İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Süryani İsa´nın `Hasret Rüzgârı´

CELAL BAŞLANGIÇ

Çöp sepetinden çıkarılıp ‘Belki ilgini çeker’ diye kendisine getirilen mektubu okumaya başladığında elbette bilmiyordu tam 14 yıl sürecek bir serüvene ilk adımını attığını. Mektup, 11 Kasım 1992’de Hollanda’dan TRT-INT AVRASYA’nın ‘İstekleriniz’ programına gönderilmişti. Küçük bir ‘Not’la başlıyordu:

“Ben, Türkiye’de yalnız ilkokula gidebildiğim için yazılı Türkçemde kelime kullanışımda veya cümle yapısında bazı yanlışlıklar bulunabilir, onun için şimdiden özür diliyorum.”

Her satırına, insanın içini delen bir özlem duygusu harf harf işlenmişti. Ak kâğıdın üzerine ’12 senedir kopuk ve uzak olarak yaşadığı’ köyüne, dağlarına, taşlarına, sokaklarına, yaylarında çobanlık yaptığı coğrafyasına ve sonuçta ülkesine duyduğu özlemi dev bir imbikten geçirip hüzün damlaları yağdırmıştı.

“İşte yıllar yılı içinde sakladığım, gizlediğim bu, içinde doğup çocukluk yıllarımı yaşadığım ve onun her dört mevsiminin kokusunu, havasını unutmadığım ve unutamayacağım beni atalarım tarafından ilk olarak inşa edilip kurulmuş şu güzel köyümün hasretini hiç olmazsa bu ‘İstekleriniz’ adlı programınızın aracılığıyla hafifletebilmek için, sizlerden ‘gözyaşım’ın yalvarışlarıyla bir istekte bulunacağım.”

Sonradan konulan ‘resmi adı’yla Dağiçi; tarihten gelen, o köyü kuran, o köyde doğup büyüyen Süryanilerin koyduğu adıyla Harapmişki Köyü’nden İsa Bakır, Orhan Gencebay’ın ‘Hasret Rüzgârı’nı istiyordu.

İsa, Avrupa’nın dört bir yanına dağılmış, yıllardır görmediği akrabaları ve köylüleriyle de bu şarkı aracılığıyla buluşmanın bahtiyarlığını da yaşayacağını eklemiş mektubuna. Öyle bir liste vermiş ki, sanki o parça çalsa, başka bir Avrupa Birliği gerçekleşecek; Hollanda’nın Enschede ketinde yaşayan babası, annesi, ağabeyi ve kardeşleri, amcaları ve amca çocukları, Almanya’nın Pederborn, Gütersloh, Ennigerloh, Hamburg, Bremen, Worms, Berlin ve Ausburg şehirlerinde yaşayan amcaları ve amcaoğulları, dayıları ve dayı oğulları, halası ve hala oğulları; Belçika’daki ‘büyük anneannesi, teyzesi, teyze çocukları; İsveç’teki ablası ve hala oğlu…

Nasıl da tespih taneleri gibi Avrupa’nın dört bir yanına dağılmış Midyat’ın Harapmişki köylüleri.

Mektuba dokuz yıl sonra karşılık

Okuduğu mektup, belgeselci Hakan Aytekin’in duygularına derin bir not düşer: “Doğduğu topraklardan çok uzaklarda ‘Hasret Rüzgârı’nı isteyen İsa Bakır’ın mektubu size yazılmamıştır ama mektubun içeriğinde, İsa Bakır’ın duygu dünyasına yakalanırsınız. Güneydoğu Anadolu’da giderek solan Süryani kültürünün yaşatılması için elinizden pek bir şey gelmese de, İsa Bakır’ın mektubu artık ‘korumanız’ altındadır.”

Aradan yıllar geçer. Aytekin, Süryani kültürünü işleyen bir belgsel film çekme olanağı yakalar. İsa Bakır’ın yıllardır sakladığı mektubuna başvurmak ister. Ancak yer yarılmış, mektup evin içinde kaybolmuştur. Çekimleri bitirip İstanbul’a döndüğü gün, mektubu kütüphanenin en görünür rafında bulur. Okuyunca fazla üzülmez, çünkü o tarihlerde İsa’nın köyün Harapmişki ‘yasak bölge’ kapsamındadır. İstese de gidemeyecekti nasıl olsa. Ama bu mektubun sahibine Nisan 2001’de bir mektup yazmaya karar verir.

“Belki hatırlarsınız, yıllar önce TRT-INT-AVRASYA’nın ‘İstekleriniz’ programına bir mektup yazmış, Orhan Gencebay’ın Hasret Rüzgârı’nı istemiştiniz. O programda bu şarkı çalınmış mıydı bilmiyorum ama mektubunuz bir vesileyle benim elime geçmişti. Mektubunuzdan çok etkilenmiş; gurbette, hasretle yaşayan ve benim tanımadığım bir kişiden gelen bu mektubu yıllarca saklamıştım. Size o gün bugündür bir mektup yazmak istiyordum. Nasip bugüneymiş. Ben bir belgesel film yönetmeniyim. Yaklaşık iki-üç ay önce memleketiniz olan Turabdin’deydim. Süryaniler konusunda bir belgesel film hazırladım. ‘Keşifler Atlası’ belgesel dizisinin bir bölümü olarak, Kanal D’de, CNN Türk’te ve Euro D’de yayımlandı. Umarım denk gelmiş ve seyretmişsinizdir. Eğer mektup elinize geçer ve beni cevaplarsanız çok mutlu olacağım.”

