İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yeni Vakıflar Kanunu

CUMHURİYET SONRASI

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Vakıflarla ilgili ilk düzenleme 1926 Yılında Medeni Kanun içinde yer aldı. Medeni Kanun 1926 yılında yürürlüğe girdi. Yine aynı yıl yürürlüğe giren bu kanunun uygulanmasıyla ilgili “Kanunu Medeninin Sureti Meriyeti ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun’un” 8. maddesinde 1926 yılından önce kurulan vakıflar için ayrı bir kanun çıkarılacağı belirtiliyordu (1).
1926 yılından önce kurulan vakıflarla ilgili kanun, Medeni Kanunun yürürlüğe girmesinden dokuz yıl sonra 1935 yılında çıkarılan, Vakıflar Kanunudur.

Vakıflar Kanunu bir tepki kanunudur. Hilafetin, tekke ve zaviyelerin kaldırılmasından sonra İslami cemaatlerin varlıklarının devlet denetimi altına alınması amaçlanmıştır. Yasanın ilk şeklinde, cemaat vakıfları mülhak vakıflar arasında yer almıştır. Mülhak vakıfların “mütevellileri ve seçilen heyetleri tarafından idare edileceği” belirtilmektedir. 1938 yılında yapılan değişiklikle “tek mütevelli” usulüyle idareye dönülmüş “cemaatlerce idare olunan vakıfların, mütevelliler tarafından idare olunacağı” kabul edilmiştir.(2) 1949 yılında Vakıflar Kanununu tekrar değiştirilerek, “Cemaatlere ve esnafa mahsus vakıfların, bunlar tarafından seçilen kişi veya heyetlerce idare edilir, ilgili makamlarla Vakıflar Genel Müdürlüğünce denetlenir” hükmü getirilmiştir. Böylece cemaatler vakıflarının mütevellilerini seçme hakkına tekrar kavuşmuşlardır. Aynı madde 1981 yılında tekrar değiştirilerek, “Cemaatlerce ve esnafa mahsus vakıflar, bunlar tarafından seçilen kişi ve kurullarca yönetilir” hükmü ile konu daha açık hale getirilmiştir. Ancak uzun süre bu kanunlarla ilgili yönetmelikler çıkarılmadığından, cemaat vakıfları 2000’li yıllara kadar yine mülhak vakıflar gibi işlem görmüştür.

Bu arada Yargıtay Genel Kurulu, 1974 yılında, azınlıkları “yabancı” ve 1936 Beyannamesini vakfiye kabul ederek cemaat vakıflarının 1936 yılından sonra bağış ya da satın alma yoluyla taşınmaz edinemeyeceklerini ileri süren haksız ve hukuka aykırı bir karar almıştır.(3) Bu karara dayanılarak bu taşınmazların büyük bir bölümü satan ya da bağışlayanlara bedelsiz iade edilmiş, Hazine ya da Vakıflar Genel Müdürlüğü gibi devlet kurumlarına verilmiştir. Bu karardaki yabancı sözü daha sonra başka bir kararla(4) kaldırılmışsa da, sadece bu ilk karar sonra açılan bütün davaların tek dayanağı olmuş, yabancı sözünde ısrar edilmiştir (5).

2006 ÖNCESİ GELİŞMELER

1981’de yapılan başka bir değişiklikle Medeni Kanunun 78. maddesi (yeni 111. madde) gereğince cemaat vakıflarının ödemesi gereken yüzde beş katılma payının genel bütçeden karşılanmasına Bakanlar Kurulunca karar verileceği hükmü getirilmiştir. Bu hükme dayanarak, Bakanlar Kurulunun 13.09.1999 tarih ve 13323 sayılı kararıyla her yıl bu bedellerin genel bütçeden karşılanacağı hüküm altına alınmıştır.(6) Böylece cemaat vakıfları bu haksız yükten de kurtulmuştur.

