü, ‘Bu hikâyeyi bilmiyor, kabul etmiyor’ diye suçlayamaz. Biz sadece hikâyelerimizi anlatmalıyız’ diyen Avedikyan, diasporayı da şöyle eleştiriyor: Fransa’daki Ermeniler diasporanın patolojik bir sonucudur. Bütün varlıklarını, kimliklerini ‘soykırım’ meselesi üzerine kuranları düşünerek kullanıyorum ‘patolojik’ sözcüğünü.

Ve Ermeni Diasporası konuştu – 3
FOTOĞRAFLAR: Yurttaş Tümer

Ne bağır ne de sus…
Bir şehri, o şehirde birini seviyorsan seversin aslında. Birinden korkarsan bütün şehirden korkarsın. Bir şey bırakmışsan bir şehirde, yarım kalmış bir şey, şehir bırakmaz yakanı, geri dönersin mutlaka. Döndürür hayat.
İşte diaspora’da da İstanbul görmüş veya Anadolu’da bir şeyini bırakmış, buralarda dostları olanların hikâyeleri başka, burada korktukları birini hayal edenlerin hikâyeleri bambaşka. İstanbul’da ilk rakısını içmiş bir adamsa eğer konuştuğunuz kişi görürsünüz ki malum yasa Türkiye’yi nasıl altüst ettiyse onu da etmiş. Hani, “Bu kadarı da olmaz ki” demiş içinden ilk aldığında haberi.
Şimdi, tarihin bu noktasında bir kuşak susmuş, bir kuşak bağırmışken yeni sesler diriliyor: Sadece konuşmak isteyen sesler bunlar. Diasporada hava değişiyor bir bakıma. Çünkü bazıları artık ne bağırmak, ne susmak; sadece konuşmak istediklerini söylüyor. Bazıları içinden söylüyor bunu, bazıları ise sesli. Yani sanıldığı gibi yekpare ve hep birlikte aynı şeyi düşünen insanlar değil diaspora; hep bize gösterilmek istendiği gibi. Ve sesli konuşanlar, konuşmak istediklerini söyleyenler çoğaldıkça biçimi değişiyor diasporanın. Üstelik Paris’ten anlaşılan o ki artık konuşanlar giderek ve hızla çoğalıyor.
Ne bağırmak, ne susmak isteyenler çoğaldıkça da iki tarafta, düşmanlık üzerine hayatını ve kariyerini kuranlar yok olma tehdidini daha çok hissediyor. Belki de bu yüzdendir zaten, iki tarafın “bağırıcıları” bugünlerde hiç olmadıkları kadar öfkeleniyor.

“Fransızlar bu yasayı Ermenilerin güzel gözleri için çıkarmadılar elbette. Ama bizim gözlerimiz de güzeldir hani, o ayrı!”
Yaşayan en önemli felsefecilerden, kendisi de etnik çatışmalardan çok çekmiş, Slovenyalı Slavoj Zizek, insanlar arasında tarih katmanlarıyla kemikleşmiş etnik gerilimleri kırabilecek yöntemlerden birinin düşmanlıkları yaratan yargılarla alay etmek olduğunu söyler. Der ki, “Eğer problemli iki tarafın birbirini suçlamakta kullandığı sözleri ‘biz’ dalga geçerek, birlikte gülerek yinelersek, onların içi boşalacaktır.”
Yönetmen Serge Avedikyan’la konuşmaya başlar başlamaz, her iki tarafın da “sert ağabeyleriyle” dalga geçmemiz ve giderek iki tarafın da “sert ağabeylerinin” argümanlarının manasızlaşmasını Zizek görmeliydi. Bol gülüşmeli konuşmanın bu kadar neşeli olmasının bir sebebi de Avedikyan’ın 15 yaşına kadar Ermenistan’da yaşamış olması, Türkiye’yi, Ermenistan’ı ve diasporayı da iyi bilmesiydi. Bu yüzden öyle diyordu zaten:
“Fransa’daki Ermeniler diasporanın patolojik bir sonucudur.”

