İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

VAKIF DİNAMİTİ VE TESEV’İN BURNU

Sadi SOMUNCUOĞLU

AB Türkiye’yi istiskal ve istismarda sınır tanımıyor. Bunun son örneği, TBMM’de AKP oylarıyla kabul edilen, faal veya değil, ülkemizdeki her kiliseyi “site devletine” dönüştürerek, Hıristiyan kolonilerinin kurulmasını sağlayacak dinamit lokumu niteliğindeki Vakıflar Yasası’dır. AB, 2002’den beri bunun için bastırıyor, Başkan Bush ise, Erdoğan nezdinde bizzat takip ediyordu. Neticede 1 yıl önce TBMM’ye malum tasarı gönderildi. O zaman Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin, “İddia ediyorum ki, AB ülkelerinin hiçbirinde bu kadar demokratik yasa yok” dedi. Gerçekten de, olmayan AB standartlarına uyum aldatmacasıyla, hiçbir ülkenin kabul etmeyeceği nitelikte bir yasaydı. O günlerde şu gerçeğin altını çizen de Şahin’di: “Din özgürlüğü dendiğinde AB’nin aklına nedense sadece gayrimenkuller geliyor. Din özgürlüğünü, birtakım gayrimenkullerin verilip verilmemesine odaklıyorlar.”
Bunlar bilinmesine rağmen tasarıya, AB’nin tuzakları büyük ölçüde kondu. Komisyon ve Genel Kurul’da sadece CHP değil, AKP milletvekillerinin de itirazıyla bir miktar değişiklik yapıldıysa da, yasadaki tehdit ve tehlikeler ortadan kalkmadı. Bunları ana başlıklarıyla özetleyelim:
Soros’a binlerce dernek
Güya yasanın uygulanması için mütekabiliyet esası getirildi. İyi ama bu yasa AB için çıkarılıyor. AB veya üye ülkelerle “mütekabiliyet” anlaşması olmadığına göre, bu tedbir kimi bağlayacak? Ya da Türk vakıfları olmayan ülkeler için ne yapılacak? Ayrıca Yunanistan’la Lozan’da belirlenmiş mütekabiliyet var ama, Yunanistan uymuyor, Türkiye de bir şey yapamıyor.
Hükümet tasarısında vakıfların her türlü yurtiçi-yurtdışı faaliyeti, şube ve temsilcilik açması serbest bırakılıyordu. Şimdi vakıf senedinde yazılı olması kaydıyla, yani sadece yeni kurulacak vakıflara bu imkan verildi. Ancak bu hem Anayasa, hem AİHS’ndeki “eşitlik” ilkesine aykırı olduğu için geçersiz. Bu hükmün AİHM’e götürülüp, iptal ettirileceği belli.
Bir de ilk defa yabancılara vakıf kurma hakkı veriliyor. Hem de hiçbir merciden izin veya onay almadan. Dünyada eşi-benzeri yok. Binlerce yabancı tüzel kişilik ülkemize sokulacak, şube, temsilcilik açacak. Adı vakıf olduğundan, dokunulmaz statüye haiz binlerce Soroslaşmış örgüt, örümcek ağı gibi ülkeyi saracak.
Yine yabancı vakıfların sınırsız mal edinebilmelerine, Komisyonda sınırlama getirilip, sözüm ona sadece 2,5 hektar, Bakanlar Kurulu izniyle de bu 30 hektara kadar izin verildi. Bu bile fazla olduğu gibi, hiçbir anlamı yok. Zira Vatikan veya Dünya Kiliseler Birliği destekli yüzlerce, belki binlerce vakıf kurularak yine istedikleri kadar mülk edinebilecekler. Buna bir de, dışardan kaynak aktarımı serbest bırakıldığı için yerli azınlık vakıfları eliyle yapılacak alımlar eklendiğinde, sınırlamanın hiçbir hükmünün kalmayacağı ortada. Tüm bu garip düzenlemelerin hem Anayasamıza, hem AİHS’ne aykırı olduğunu da vurgulayalım.