1936 tarihli Vakıflar Tüzüğün(7) 46. maddesinde yer alan cemaat vakıflarının avukat tutmak için Vakıflar idaresinden izin almaları gerekiyordu. Yine aynı tüzüğün 48. maddesine göre belli bir tutarı aşan onarımlar için mütevellilerin izin almaları isteniyordu. Bu haksız uygulamaya da Vakıflar Genel Müdürlüğünün, 23.12.1999 tarih ve 2650 B sayılı yazısıyla son verildi. (8)

30.07.1982 tarihli tüzüğün(9) ek 1. maddesine dayanılarak bütün vakıfların paralarını sadece Vakıflar Bankasında yatırılması yolundaki hükmü de yine Vakıflar Genel Müdürlüğünün genelgesiyle(10) kaldırılmıştır.

Vakıflar Kanununda 2002 ve 2003 yıllarında yapılan değişikliklerle, öncelikle Yargıtay Genel Kurulunun haksız kararından kaynaklanan ve cemaat vakıflarının gayrimenkullerinin ellerinden alınmasıyla sonuçlanan karar hükümsüz kalmış ve bakanlar kurulu izniyle de olsa cemaat vakıflarının gayrimenkul edinebileceği kabul edilmiştir. Cemaat vakıflarının taşınmaz mal edinmeleri ve taşınmaz mallar üzerinde tasarrufta bulunmaları kabul edilmiştir. Elbette Medeni Kanuna göre kurulan vakıflarla eşit şartlar sağlanmamıştır.

İkinci olarak cemaat vakıflarının tasarrufları altında bulunduğu vergi kayıtları, kira sözleşmeleri ve diğer belgelerle belirlenen taşınmaz mallar ile cemaat vakıfları adına bağışlanan malların kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren altı ay içinde başvurmaları halinde vakıf adına tescil edileceği belirtilmiştir. Bu değişikliklere dayanılarak çıkarılan yönetmelikler ise, cemaat vakıflarının taşınmaz mal satın almalarını neredeyse imkânsız hale getirmiştir. Yine bu yönetmeliklerde Lozan Antlaşmasından söz ederek, hiç ilgisi olmadığı halde 45. maddedeki paralel yükümlülük, mütekabiliyet olarak görülmüştür. Bilindiği gibi mütekabiliyet hiçbir zaman ve hiçbir koşulda azınlıklara, ülke vatandaşlarına uygulanamaz. Böyle bir uygulama hem anayasanın eşitlik ilkesine, hem de çağdaş insan hakları hukukuna tamamen aykırıdır.

4778 Sayılı kanunla cemaat vakıflarının taşınmaz mal edinmeleri Vakıflar Genel Müdürlüğünün iznine bağlanmıştır. Bu kanununun uygulamalarıyla ilgili olarak çıkarılan yeni yönetmelik, gayrimüslim cemaatler tanımını getirerek Lozan’a uyum sağlamıştır. Diğer taraftan bu yönetmelik vakfiyesi olsun olmasın ilk kez bütün vakıfları eşit görmüştür. Yine bu yönetmelikle cemaat vakıflarına gelir getirici taşınmazlar edinme hakkı tanınmıştır. Ayrıca bu yönetmeliklerde bağış yoluyla taşınmaz mal edinilmesinde ekspertiz raporuna göre cemaat vakıfları Vakıflar Genel Müdürlüğünün izni ile bağış kabul edebilecektir. Burada da bir eşitlikten söz edilemez. Son olarak bu yönetmelikte cemaat vakıflarının ayni hakları kullanmaları yine eşitlik ilkesine aykırı olarak Vakıflar Genel Müdürlüğünün iznine bağlıdır.

YENİ VAKIFLAR KANUNU

Kanunun ikinci maddesinde “Bu Kanunun uygulanmasında milletlerarası mütekabiliyet ilkesi saklıdır.” Hükmü yer almaktadır. Kanun yabancılar tarafından kurulan vakıfları da kapsadığı için, bu vakıflarla sınırlı olmak üzere uygulamada mütekabiliyet ilkesinin yer alması çağdaş milletlerarası hukuka göre doğaldır. Nitekim 5. maddede de yabancıların fiili ve hukuki mütekabiliyet ilkesine göre vakıf kurabileceği belirtilmiştir. Ayrıca kanunun Adalet Komisyonu raporundaki gerekçesinde durum açıklığa kavuşturulmaktadır: “… ayrıca Komisyonumuzca, Tasarıda yabancıların vakıf kurması ile ilgili düzenlemeler bulunmasından dolayı milletlerarası mütekabiliyet ilkesini saklı tutan hüküm ikinci fıkra olarak maddeye eklenmiştir”. Görüldüğü gibi mütekabiliyetin cemaat vakıflarıyla ilgisi yoktur.

