İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Van´dan mektup

Yıldırım Türker

Van’dan elime geçmesi gecikmiş bir mektubu kısaltarak size uzun bir bayram kartı olarak yolluyorum. Memleketin bir ucundan gelen mektup içtenlikle anlatıyor, bu topraklarda doğmuş olmanın insana sunduğu çarpıntılı serüveni. Öte yandan bayramlarda sevinmek kadar masum, aydınlık bir dili var.

“Adım Ergin Sarı, 2003 ilkbaharından bu yana Van’da yerel gazetecilik yapıyorum. İÜ İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nü bitirdikten sonra babamın böbreklerini kaybetmesi üzerine apar topar memleketim olan Van’a döndüm. Döndükten sonra yerel Şehrivan Gazetesi’nde çalışmaya başladım ve halen de aynı gazetede çalışıyorum.

…Küçükken okumaktan başka şansımız olmadığını söyleyen babam, bizi okutmak için sürekli tehdit ederdi. Bu tehditler genelde, ‘Bak oğlum, okumasan bizim yaşadığımız gibi bir hayat yaşarsın’ şeklinde olurdu ve devamında da eklerdi: ‘Okumasan, seni çoban yaparım, ömür boyu çoban kalırsın….’

Şimdi düşünüyorum da babam o kadar emek vererek sağlığından bedel ödeyerek kimi zaman elinden gelmeyeni bile yaparak okumamı sağladı. Ancak, bana iyilik mi yaptı yoksa kötülük mü yaptı, bilmiyorum.

…bu bölgede (Doğu ve Güneydoğu’da) öyle şeyler yaşanıyor ki, o yaşananları anlatacak kelime bulmakta zorlanıyoruz. En azından ben,

bildiğim iki dilde (Türkçe-Kürtçe) yaşananları anlatmakta zorlanıyorum. Anlatamıyorum.

Bu bölgede doğmuş, 26 yıllık yaşamının 21 yılını burada geçirmiş,
o kirli çatışma döremini görmüş, yaşamış ve bir daha etkisinden
asla kurtulamayacak biri olarak ‘bilme’nin ne kadar acı olduğunu söylemek istiyorum size.

Bu bölgede yaşananların, burada yaşayan biri olarak elbette farkındaydım. Ancak gazetecilik yapmaya başladıktan sonra, ‘Yaşadığım bölgede neler de oluyormuş’ demeye başladım. Şemdinli’de yaşanan olaylardan sonra, hatırlarsınız, Meclis Araştırma Komisyonu’nda bir yetkili, ‘At izi, it izine karışmıştır’ şeklinde bir beyanatta bulunmuştu.

Bu bölgede olanları sanırım bu güne kadar en iyi açıklayan cümlelerden birisi bu: At izi it izine karışmıştır…

Kimin, nerede, ne yaptığı belli değildir. Açıkca söylemek gerekirse: Halkın dışında, herkesin içinde bulunduğu bir çete vardır. Ve bu çete, kendi menfaatlerinin sürmesi için her yolu mubah saymıştır. Bölgede süren istikrarsızlık da bunun en iyi örnek ve sonucudur. Çünkü kirli ortamın devam etmesinden faydalananlar vardır.

Kimin eli kimin cebinde belli değildir.

Şöyle anlatayım: Halkın önüne onlara yol göstermek için gelen kişiler de yukarıda söylediğim çetelerin içinde yer alıyor. Perde önünde birbirleriyle kanlı bıçaklı görünenler, perde arkasında ‘şiddetin, kanın’ devam etmesi için hazırladıkları senaryoların meyvelerini almaktadır. Siz, Kürt haklarını savunduğunu söyleyen önderleri (!)
gece yarısında ülkücü mücahitlerle yemeklerde görseniz ne düşünürsünüz? Bu size anlattığım en küçük örnektir.

…Durum böyle olunca da gerçekleri söylemeniz gerekmektedir ve söylersiniz. Söyledikten sonra sizi pişmiş tavuğa çevirirler. Devlet size bölücü der, örgüt size hain damgası vurur.

Birisi kalkar İslamcı der, diğeri top sakal bıraktığım için Solcu der.