Bir aydan fazla zaman geçer. Yanıt gelmez mektuba. Adresi değişmiştir belki İsa Bakır’ın, belki de hayatta değildir artık. Ama bir ‘istek mektubu’nu dokuz yıl saklamış olmanın yüküyle hayli uzun bir mektup yazar bu kez.

Yine yanıt gelmez. Bu kez Süryani dostlarını devreye sokar Aytekin ve yoğun bir uğraştan sonra Bakır’ın hayatta olduğunu ancak Hollanda’daki adresinin değiştiğini öğrenir. Kısa bir notla yeni adrese gönderir bu kez mektubu. Ancak beklediği yanıt yine gelmez Aytekin’in. Süryanilerle ilgili internet sitelerinde yayımlanmaya başlar Bakır’a yazdığı mektup. Tam umutlarının yitirirken 2002’nin mayısında posta kutusuna sığmayacak kadar büyük bir zarfla karşılaşır. Gönderen İsa Bakır’dır.

Duygu ve övgü doludur mektubu.

İsa’nın duygusal derinliğini besleyen travmalar “İnsan yüreğinde ne arzuluyorsa onu konuşur, gururdan tiksindiğim kadar beni gururlandırdın”, “Türkçe yazılmış mektupları okumayı uzun bir zamandan beri özlemiştim”, “Seni Mesih’te kardeş bildiğim için keyiften göğsüm kabardı” cümlelerinde dışa vurur kendini. “Sayın Hakan, 20 yıl sonra ilk kez 2000 yılının yaz tatilinde Türkiye’yi ve 26 yıldan fazla bir zaman sonra Midyat’ı görme şansına sahip olabildim” der ve yüzüne çarpan düş kırıklıkları sağanağını döker satırlarına:

“Süryanilerden boşalmış, sokakları bozulmuş, evleri taşları altüst olmuş adeta, bir harabe oldu o Midyat. Bazen yaşamak insana bela bile olabiliyor. O köyüm, Dağiçi Harapmişki Köyüm yasak bölge içinde kaldığı için onun kokusunu ancak Mor Malke damından sezebildim. Yanıp tutuşarak o damdan arada bulunan o iki tepeyi açasım geliyordu. Ama ne çare şansım rüyalara kaldı. Eski Harapmişki’nin manası ‘fareler harabesi’ olduğu halde, adı öyle güzel, öyle tatlıdır ki sanki ona ‘ana, baba’ diyesim geliyor. Demek ki gülmek bize yasakmış.”

Ve büyük buluşma…

2003’ün ağustosuna kadar sürer mektuplaşma. Sonunda İsa Bakır Türkiye’ye gelir. Artık köyü ‘fareler harabesi’ değildir. Taşıyla, toprağıyla, eviyle, dedesinin harman sonrası dinlendiği meşe ağacıyla özlem giderir. İstanbul’a dönüp mektuplardan tanıştığı Hakan’la tanışır, buradaki Süryani dostlarıyla buluşur.

İsa, Hollanda’ya döner. İki yıl sonra Hakan gider bu kez Harapmişki’ye. Önce İsa’nın evini, ardından dedesinin meşe ağacını bulur. Köyde attığı her adımda bir de deklanşöre basmaktadır Hakan, yalnızca yaşadığı anı değil koca bir tarihi belgelemektedir; özlemin tarihini.

Şabo Boyacı da Yusuf Atuğ ile beraber bu kez ‘belgeselciyi belgelerler’. İsa’nın en çok özlediği meşe ağacının altında Şabo, Hakan’ın bir kare fotoğrafını çeker.

Sonunda karar verir Hakan; bütün bu süreci kitaplaştıracaktır. Bu kitap üç dilli olacaktır. Adını da İsa’nın istediği Orhan Gencebay şarkısından alacaktır; ‘Hasret Rüzgârı’. ‘Hasret Rüzgârı’, Hakan Aytekin’in İsa’ya yazdığı son mektuptaki son satırla çıkar gün yüzüne; “Ökimse ağacından uzak düşmemeli, kimse de o uzak düşülen ağacın peşine.”

Bugünlerde ‘Ermeni soykırımı’nın yanına Rum da, Pontus da, Süryani de ekleniyor. Elbette herkes geçmişiyle yüzleşecek ve tarihin ışığında insanlığın masasına yatırılacak bütün soykırım savları. Bu kaçınılmaz, ama bir de günümüzde hâlâ daha insanların dinlerinden, etnik yapılarından, siyasal inançlarından dolayı yaşadıkları ‘ruhkırımı’ var. Hakan Aytekin’in ‘Hasret Rüzgârı’, hiç değilse Türkiye’de ‘Var’, Fransa’da ‘Yok’ demek yasaklanmadan bütün çıplaklığıyla ama bir insanın titreşen duygularından yüreğimize dayıyor bu coğrafyada yaşanılan ‘ruhkırımları’nı!

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=202390

Yorumlar kapatıldı.