Üçüncü maddede cemaat vakıfları şöyle tanımlanmıştır: “Cemaat vakfı: Vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış, mensupları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkiye’deki gayrimüslim cemaatlere ait vakıflar.” Burada doğru bir tanım yapılarak, hem vakfiye sorunu gündem dışına çıkarılmış, hem de bütün gayrimüslimlere ait vakıfların cemaat vakfı olduğu tekrar kabul edilmiştir. Kanuna göre vakıf yöneticilerinin vatandaş olması şartı bir yenilik getirmemektedir.

Kanunun 10. maddesinin son fıkrasında “Vakıf yöneticileri mahkeme kararı olmaksızın görevlerinden uzaklaştırılamazlar” hükmüne yer verilmiştir. Bu hükümle, son derece haklı olarak yönetimlerin idari kararlarla görevden alınması engellenmiştir.

Kanunun 12. maddesinde genel olarak “ vakıflar mal edinebilir ve mallar üzerinde her türlü tasarrufta bulunabilirler” denmektedir. Bu çok önemli bir gelişmedir. Cemaat vakıfları da diğer vakıflar gibi herhangi bir sınırlama olmadan ve izin almadan taşınmaz edinebilecek ve onları tasarruf edebileceklerdir. Aynı maddeni ikinci fıkrasında ise “Mülhak, cemaat, esnaf vakıfları ile yeni vakıflara, başlangıçta özgülenen mal ve haklar, vakıf yönetiminin başvurusu üzerine, haklı kılan sebepler varsa, Denetim makamının görüşü alınarak mahkeme kararı ile sonradan iktisap ettikleri mal ve hakları ise bağımsız ekspertiz kuruluşlarınca düzenlenecek rapora dayalı olarak vakıf yetkili organının kararı ile daha yararlı olanları ile değiştirilebilir veya paraya çevrilebilir.” Hükmü yer almaktadır. Daha önce genel müdürlük yetkisinde olan bu satış ya da değiştirme işlemi doğal olarak haklı nedenlerin olması koşuluyla denetim makamının görüşü alınarak ya da bağımsız ekspertiz raporuna dayanılarak yönetim organlarının kararıyla yapılabilecektir.

Kanunun 14. maddesinde vakfın vakfiyenin şartlarını yerine getiremeyecek durumda olması halinde kolaylık getirmektedir.”Vakıfların, vakfiyelerindeki şartların yerine getirilmesine fiilen veya hukuken imkân kalmaması halinde; vakfedenin iradesine aykırı olmamak kaydıyla mazbut vakıflarda Genel Müdürlüğün; mülhak, cemaat ve esnaf vakıflarında, vakıf yöneticilerinin teklifi üzerine bu şartları değiştirmeye; hayır şartlarındaki parasal değerleri güncel vakıf gelirlerine uyarlamaya Meclis yetkilidir.” Kanunla bu yetki meclise bırakılmıştır. Diğer taraftan Medeni Kanuna göre kurulan vakıflarla eşitlik sağlanmıştır. Eğer yönetmelikte kriterler açık olarak belirlenirse çeşitli nedenlerle işlevsiz kalan vakıf mallarının değerlendirilmesi mümkün olacaktır. Kanunun gerekçesinde amaç şöyle açıklanmaktadır: “Madde ile ayrıca cemaat vakıflarının ve hayratının amaç ve işlevlerinin de vakıf yönetiminin teklifi üzerine Meclis kararı ile yeniden düzenleneceği hükmü getirilerek, cemaat vakıflarının faaliyetlerinin devamının sağlanması amaçlanmıştır.”