Anlatmak istiyorum: Merkezi Van’da kurulmuş bir dernek var. Adı, Birinci Dünya Savaşı’nda Ermenilerin Mezalimine Uğramış Mağdurlar Derneği. Gazetemize köşe yazılarını İstanbul’dan yollayan bir arkadaşımız da bu tür derneklere gerek olmadığını, bu tür oluşumların sadece kin ve nefret uyandıracağını anlatan son derece insani ve barışçıl bir yazı yazdı. Sonrasında, ilgili dernek gazetemiz hakkında dava açtı. Gerekli hukuki adımları takip edemediğimizden dolayı olay kamu davasına döndü ve hakkımızda 58 milyarlık bir dava açıldı. Böyle olunca da ben Ermenilerle kardeş olduğumuzu, çok sayıda Ermeni arkadaşım bulunduğunu ve yazıyı tamamlar tamamlamaz cebimdeki paranın son kuruşu tükenene kadar o arkadaşlarımı telefonla arayacağımı ve onlarla kardeşlikten, Sezen Aksu’dan ve Aram Tigran’dan konuşacağımızı yazdım. Bu yazı yayınlandıktan sonra bana ve gazetedeki arkadaşlarıma biçilen kaftan ‘Ermeni olduğumuz’ oldu. 2003-2004 yılları arasında VAN TV adlı yerel televizyonda sabah haberleri sunuyordum. Bilir misiniz, buraya ulusal gazeteler en erken saat 12’de gelir. Dolayısıyla sabah haberlerinde gazeteleri ancak internetten takip edebiliyor ve izleyicilere öyle aktarabiliyordum. Ancak Zaman gazetesi sabahın erken saatlerinde geldiği için yayında elime alıp okuyordum. Aradan bir hafta gibi bir süre geçti. Askeriye’den birileri televizyon yönetimine benim Nurcu olduğumu ve dikkat etmeleri gerektiğini söylemiş. Aradan bir hafta geçmeden, Evrensel gazetesi muhabiri, gazetelerinin Van’daki bayilere birileri tarafından baskı yapılarak satışının engellendiğini söyledi. Ben de hem gazetedeki köşemde hem de televizyonda böyle bir şeyin doğru olmadığını, yapılan yanlışın önüne geçilmesini istedim. Bu sefer de beni solcu diye tanımlayıp çalıştığım kurumlara şikâyet ettiler. İnanır mısınız, aradan 4 gün geçtikten sonra AKP İl Teşkilatı’nı eleştirdiğim için bana PKK yanlısı dediler. (O sıralar 28 Mart 2004 yerel seçimleri vardı ve bu eleştiriler SHP-DEHAP belediye başkan adayını desteklediğim şeklinde yorumlandı.) Çok değil iki hafta gibi bir süre geçti, gerçek manada barış bayramı olan ancak adı üzerinde yapılan tartışmalarda şiddet’e girilip barışın arka plana itildiği Newroz-Nevruz kutlamalarında DHA muhabiri arkadaşımız bir gösterici grubu tarafından haksız bir şekilde tartaklandı. Olaylardan hemen sonra ilk canlı yayın programı benim olduğu için ben de yapılanın çok çirkin bir saldırı olduğunu söyledim. Bu sefer de ‘hain’ damgası yedim. Köy boşaltmaları ile ilgili bir yazımdan sonra zaten bana pek sıcak bakmayan devlet tarafından da ‘bölücü’ olarak fişlendim. Van’da yapılan bir bayrak yürüyüşünden sonra (Mersin’de başlayıp tüm ülkeyi saran
o ‘şovenist’ günleri hatırlarsınız) yapılanın çok anlamsız olduğunu yazdığımdan dolayı, İran sınırında bulunan kendi köyüme yanımda sadece bölgeyi gezmeye gelmiş ve ‘BİANET’ aracılığıyla bana ulaşmış Hollandalı bir gazeteci arkadaşımla ‘Provokasyon’ yaptığımız gerekçesiyle gözaltına alındık. O gün Hollandalı arkadaşımın çantasında hiç bulunmayan yayınların bize ait olduğu söylendi. Öyle acemice hazırlanan bir şeydi ki, yayınlar illegal değil, legaldi. Benim çantamda sizin de Kürt sorunuyla ilgili bir yazınızın bulunduğu Radikal 2 gazetesi vardı. Orada, eğitim seviyesi her halinden düşük olduğu anlaşılan bir uzman çavuş, neden bu tür yazıları okuduğumu dert edip durdu. Allahtan ki, orada bulunan ve son derece insani davranan başka bir uzman çavuş diğerine gerekli cevabı verdi. Orada bize son derece iyi davranan rütbeli ve sorumlu kişi, bizim zararsız olduğumuzu bildiğini ancak hakkımızda ihbar olduğu için tutulmamız gerektiğini söyledi. Başından beri kısa sürede bırakılacağımızı düşündüğüm için sadece bekledim. Çünkü biz provokasyona değil, annemin köyde bize hazırladığı yemekleri yemeye gidiyorduk sadece. Saatlerce bekledikten sonra gazeteci arkadaşlarıma ulaştım ve olanları anlattım. Vali ve bölge milletvekillerinin de devreye girmesiyle sabah 8’de örgüt elemanıymışız edasında götürüldüğümüz karakoldan savcının özür dilekleri arasında çıkabildik. Söylenen tek şey, yanlışlık olduğuydu.

……ben bir Kürt olarak, kendimi ait hissettiğim ülkemde özgür birey olarak yaşamak istiyorum. Kendi dilimi, kendi kültürümü ülkem dediğim Türkiye’de; sahip olduğum ve devredilemez, el konulamaz bir
insan hakkı olarak yaşamak istiyorum. Bu hakkımın olduğunu söylerken
bölücü mü oluyorum? Ya da Türkiye için kendi ülkem dediğim için
hain mi oluyorum?..

Son söz olarak: 33 kurşun olayını bilirsiniz. O olayda öldürülen 33 kişi, mensup olduğum aşiretin en önde gelen, zamanın aydın insanlarıydı ve çoğu da benim akrabamdı. Aslında o olayda planlanan, 72 kişinin öldürülmesiydi. Dedemin de aralarında bulunduğu ikinci grup, bir askerin gayretleri sonucunda kurtarılmıştı. Dedem o sıralar çok genç olduğu için babam da yoktu. Yani o askerin gayretleri olmasa dedem öldürülecekti ve ben de olmayacaktım. Anlayacağınız, yaşamamı istemeyen bir devlette, belki de tesadüf eseri yaşıyorum. Ancak bu benim ülkemi sevmeme engel olmuyor. Çünkü benim hâlâ en yakın arkadaşlarımın hepsi Türk. İçim bu konuda çok rahat; çünkü bana canlarını feda edecek o arkadaşlarım benim bölücü olmadığımı çok iyi biliyorlar. Ve bir konuda daha çok rahatım; en azından halkım benim hain olmadığımı çok iyi biliyor.”

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=202383

Yorumlar kapatıldı.