İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Her şeyi komplo olarak görürseniz…

Etyen Mahçupyan

Cumhuriyet’in kuruluş döneminde üretilen resmi söylemin en önemli ayağı muhakkak ki ‘geriye doğru’ bir bakış içinde yazılan ve gerçeklikle pek bağlantısı olmayan tarih anlatısıydı. 

Gelinen noktanın yaşanmışlıktan kopartılarak idealize edilmesini hedefleyen bu yaklaşım, Anadolu halkını bir anda Orta Asya’ya bağlamış, tarih eğitimini hiçbir temeli olmayan bir göç haritası üzerinde inşa etmiş; bu arada da Osmanlı’dan gelen sürekliliğin üzerini olabildiğince örtmüştü. Böylece tarih, geçmişi bir perdenin ardından ancak ‘hissettiğimiz’, duygusal bağ kurarak içselleştirdiğimiz bir alan haline getirildi. Milliyetçiliğin resmi ideoloji içindeki kritik işlevi nedeniyle de söz konusu duygusallık bir milli hamaset olarak kalıplaştı. Sonuç ne tarihin ‘ne olduğunu’ ne de kendi tarihini bilen bir toplumdu… Bugün tarihçilerin bile ‘tarih’ olarak aktardıkları çoğunlukla bir tür masaldır. Anekdotlara, belirli kişilerin karakter gücüne dayanan, emsal alınması beklenen ahlaki hikayeler, bu alandaki algının özünü oluşturmakta hâlâ…

Toplumun tükettiği geçmiş böylesine masallaştıkça, tarihin doğal olarak sahip olduğu karmaşıklık, çelişkiler ve tutarsızlıklar da silikleşmekte; karşımıza her biri son derece tutarlı şablon karakterlerin sürüklediği iradi bir olaylar dizgesi çıkmakta. Böylece bir yandan karakterlerin iç zenginliği veya insani zaafları ortadan kalkarak tarih iyiler ile kötülerin mücadelesine indirgenmekte. Diğer taraftan toplumsal ve siyasi olaylar da çoklu bir belirlenme halinin uzantısı olarak değil, sanki önceden tasarlanmış iradi bir planın hayata geçmesi olarak anlaşılmakta. Bu gerçek dışı dünya, gerçek eylemlere izin vermediği için bizleri sıklıkla zora da sokuyor. Örneğin Mustafa Kemal’in kadın elbisesi giyerek arka kapıdan çıkıp gittiğinin yazılması ‘hakaret’ olarak algılanabiliyor, çünkü bizim hayalimizdeki Mustafa Kemal’in böyle bir şey yapmasını havsalamız almıyor. Sonuçta gerçek Mustafa Kemal’i bir yana bırakıp, resmi ideolojinin bizler için çizdiği bir şablondan hareketle hayali bir Mustafa Kemal üretiyor ve buna da ‘tarih’ diyoruz… Aynı şekilde toplumsal ve siyasi olayları çevreleyen çok aktörlü, değişken ve tesadüfi belirlenme sonucu ortaya çıkan durumları da kavramakta zorlanıyor, sanki gerçekliğin karmaşasından rahatsız oluyoruz. Dolayısıyla her şeyi ‘komplo’ olarak görmek işimize geliyor, gerçekliğin komplolar sayesinde ürediğini varsaymayı yeğliyoruz. Bu yaklaşımın güçlü olanların iradesini abarttığı ölçüde otoriter zihniyeti pekiştirdiğini, bizleri vatandaş olma bilincinden uzaklaştırdığını, toplumları devlete biat eden kişiliksiz güruhlar olarak algılarken kendimizi de aşağıladığımızı fark edemiyoruz…

Ermeni meselesi gibi Anadolu tarihi açısından son derece belirleyici olan ve ancak tarihsel süreklilik içinde kavranabilecek konuları komplo mantığı içinde ‘dış güçlerle’ işbirliği yapan ‘iç güçlerin’ ihanetine indirgerken, üretilen yapay söylemi de gerçek tarih sanıyoruz. Tabii ki o dönemde Avrupalı büyük güçler Osmanlı azınlıklarını korumaya soyunmuşlar ve tabii ki Ermenilerin içinde de bir bölüm insan onların yandaşı olarak siyaset yapmıştı. Ancak eğer bunlar ‘niçin’ olmuştu, bu insanlar ‘niçin’ böyle davranmıştı, böyle davranmayanlar nasıl bir tutum içindeydi ve bütün bunlar olurken devlet ne yapıyordu diye sormazsak, bu meseleyi de gerçek tarihsel bağlamı içinde anlayamayız. O zaman devletin tutumunu haklı çıkarmak uğruna bir söylem üretmek zorunda kalır, tüm bir cemaati hain yapar, hepsinin isyan ettiğini ve katliam yaptığını söyler, farklı tarihlerde olan olayları iç içe geçirerek hayali bir ‘denge’ üretmeye soyunuruz. Ne yazık ki buradan da ‘tarih’ değil olsa olsa ‘masal’ veya ‘ninni’ çıkar… 

http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/yazar.do?yazino=447692

Yorumlar kapatıldı.