Kanunun 16. maddesinin son fıkrasında “Cemaat vakıflarına ait, kısmen veya tamamen hayrat olarak kullanılmayan taşınmazlar, vakıf yönetiminin talebi halinde Meclis kararıyla; aynı cemaate ait başka bir vakfa tahsis edilebilir veya vakfın akarına dönüştürülebilir.” Hükmü yer almaktadır. Daha önce sadece mazbut ve mülhak vakıflar için geçerli olan bu hak, cemaat vakıflarına da tanınmıştır. Kanunun gerekçesinde maddenin amacı açıklanmaktadır: “Cemaat vakıflarına ait olup, hayrat olarak kullanılamayan taşınmazların da yönetimin talebi halinde Meclis kararıyla akara dönüştürülebileceği veya aynı cemaate ait başka bir vakfa tahsis edilebileceği hükmü getirilerek, hayrat taşınmazlara fonksiyon verilmesi, gelir getirici şekilde değerlendirilmesi amaçlanmıştır.”

Kanunun 25. maddesinde yer alan uluslar arası faaliyetler konusunda cemaat vakıfları aleyhine bir hüküm yer almaktadır. “Vakıflar; vakıf senetlerinde yer almak kaydıyla, amaç veya faaliyetleri doğrultusunda, uluslararası faaliyet ve işbirliğinde bulunabilirler, yurt dışında şube ve temsilcilik açabilirler, üst kuruluşlar kurabilirler ve yurt dışında kurulmuş kuruluşlara üye olabilirler.
Vakıflar; yurt içi ve yurt dışındaki kişi, kurum ve kuruluşlardan ayni ve nakdi bağış ve yardım alabilirler, yurt içi ve yurt dışındaki benzer amaçlı vakıf ve derneklere ayni ve nakdi bağış ve yardımda bulunabilirler. Nakdi yardımların yurt dışından alınması veya yurt dışına yapılması banka aracılığı ile olur ve sonuç Genel Müdürlüğe bildirilir. Bildirimin şekli ve içeriği yönetmelikle düzenlenir.”
Kanunun ilk fıkrasında uluslararası faaliyet ve işbirliği için vakıf senedinde yer almak koşulu aranmaktadır. Bilindiği gibi cemaat vakıflarının çok büyük bir bölümünün vakfiyesi yoktur. Bu nedenle cemaat vakıflarının çok önemli bir bölümü birinci fıkra hükmünden yararlanamayacaktır. Gerekçede yer almayan vakıf senetleriyle ilgili hüküm komisyonda eklenmiş ve cemaat vakıflarının büyük bölümünün uluslararası faaliyetleri engellenmiştir.
İkinci fıkra da ise, bütün vakıfların – vakfiyelerinin olup olmadığına bakılmaksızın- yurt içi ve dışından bağış ve yardım alabilecekleri ve yurt dışına bağış ve yardım yapabilecekleri açıkça belirtilmektedir.

Kanunun 26. maddesinde iktisadi işletme ve şirket kurma düzenlenmiştir. Maddenin ilk fıkrasında: “Vakıflar; amacını gerçekleştirmeye yardımcı olmak ve vakfa gelir temin etmek amacıyla, Genel Müdürlüğe bilgi vermek şartıyla iktisadi işletme ve şirket kurabilir, kurulmuş şirketlere ortak olabilirler.”
Burada da bir ayrıma gidilmediğine göre, yönetmeliklerde engeller çıkarılmazsa, cemaat vakıfları da diğer vakıflarla eşit haklara sahip olarak şirket kurabilecek ya da şirketlere ortak olabilecektir. Bu da önemli bir yeniliktir.

Kanunun 33. maddesinde vakıfların denetimi düzenlenmiştir. “Mülhak, cemaat, esnaf vakıfları ile yeni vakıflarda iç denetim esastır. Vakıf; organları tarafından denetlenebileceği gibi, bağımsız denetim kuruluşlarına da denetim yaptırabilir.” Maddenin ilk fıkrası cemaat vakıfları için de iç denetim öngörmektedir. Cemaat vakıflarının bir denetim organı yoktur. Bu güne kadar hastane gibi bazı vakıflarımızın hesaplarını bağımsız denetçilere denetlettiği bilinmektedir. Diğer vakıflarda ise herhangi bir iç denetim söz konusu değildir. 