‘Küçük jest bekleniyor’
“Aman Bay Avedikyan, dikkat edin, başınız belaya girecek” der demez de açıklamaya başladı:
“Yoo, gerçekten öyle. Bütün varlıklarını, kimliklerini ‘soykırım’ meselesi üzerine kuran insanları düşünerek kullanıyorum patolojik sözcüğünü. Ama bunun yanı sıra bu bizim için bir haysiyet meselesi.
Şu da var; Türkiye’den gelecek sembolik bir jeste ihtiyacı var burada yaşayan insanların. Bu jestin illa da ‘soykırım’ sözcüğünü içermesi gerekmiyor. Ama ne zaman bir film festivali için Türkiye’ye gitsem, gazeteciler, ‘Bir savaştı. Yaşandı bitti. İnsanlar öldü’ diyor. Ben de şöyle cevap veriyorum:
‘Yahu siz bu meselenin beni eğlendirdiğini mi sanıyorsunuz?’
Çünkü ben de yoruldum bu ‘soykırım’ meselesinden. Bu yüzden diyalog önemli. Zaten bu yüzden böyle filmler yapıyorum.”
Nasıl filmler? Serge Avedikyan, hemen her diaspora Ermenisi için bir mit olan “dedesinin köyüne gitme” işini bütün korkuları bir kenara bırakarak gerçekleştirmiş biri. Avedikyan kendisiyle de dalga geçiyor:

17 yılda büyük değişim
“Modern Türkiye’nin en son turistik aktivitesi! Ermeniler dedelerinin köylerini görüyor!”
1987 yılında ilk kez Bursa yakınlarındaki Sölöz köyüne gittiğinde ufak tefek çekimler yapmış. Ama sonra:
“Belediye başkanı çekimi engelledi. Mezartaşlarını görüntülememi istemediler. Anlıyorum. Korkuyorlar. Bir sonucu olacağını sanıyorlar. Normaldir. Ben de 17 yıl bekledim. 2003’te Bursa’da bir festivale davet edildiğimde farkı gördüm. Bu kez Sölöz’deki köylüler benimle konuşmak istediler.
O köy de yaşayanlar da Yunanistan’dan mübadele ile gelen Pomaklar. Onlar da biliyor sürgün olmak ne demek. Oturdukları evlerde yaşamış insanların torunlarıyla tanışmak istiyorlar. Ben de bir dernek kurma önerisi getirdim. Köydeki hafızayı canlı tutmak için, köylülerle Ermeniler birlikte çalışacaklar.”

‘Mübadele konuşulmuyor’
Avedikyan hikayenin burasında pek de sözü edilmeyen bir hakikatten söz ediyor:
“Dedemin köyü Sölüz’den, Gemlik ve Gürle’den giden Ermeniler ‘soykırım’ nedeniyle gitmediler. Onları oradan gönderen mübadeledir. Diaspora bundan hiç söz etmez. Yani aslında 1915’ten kurtulan Ermeniler Türkiye’de yaşamaya devam etmişler. Yani mübadele olmasaydı orada yaşıyor olacaklardı şimdi, anlıyor musunuz?”
Avedikyan’ın çektiği film Fransa’da ve Türkiye’de gösterilecek. Diyor ki “Diaspora yeterince sert bulmayacak.”
Niye peki?
“Film Ermenistan’da gösterildiğinde bir TV programında bana ‘İyi Türklerden de söz ediyormuşsunuz filmde’ dedi spiker. Provoke etmek istedi. Cevap verdim:
‘Evet, doğru. Umarım daha da çok bahsederiz. Konya Valisi Celal Bey’in kendi hayatını tehlikeye atarak Ermenileri nasıl kurtardığından, Halep Valisi’nden, Ermenilere yardım eden diğer Türklerden.’ Ben bunu Türklerin hoşuna gitmek için söylemiyorum. Gerçek bu olduğu için söylüyorum.”

