İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yelda: Ezici çoğunluğun terbiyesi

Gündelik yaşamda çatışmalı durumlarda genelde Almanların bizden daha medeni olduklarını bana düşündürecek epey örnek yaşadım. Bahçemizdeki çocukları izlerken mesela. Bahçeyi çevreleyen sosyal konutlarda yaşayanlar ya düşük maaşlı ya da işsiz. Emekli, üniversite öğrencisi, alkolik, mazbut, karışık, ama çoğu Alman, Alman kadınlardan birinin çocuğu siyah. Latin Amerikalı çift çocuğunu bahçeye salmıyor, Kürt ailenin kara gözlü çocukları çok güzel kaynaştı diğerleriyle, seviliyorlar. Tek Türk benim, çocuğum ise bahçeye çıkarılacak yaşı çoktan geçti.

Kıskançlık, bencillik tabii ki bu çocuklar arasında da var, hele yaramazlık, gırla: Ortalığı kirletmek, posta kutularından mektup aşırmak hatta! Ama inanır mısınız, yaz boyunca penceremin önünde onca oynadılar, didiştiler, kavga ettiler, hiç küfür duymadım. Bağırıyorlar, avaz avaz ağlıyorlar, ama vurmuyorlar. Kimse kimseyi dövmedi.

Kaba bir genellemeyle söyleyecek olursam, Almanya Türkiye’den ne kadar daha demokratikse, Almanlar da Türklerden o derece daha güzel ahlaklı. Daha 1930’ların 40’ların katil milleti nasıl olmuş da bu duruma gelmiş, anlamaya çalışıyorum, çünkü benim sorunum, biz nasıl dönüşeceğiz? Azınlığın özgürsüzlüğü ile çoğunluğun ahlaksızlığı arasındaki ilişki ve orantı kafamı meşgul ediyor. İnsanlığa karşı suç işlemiş olanlar yaptıkları yanlarına kar kalınca inkarın yanı sıra bir de kurbanları suçlayıp (arkadan vurmak istediler vb.) oh yaptık, iyi yaptık, utanmazlığıyla suçlarına devam ediyor.

Suç üstü yakalanıp yargılananlar ise ‘görmedik, duymadık, bilmiyoruz’ nakaratıyla kendini savunmaya çalışıyor. 1945’te Weimar halkının yaptığı gibi: nasyonal sosyalist Almanya’nın en büyük toplama kamplarından biri olan Buchenwald, bu şehrin burnunun dibinde bulunduğu halde, bu kampla ve orada öldürülen 56 bin kişiyle ilgili hiçbir şey bilmediklerini söylüyorlarmış.

Oysa Amerikan işgal kuvvetleri 11 Nisan’da, bu kampı özgürleştirip 21 bin kişinin hayatını kurtardığında, ceset dağının yaydığı koku dayanılacak gibi değilmiş. 2003 yılında konuyla ilgili fotoğraf sergisini gezen görgü tanığı Jay Martin Hamilton’un (81) dediğine göre, koku kilometrelerce öteden duyuluyormuş.

Goethe’nin eserlerini verdiği, onunla özdeşleşmiş Weimar kenti artık üzerinde Buchenwald lekesini taşıyor.

Amerikalı askerler 16 Nisan 1945’te Weimar halkını silah zoruyla kasabadan çıkarıp, önlerine katıp o tepeye götürmüş, vahşetten geriye kalan manzarayı seyrettirmişler. Görün, bakın, marifetiniz!..

Bugün anti-Amerikancıların mazlum Iraklılar diye gördüğü Irak Araplarını alıp Halepçe’ye götürmek, Türklere Alman yazar Armin T. Wegner’in askeri sağlık görevlisi iken çektiği 1915 fotograflarını seyrettirmek, öldürdüğü Kürt gerillanın başının üzerine basarak elinde sigara, sırıtık poz veren askeri tanıyıp tanımadığını sormak… Günümüz kuşağına ceza ama gelecek kuşaklar için paha biçilmez bir hediye olmaz mıydı?

Müttefiklerin yendiği Almanya’da işgalci yabancı güçlerin varlığı sayesinde, mağdurlar konuşma fırsatı bulabilmiş. Onların acıları inkar edilemez olmuş. Hayatta kalabilen ari ırka mensup olmayan insanlar, komünistler, sosyal demokratlar, Yehova Şahitleri, eşcinseller yaşadıklarını anlatma özgürlüğüne sahip olduğunda tarih kolay kolay çarpıtılamaz olmuş.

Soykırımdan hayatta kalanların, onların çocuklarının, torunlarının tarihi hatırlatmaları yasaklan(a)mayınca, suçluların çocukları, torunları sorumluluklarının neler olabileceğini öğrenmiş oluyorlar. Almanları ahlaklı yapan şey bence bu, tarihlerinin güncel tutulması. Bilindiği gibi, failler ve onların sonraki nesilleri genelde hatırlama kültürüne katkıda bulunmaya o kadar da hevesli değiller ama yenilmiş/Nazilerden kurtarılmış Almanya’da unutturmaya karşı çalışmalar yapmak isteyen üniversite öğrencileri, bilimciler engellenmiyor, gözaltında işkenceyle öldürüleceği korkusu yaşamıyor.

Müzelerde sergiler sık sık yenileniyor, görgü tanıkları okullara konuşmacı olarak davet ediliyor. Belki her şeyden önemlisi, Alman kökenli olmayan vatandaşlar, ‘Almanlar da haklı tabii ama…’ demeye gerek görmeden, çoğunluk toplumuna ilişkin doğrudan eleştiri getirebiliyor. Onun sevimsiz bulunmayı göze alması gerekiyor, ölümü değil.

Azınlık entelektüellerinin sivri dilli olma hakları olduğunda, onlar acı gerçekleri dolandırmadan söylediğinde, kendisine çeki düzen vermesi gerekenler sorumlulukları hakkında düşünme şansı edinmiş oluyorlar.

‘Uzlaşmasızlık’ bizde pek prim yapan bir duruş olduğu halde, sıra azınlık üyesine geldiğinde onun çoğunluk aydınlarıyla polemiğe girmesi nerdeyse tabudur. Mağdurların konuşamadıkları, acılarının inkar edildiği, azınlıkların topluma yol gösteremediği yerde, faillerin gelen nesilleri de alması gereken mesajı alamamış oluyor ve ahlaksızlığı sürdürüyor.

yelda61@hotmail.com

Yorumlar kapatıldı.