Kanunun 41. maddesinde meclisin kuruluşu ile ilgili bilgiler yer almaktadır. 15 üyeden oluşan mecliste bir cemaat vakfı üyesi bulunacaktır. Kanunun 45. maddesinde meclisin üye sayısının üçte ikisi ile toplanıp salt çoğunlukla karar alacağı belirtilmektedir. Bu duruma göre cemaat vakıfları temsilcisinin mecliste etkin olması düşünülemez. Yönetmelikte en azından cemaat vakıflarıyla ilgili konularda cemaat vakıfları temsilcisinin etkinliğini artırıcı tedbirler alınmazsa, bir irtibat sağlayıcı rolünden başka bir önemi olmayacaktır. Ayrıca 161 vakıf için bir temsilci seçilmesi de hakkaniyete uygun değildir. Sadece cemaat vakıflarıyla ilgili konularda en azından her cemaat için bir üyelik öngörülebilirdi. Komisyon raporunda gerekçe şöyle açıklanmıştır: “Cumhuriyet döneminde kurulan teşkilatlar içerisinde, yegâne meclis şeklinde oluşuma sahip olan ve halen atanmış beş kişiden oluşan vakıflar meclisi, yeniden yapılandırılmış ve vakıfların sayısal oranları göz önünde bulundurulmayarak 41 550 mazbut vakfı temsilen on iki, 300 mülhak vakfı temsilen bir, 161 cemaat vakfını temsilen bir, 4499 yeni vakfı temsilen üç kişi olmak üzere on yedi kişiden oluşturulması planlanmıştır. Meclis çağdaş ve demokratik bir yapıya kavuşturulmuştur.”

Kanunun 81. maddesinde yürürlükten kaldırılan hükümlere yer verilmiştir. Bu maddede kaldırılan hükümlerden biri de, Medeni Kanunun 111. Maddesinin ikinci fıkrası “Denetimin nasıl yapılacağı, sonuçları ve Kanuna göre kurulmuş olsun veya olmasın bütün vakıfların Vakıflar Genel Müdürlüğüne ödeyecekleri denetim giderlerine katılma payı vakfın safi gelirinin yüzde beşini geçmemek üzere tüzükle belirlenir” hükmüdür. Böylece daha önce Bakanlar Kurulu kararıyla askıya alınan hüküm ortadan kaldırılmıştır.

Kanunun en önemli maddelerinden biri de 9. geçici maddedir. “ Cemaat vakıflarının mal edinememeleri nedeniyle tapuda;
a) Nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar,
b) Vakıflar Genel Müdürlüğü veya hazine,
c) Vasiyet edilmiş veya bağışlanmış olup da halen bağışlayan veya vasiyet edenler,
adına kayıtlı taşınmazları, tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu Kanunun yürürlüğünden itibaren on sekiz ay içinde tapu sicil müdürlüklerine müracaat edilmesi halinde vakıfları adına tescil olunur.”

Kanun 1974 yılında Yargıtay Genel Kurulu kararı nedeniyle, cemaat vakıflarına ait olduğu halde çeşitli nedenlerle tapuda nam-ı müstear (takma ad) ya da nam-ı mevhum (gerçek olmayan ad) adına kayıtlı taşınmazların; Cemaat vakıflarından söz konusu Yargıtay Kararına dayanılarak alınıp Vakıflar Genel Müdürlüğü veya Hazineye verilen taşınmazlar ile cemaat vakıflarına vasiyet edilmiş ya da bağışlanmış olup halen bağışlayanların ya da vasiyet edenlerin adına kayıtlı taşınmazların tapu sicil müdürlüğüne müracaat edilmesi halinde ilgili vakıf adına tescil edileceği hükmü yer almaktadır. Burada önemli bir hukuki yanlış düzeltilmekte bu Yargıtay Genel Kurulu Kararı nedeniyle cemaat vakıflarının uğradığı çok büyük haksızlık kısmen de olsa düzeltilmektedir. Umarız uygulama da bu yönde olur. Avrupa Birliği Uyum Komisyonu raporunda 2003 yılında ki başvurular konusunda şu bilgi yer almaktadır: “Mülkiyet haklarına gelince, Ocak 2003 Tüzüğüne uygun olarak yapılan 2285 mülkiyet kaydı başvurusundan 341’i kabul edilmiştir. Başvurulan sadece Tüzük’te listelenen 161 azınlık vakfı tarafından yapılabilmiştir. Dini toplulukların yasal statüleri olmayışı nedeniyle, mevcut mülkiyetlerine el konulması riski halen devam etmektedir ve hukuki yollarla mülkiyeti geri alma gayretleri birçok sorunla karşılaşmaktadır. Katolik ve Protestan topluluklar dâhil bazı gayrimüslim dini topluluklar hala kendi vakıflarını kurma hakkına sahip değildirler ve dolayısıyla mülkiyet kaydettirme, elde etme ve elden çıkarma haklarından mahrumdurlar.”