Yeni nesillere uyarı
Avedikyan, “yeni nesillerin suçlu olmadıklarını bilerek” konuşmaları gerektiğini söylüyor:
“Niye birbirimizi suçluyoruz ki? Bir araya gelip iktidarları suçlamalıyız. Ve hiçbir Ermeni hiçbir Türk’ü ‘Bu hikâyeyi bilmiyor, kabul etmiyor’ diye suçlayamaz. Biz sadece hikâyelerimizi anlatmalıyız.”
“Kesinlikle ‘soykırımla’ ilgili değil” dediği filminin Türkiye’de gösterilmesini çok istiyor, Avedikyan. Çünkü Türkiye görsün istiyor, kendi hikâyesiyle aslında yüzleşebildiğini. Diasporanın da Türkiye’deki insanların bu hikâyeleri paylaşırken ne kadar samimi olduklarını görsün istiyor…

ARTO KİLİMLİ İLE BAHÇESİNDEKİ MİNİ ‘ŞAPEL’DE KONUŞTUK

Yüz yıllık kilimin hikâyesi
Arto duvardaki kilim torbayı gösterip ‘Dedemin evrak çantasıymış’ diyor ve Anadolu’da yaşayan dedesini, babasının İstanbul’daki halı dükkânını anlatıyor, sert konuşanları eleştiriyor

“Buraya gelip de sürünen daha öfkelidir. Ama İstanbul’u biliyorsan, dostların varsa öyle hissetmesin.”
Ermenistan’da tanıştığımız, sonra Paris’te yeniden karşılaştığımız Arto Kilimli, uzun uzun anlatıyor Anadolu’da yaşayan dedesini, babasının Kapalıçarşı’daki halı dükkânını, bir gün dükkânın nasıl yandığını, Paris’e geldiğini, diaspora hikâyelerinin de, tavrının da hiç birbirine benzemediğini… Evinin arka bahçesindeki “dünyanın en küçük şapelinde” Ermenistan’dan mumlar, Türkiye’den “seccadeler”, Arto Bey’de ise bitmiyor şakalar:

‘Bakma sert konuşanlara’
“Şapeldeki aynanın içinde silüet halinde İsa resmi var. Diyorum ki insanlara, ‘Ancak inananlar görebilir.’ Nasıl seviniyorlar gördüklerinde, görsen!”
Arto Bey ne dindar, ne Ermeni kimliğine yapışıyor. İnandığı bir tek şey var, insanlar. İnsanların konuşabileceğini düşünüyor:
“Bakma buradaki çok sert konuşanlara. Çoğu Türkiye’ye gitmemiştir. Korkarlar gitmekten. Sanıyorlar ki Türkiye’de Ermeni oldukları için başlarına bir şey gelecek. Çok zengin bir arkadaşım, yıllar sonra Türkiye’ye gittiğinde, garson kızmasın da başları belaya girmesin diye kokmuş eti yemiş hapır hupur. Ne olacak halbuki? Hiç!”
Sonra Arto Bey bize yüz yıllık bir kilim torbayı gösteriyor, duvarda asılı. “Dedemin evrak çantasıymış bu” diyor, üzerinde Ermenice “Kilimliyan” yazıyor:

Dostlar kırılmasın
“Ben bunu çok para vererek satın almak zorunda kaldım. Öyle olmasaydı keşke.”
Arto Bey’le uzun uzun konuşuyoruz, dalga geçiyoruz; hatta sertlik yanlılarıyla. Ama en son şunu diyor Arto Bey:
“Aman dikkat et de Türkiye’de kızmasınlar bana.”
Söylediklerinin diasporada birlikte yaşadığı Ermenileri değil, Türkiye’deki dostlarını kırmasından korkuyor daha çok. Nereyi kırmaktan sakınıyorsan, oraya ait değil misindir aslında? İnsan duvardaki Anadolu halılarına baktıkça bunu düşünüyor…

YARIN
Şair Donikyan: Ben çocuklarımın çocukluğunu çalmam.
‘Diaspora Fransa’nın suçunu unuttu.
Fransız aydınları şaşkın. 

http://www.milliyet.com.tr/2006/11/18/yazar/temelkuran.html

Yorumlar kapatıldı.