Eski-yeni, yerli-yabancı tüm vakıflar şirket kurup, ticari faaliyette bulunabilecek. Vakıf senedinde yazma şartıyla “yurtdışı faaliyetlerine” izin veriliyor, ama öte yandan, bu şart aranmadan tüm vakıflara hem “parasal ilişki”, hem “ticari faaliyet ve şirket kurma” imkanı getiriliyor. Bu çelişkiler de, yasanın AİHM’de nasıl delik-deşik edileceğinin delilidir.
Azınlık vakıflarına binlerce mülk
Yasanın en can alıcı noktalarından biri de, geçmişte usulsüz edindikleri için, Yargıtay kararıyla Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğüne geçen mülklerin azınlık vakıflarına iadesidir. Güya sadece Hazine’nin elindeki mülkler iade edilecek. Oysa bu, Türkiye’nin haksız-hukuksuz bir işlem yaptığının kabulü anlamına gelecek ki, AİHM eliyle üçüncü şahıslara geçmiş olan mülkler de, ya iade edilecek veya altından kalkılamayacak tazminatlar ödenecek.
Sözkonusu mülk sayısının 35-40 adet olduğu söyleniyor. Oysa bizzat Vakıflar Genel Müdürü’nün Komisyonda verdiği bilgiye göre, şimdilik 121 cemaat vakfı, 1262 taşınmaz için iade talebinde bulunulmuş. Bartholomeos’a ve AB’ye göre ise bu sayı 2 bin 500 civarında. Ermeni Patriği Mesrob-II’nin, “Anadolu’da 1000’den fazla kilise, 400’den fazla manastır vardı. 41 tane kilise kalmış. Bir kültür yok oluyor” demesi de hiç tesadüf değildi.
Sayılar için “şimdilik” diyoruz, zira “iade” maddesi “emsal” yapılarak, azınlık vakıflarının Osmanlı dönemine, hatta Ayasofya’ya kadar gitmesinin yolu açılıyor. Bu iş nasıl olacak?
AB ve sözcüleri, 1926’dan önce kurulmuş vakıfların canlandırılması ve onlara ait olduğu iddia edilen mülklerin verilmesi için bastırıyor. Kısacası her şeyin Lozan ve Cumhuriyet öncesine götürülmesi isteniyor. Yasayla, dolaylı yollardan bazı vakıfların canlandırılması, üzerinde şerh olmayan mülklerin iadesi öngörüldü ki, işte açılacak bu yolun sonu da yine AİHM eliyle Ayasofya’ya kadar gidebilecek.
Vakıflar’daki dinamitler saymakla bitecek gibi değil. Ancak bugünden görünen, bunun bir düzenleme değil, tam anlamıyla yağma ve kargaşa olduğu, en önemlisi ülke bütünlüğünü yönelik çok ciddi tehditler barındırdığıdır.
İşletmeleri, sermayeleri, konutları, arazileri, site ve köyleri ile misyoner okullarının ardından, alabildiğine güçlendirilen azınlık ve yabancı vakıflarıyla önümüze nasıl bir Türkiye tablosu çıkacağı ortada.
Başbakan Erdoğan, önce bu yasanın AB’ye uyum için çıkarıldığını açıkladı, ardından, “Biz, AB istedi diye değil, kendi toplumsal ihtiyacımız için bunları yapıyoruz” dedi. Hangisi doğru bir yana, acaba bu nasıl bir “toplumsal ihtiyaç” tır ki, Türkiye göz göre göre uçuruma sürükleniyor!
Gerçekte, Türkiye’yi her cepheden kuşatan AB ve ABD, bir “önemli” emeline daha ulaştı. Bu operasyonun bir de gizli aktörü vardı. Yasayı “işgal yasası” na çevirip, içinden çıkılmaz hale getiren, ülkenin AİHM önünde elini kolunu bağlayacak düzenlemeleri koyduran yine TESEV’den başkası değildi.
Kargaların kılavuzluğundaki bu operas-yonu Cumhurbaşkanı Sezer’in veya Anayasa Mahkemesinin durdurması son umudumuzdur. 

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/yazidetay.asp?AuthorID=101&ArticleID=3147

Yorumlar kapatıldı.