Kanunda çok büyük iki önemli eksikten hemen söz edebiliriz. Öncelikle bu Yargıtay Genel Kurulu kararına dayanılarak cemaat vakıflarından alınarak Vakıflar Genel Müdürlüğü ya da hazineye verilen taşınmazlardan, bu kurumlar tarafından üçüncü şahıslara satılan ya da başka kurumlara verilen taşınmazlar için hakkaniyete uygun –örneğin vergi değeri kadar- bir tazminatın ödenmemesi çok büyük bir haksızlıktır. İkinci olarak, yine cemaat vakıflarından alınarak satıcılarına, bağışçılarına ya da vasiyetçilerine ya da onların mirasçılarına iade edilen taşınmazlar için de bir tazminat ödenmemesi çok ciddi bir haksızlık olarak ortadadır. Kanun açıkça söz konusu Yargıtay Genel Kurulu kararının haksızlığını kabul etmiştir. Bu nedenle de hukuk devleti olmanın bir gereği olarak devlet kurumları ellerindeki taşınmazları iade ederek bu yanlışı düzeltmek istemektedir. O halde aynı nedenle nasıl ve hangi şartlarla olursa olsun söz konusu Yargıtay Genel Kurulu kararına dayanılarak cemaat vakıflarının elinden alınan taşınmazların bir şekilde tazmin edilmesi gereği açıktır. Öyle sanıyorum ki bu kanuna dayanılarak açılacak davalar sonunda İnsan Hakları Mahkemesine gidecek ve büyük ihtimalle de kazanılacaktır.

Kanun yine seçim usulleri ve seçim çevresi gibi birçok konuyu yönetmeliklere bırakıyor. Umuyoruz ki kanunun ele almadığı konular yönetmeliklerle çözülür ve cemaat vakıfları çağdaş bir yapıya kavuşur. Gelinen noktanın küçümsenmesi mümkün değil ama her ne sebeple olursa olsun el konulan cemaat vakıfları ve onların malları bir şekilde tazmin edilmelidir.

Not: Bu incelemede Adalet Komisyonunun kabul ettiği metin esas alınmıştır.
Murat Bebiroğlu
Murat.bebir@gmail.com
Kasım 2006 

1. Madde 8.- Medeni Kanunun yürürlüğe girmesinden önce kurulan vakıflar hakkında ayrıca bir tatbikat kanunu yayımlanır (çıkarılır). Medeni kanunun yürürlüğe girmesinden sonra kurulacak vakıflar, Medeni Kanunun hükümlerine tabidir.
2. Av. Yuda Reyna, Av. Ester Moreno Zonana -Son Yasal Düzenlemeler Göre Cemaat Vakıfları Gözlem Yayınları 2003 s.80–82
3. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 08.05.1974 tarihli, E 1971 /2–820, K.1974/505
4. 11.12.1975 günlü E:975/ 11168 K:975 / 12352 sayılı düzeltme kararı
5. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 05.06.1997 tarih, E.997/6931, K.1997 /7701 kararı
6. A.g.e. s.98–99
7. 17 Temmuz 1936 tarih ve 2/5042 sayılı Vakıflar Tüzüğü. 
8. A.g.e. s.92–93
9. 30.07.1982 tarih ve 17767 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan tüzük.
10. Vakıflar Genel Müdürlüğünün 30.01.2002 tarih ve 2002/1 sayılı genelge.

Yorumlar kapatıldı.